İslam'ın anne-babaya verdiği büyük hak

İslam'ın anne-babaya verdiği büyük hak

Günümüzde ayaklar altında ezilip çiğnenen anne-baba hakkına dinimizin verdiği yüce kıymet ölçüsünce riayet edilmeli...

Ali İhsan Er'in yazısı

Dinimiz anne-babaya çok büyük kıymet verir. Onlar, bizleri dünyaya getiren Rabbimiz’in en önemli nimetlerindendir. Rabbimiz, "Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Anneye ve babaya güzel muamele edin. Şayet onlardan her ikisi veya birisi yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa sakın onlara hizmetten yüksünme, "öff" bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle. Şefkatle, tevazu ile onlara kol kanat ger ve şöyle dua et: "Ya Rabbî, onlar küçüklüğümde nasıl beni ihtimamla yetiştirdilerse, ona mükâfat olarak Sen de onlara merhamet buyur!" (İsra, 17/23-24) buyurarak bu büyük nimeti ve o nimete karşı nasıl davranmamız gerektiğini anlatır. Nitekim ayet-i kerimenin ifadesiyle bir insanın yapacağı en hayırlı iş, annesine ve babasına iyi davranmasıdır. (Ankebut, 29/8) Hz. Ebu Bekre (r.a)’nin rivayet ettiği şu Hadis-i Şerif ise meseleye daha farklı bir buud kazandırmaktadır: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm: ‘Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi’ buyurmuş ve bunu üç kere tekrar etmişlerdi. Biz: ‘Evet’ deyince: ‘Allah’a şirk koşmak, anne ve baba haklarına riayetsizlik, cana kıymak’buyurdular.” (Buhâri, Şehâdât, 10)

Üç kişi vardır ki!

Dikkat edilecek olursa Hadis-i Şerifte anne-babaya isyan, en büyük günahlardan olan Allah’a şirk koşmak ve cana kıymakla aynı çizgide mütalaa edilmektedir. Şu Hadis-i Şerif ise anne-baba hakkını farklı bir çizgide ele almaktadır: "Üç kişi vardır ki, Allah kıyamet gününde onların yüzüne bakmayacaktır: (Onlara söz hakkı vermeyecek) Anne babasının hukukuna riayet etmeyen kimse, içki düşkünü olan kimse, verdiğini başa kakan kimse." (Hâkim, Müstedrek, 4/146) Efendimiz (s.a.s), bu hadis-i şerifte Allah’ın kıyamet gününde yüzüne bakmayıp söz hakkı vermeyeceği kişileri sayarken anne-babasının hukukuna riayet etmeyen kişiyi, sokaklarda derbeder dolaşan, her haliyle insanlıktan çıkmış alkolik kişi ile kime iyilik yapmışsa başa kakan, her yerde kendisini anlatıp daima kendisinden bahsedilmesini isteyen bencil kişiden daha önce ve ilk sırada ifade etmektedir.

Oğlum beni çok kırdı!

Son olarak anlatacağımız asr-ı saadette cereyan eden şu hadise de anne-baba hakkına riayet etmenin ehemmiyetini gözler önüne sermektedir: Peygamber Efendimiz (s.a.s)’e bir kişi gelip, ölmek üzere olan fakat kendisine kelime-i tevhid telkin edildiği halde bir türlü dili dönüp şehadet getiremeyen bir gencin olduğunu haber verir. Efendimiz (s.a.s), o kişi "Namaz kılar mıydı" diye sorar. "Evet” cevabı üzerine de hemen ayağa kalkar ve beraberindekilerle birlikte doğruca o gencin evine gider. Gencin yanına yaklaşarak ona, "Haydi La ilahe illallah de" der. Gencin "Buna gücüm yetmiyor, söyleyemiyorum" cevabı üzerine Efendimiz (s.a.s), ferasetiyle o gencin annesiyle arasında bir kırgınlık olabileceğini hisseder ve annesini çağırtarak aralarında herhangi bir hoşnutsuzluğun bulunup bulunmadığını sorar. Bunun üzerine kadın ağlayarak oğlunun kendisini devamlı rencide ettiğini, ona karşı içinde bir kırgınlık bulunduğunu ve bunu bir türlü aşamadığını söyler. Bundan sonra Efendimiz (s.a.s), kadına "Biz şimdi buraya büyük bir ateş yaksak ve sana, ‘Bu oğlunu affedersen, onu salıvereceğiz, aksi takdirde onu bu ateşte yakacağız’ dersek, sen oğlunu bağışlar mısın?" Efendimiz (s.a.s)’in "Aksi takdirde onu bu ateşte yakacağız" sözü, kadının oğluna karşı olan kırgınlık buzlarını eritir ve Allah ve Resulü’nü şahit göstererek oğlundan razı olduğunu söyler.

Artık şehadet getirebilirsin!

Bundan sonra Allah Resulü (s.a.s) gence dönerek, "Haydi ey genç! Allah’tan başka hiçbir ilah bulunmadığına, bir olduğuna, ortağı bulunmadığına, Muhammed’in de onun kulu ve Resulü olduğuna şehadet getir" der. Genç daha Nebiler Serveri (s.a.s)’nin sözü biter bitmez hemen kendisine telkin edilen bu sözleri hiç zorluk çekmeden söyler. Onun şehadet kelimesini söylediğini duyan ve bu neticeden oldukça memnun kalan Peygamber Efendimiz (s.a.s) tebessüm ederek şöyle buyurur: "Beni vesile kılarak bu genci cehennem ateşinden kurtaran Allah’a hamd olsun." Mümin, anne-baba hakkına azami derecede riayet etmeli, onlara karşı hürmette kusur etmemeli, onların her türlü ihtiyacını gidermeye çalışmalıdır.

Hep “Sonra yaparım” deyip erteleme!

Adamın birisi, bir yolun kenarına diken eker. Dikenler büyüyüp gelişir ve zamanla insanları rahatsız etmeye başlar. Adama, - Dikenleri sök artık, derler. - Tamam, der yakında sökeceğim. Adam sürekli yarın der, fakat dikenler bir yandan büyüyüp güçlenir. Bir Hak dostu: - Bu işi sürüncemede bırakma, vaadinde dur, der. Adam yine; - Bugün... Olmazsa yarın, diye cevap verince Hak dostu: - Sen hep "yarın" diyerek erteliyorsun. Dikenler büyüyüp güçleniyor, gençleşiyor; sen ihtiyarlıyor, güç kaybediyorsun. Korkarım yakında dikenleri sökmeye güç yetiremeyeceksin, der.

Günah tiryakisi olmayın!

Evet, insanın iç dünyasına ekilen günah dikenleri küçük görülüp zamanında temizlenmezse ileride iş daha da zorlaşır. Çünkü günahlar, tekrarlandıkça beslenir, kökleri derinleşir, alışkanlık yapar, adeta insanın kanına işler, insan, bir uyuşturucu müptelası gibi alıştığı o şeylerin terkine muvaffak olamaz. Günahta ısrar etmemek, tövbe ve pişmanlıkla temizlemek, hayırlı işlerin peşinde koşarak şeytanı pişman etmek, insanın elinin kolunun dikenli tellerle sarılı bir mahkum haline dönüşmesini önler. Günaha erken müdahale olmazsa kökünün kurutulması zorlaşır.

İnsan niçin günah işler?

Günah işlemek insanın fıtratında vardır. İnsan, kendisine günah işletecek bir vasata girdiğinde çok defa günah işler. Mesela, gıybet edilen bir meclise giren kimse eğer kendini ayarlamazsa, oradaki havaya ve senfonizmaya uyarak gıybet eder. Ama oraya giren kişi hemen şuurunu toparlayıp, "Benim böyle bir meclise gelmem doğru değildir" deyip onları ikazla işe başlar, en azından oradan çeker giderse günahtan korunur. Yine yalanın rahatlıkla savrulduğu bir meclise giren bir kimse rahatlıkla yalan söylenen böyle bir yerde belki bilmeyerek onlara uyup günah işleyecektir. Keza insan, bir şehvet pazarına girdiği zaman, günah işleyebilecektir. En azından bakacak, kokusunu duyacak, yanından geçecek, belki bazen arzulama hali de olacaktır. Bunlar günah işletmeye müsait ortamlardır. Bu duygu, insanın içinde de vardır. Tıpkı toprağın nemini ve güneşin radyasyonlarını görmesiyle bir rüşeym halinde başını çıkaran filiz gibi, insanın içindeki bu rüşeymler vasatını bulduğu zaman hemen filizleniverir.

İnsana niçin günah işleme kabiliyeti verilmiş?

İnsana günah işleme kabiliyet ve istidadı bir kısım maslahatlar için verilmiştir. Mesela şehvet hissinin pek çok hikmeti vardır. Bu his, neslin devamı ve aile yuvasını kurma gibi çok hayırlı işlere sebeptir. Dolayısıyla bunda bir şer ve günah yoktur. Ancak yerinde sarf edilmediği, bozuk bir vasat bulduğu, suistimal edildiği zaman şer de çıkabilir. Bu duygu ve kabiliyetler tıpkı cebinizdeki çakmak gibidir. Onunla karanlıkta önümüzü aydınlatır, ocak yakar ısınırız. Fakat yanlış bir hareket yaparsak bir ormanı veya evi yakabiliriz. İnsan böyle pek çok duygu ile bezenmiş mükemmel bir varlıktır. Ve bunların altında çok büyük hayırlar yatmaktadır. Fakat bazen bunlara izafi şerler takılmıştır. İnsan, bu şerlere iradesiyle karşı koymalı, kendisine verilen duyguları yerinde kullanıp sevap kazanmasını bilmelidir. Fakat bu sevaba gözünü kapayan, iradesinin davasını ve kavgasını göstermeyen insan, mağlup olur ve günahlara girer.

Şayet birden fazla yaratıcı olsaydı!

Bazen trenlerin çarpıştığını duyuyoruz. Bunun sebebi hareket memurlarının farklı oluşudur. Her iki tren de aynı kişiden hareket emri alsalar çarpışma olmayacaktır. Aynı şekilde, otobüslerin çarpışmasına da her iki otobüsün farklı kimseler tarafından idare edilmesi, uçaklarınkine ise pilotların farklılığı sebep olmaktadır. Şu kâinatta hiçbir trafik kazası olmuyor. Ne yerküremiz bir gezegene ve ne de herhangi bir yıldız, dünyamıza çarpıyor. Demek ki aynı Zat’tan emir alıyorlar ve tek bir Yaratıcı’nın emri altındalar.
Bugün