Vehbi KARA
İslamın Delilleri
Peygamber Efendimiz’in (asm) sözleri hadis kitaplarında toplanmıştır. Bu kitaplardan en meşhurları “Kütübü Sitte” adı verilen kitaplardır. Kütüb-i Sitte, “Altı Kitap” anlamına gelen, Ehl-i Sünnet tarafından en sağlam Hadis kaynakları olarak kabul edilmektedir. Bunlar sırasıyla; Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim, Sünen-i Nesai. Sünen-i Tirmizi, Sünen-i Ebu Davud, Sünen-i İbn Mace isimli hadis kitaplarıdır.
İslam’ın delilleri ve kaynakları Kuran’dan sonra hadislerdir. Kuran “Allah kelamı” olduğundan ondan daha yüce söz yoktur. Hz. Muhammed’in sözleri ise Kuran’dan sonra kabul edilen en yüce kelamdır. Çünkü Kuran lisanıyla Necm Suresi 3. ve 4. Ayetlerde “Vemâ yentiku ‘ani-l hevâ- in hüve vahyün yuha” yani “O (Peygamber) keyfine göre konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler” ayeti hadislerin önemini apaçık göstermektedir.
Günümüzde bazı insan kılığında Şeytanlar; İslam’a olan düşmanlıklarını gizlemek maksadıyla sahih hadislere dahi hücum etmektedir. Hatta bütün ehli sünnetin kabul ettiği Kütübü Sitte hadislerini dahi reddederek inkara sapmaktadırlar.
Bunu yapanların başında felsefe bataklığına saplanmış ve Batı özentisi ilahiyatçılar yer almaktadır. Medya kuruluşlarından fazlasıyla yüz bulan bu hocalar sayesinde batıl ve İslam’a aykırı her türlü melanet işlenmektedir.
Burada söylenecek hiçbir yazı Hz. Muhammed’in (asm) sözlerinin ne kadar makbul ve güzel olduğunu ifade etmeye yetmez. Lakin onun sözleri bizim yazılarımızı güzelleştirecektir. İşte bu yüzden birçok yazar ellerinden geldiğince hadislere yer vermeye çalışarak yazılarına güzellik katmaya çalışırlar.
Ne yazık ki kasıtlı olarak cahil bırakılmış ve bu Şeytani hocaların tecavüzüne maruz kalmış halkımız, farkında olmadan hadislere karşı çıkmaktadır. Her şeyi “Kuran Müslümanı” ismi ile tekeline almaya çalışan ve hadis, fıkıh kaynaklarını reddeden bir güruh, İslam’a hücum etmektedirler. Bu hali ile FETÖ’nün verdiği zarar kadar ülkemize ve halkımıza zarar vermektedirler.
Buraya kadar bu dehşetli fitneyi anlatmaya çalıştım buradan sonra ise İslam’ın delillerine ve İslam fıkhına ayıracağım. Ta ki kimse ben bilmiyordum diyerek cehalet mazeretine sığınmasın.
Lügat manada fıkıh, bir şeyi anlayıp bilmektir. Fıkıh âlimlerinin kullanımında ise fıkıh, tafsilatlı delillerden elde edilen amelle ilgili alakalı dini hükümleri bilmektir.
Fıkhın bir anlamı ise dünya ve ahiret saadetine ermektir. Dünyada saadete nail olma, cehalet uçurumundan ilmin doruğuna ulaşmakla ve Allah’ın rızasına uygun şekilde amel yapma ve insanların lehine, aleyhine olan şeyleri (o insanlara) beyan etmeye güç getirmek demektir.
İslami deliller ise Edille-i Şer’iyye yani Şer’i deliller olarak da ifade edilir ve dört kısımdır;
1. Kitab
2. Sünnet
3. İcma
4. Kıyas
Yukarıda zikredilen namazın farz olması, zinanın haram olması hükümleri, Edille-i Şer’iyye’nin birincisi Kur’an’dır. Yani Kur’an âyetleridir. Farz ve Vacip hükümler genelde âyetlerden çıkar.
İkincisi: Hz. Peygamberin peygamber sıfatıyla söylediği sözler ve yaptığı işler demektir. Farz ve Vacibin dışındaki hükümler genelde sünnetlerden çıkar. Sünnet’e ise şu örnek verilebilir. Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i Şerif’inde; “Altın ve ipek, ümmetimin kadınlarına helal, erkeklerine ise haramdır.”
Üçüncüsü Hz. Peygamberin vefatından sonra müçtehittik vasfını kazanmış olan alimlerin herhangi bir meselede fikir birliği etmeleridir. İttifakla alınan böyle bir hüküm bütün ümmeti bağlar. İcma’ya ise şu örnek verilebilir; Satıcı ile müşteri arasında icab, kabul (yani; sattım, satın aldım gibi herhangi bir sözlü muamele) bulunmaksızın yapılan alışveriş’in geçerli olduğuna alimler icma (söz birliği) etmişlerdir.
Bir asırda bulunan müçtehitlerin bir hâdisede ittifakları ve bu ittifaktan Müslümanların haberdar olması aklen mümkün ve vakidir. Nitekim Ashab-ı Kiramın bazı mes’elelerde ittifak etmiş olması katiyyen sabit ve bize göre tevatüren mâlumdur. Ümmet-i Muhammed’in en kudretli mümessilleri olan müçtehidîn-i izamın bir mes’elede ittifak etmeleri bir hüccettir. Böyle bir ittifakın şer’an bir hüccet sayılması bu ümmete İlâhi bir ikramdır.
İcma-i ümmet için bir çok deliller getirilmiştir. Bunların en meşhurları; “Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygambere muhalefet eder, mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü o yolda bırakırız. (Fakat ahirette de) kendisini cehenneme koyarız. O, ne kötü bir yerdir” (Nisa Suresi-115) âyet-i kelimesiyle “Ümmetim dalalet üzerine toplanmaz” (İbn-u Mâce, Fiten 8 ) hadis-i şerifleridir. Diğer bir hadis-i şerifte de “Müslümanların güzel gördüğü şey Allah’ın indi manevisinde de güzel görülmüştür” (Müsned-ü Ahmed 1, 379; Keşfu’1-Hafa 2, 188; Sehâvi, Makâsıdu’l-Hasene s. 432) buyurulmaktadır.
Dördüncüsü olan Kıyas: Kitap ve sünnette hükmü bulunmayan bir meseleye aralarındaki illet (gerekçe) birliği sebebiyle kitap ve sünnetle düzenlenmiş meselenin hükmünü vermektir. Şarabın haram olması âyetlerle sabittir sebebi ise sarhoşluk verme illetidir (özelliğidir). Aynı özelliği taşıyan fakat ismi Kur’an ‘da geçmeyen diğer içkilere kıyasla onların da haramlılığına hükmedilir. Bira ve viski gibi hakkında nas (ayet) olmayan içeceklerin, iskar (sarhoşluk veren) anlamında hakkında nas (ayet) olan şaraba kıyas edilmeleriyle haramlığının kendilerinde sabit olmasıdır.
Kıyas; şer’i hükmü malûm olmayan bir hâdiseyi; hükm-ü Şer’isi malum olan başka bir hâdiseye teşbihle hüküm vermektir. Şöyle ki; iki hâdiseden birinin illeti gibi bir illet, diğerinde de bulunursa, onun hükmü gibi bir hüküm bu ikinci hâdise için de verilebilir. Fıkıh kitaplarımız, kıyas ile tespit edilen hükümler ile doludur. Şunu da ifade edelim ki, kıyas yapmak zannedildiği gibi kolay bir iş değildir. Şöyle ki, bir hükmün çeşitli illetlerinin bulunması halinde bunların hangisinin fetvada esas tutulacağına karar vermek ancak mütehassıs fukahanın işidir.
Kıyasın hüccet olması hem Kitap, hem sünnet, hem de icma-i ümmet ile sabittir. Kur’an’daki delilleri ibret alın!( Haşr Sûresi (59), 2) âyet-i kerimesidir. Elmalılı Muhammed Hamdi Hazretleri bu âyetin tefsirinde, “İbret almak diye hulâsa ettiğimiz i’tibar, meşhud olan bir malûma dikkat edip ondan bir meçhulü bilmeğe intikal eylemek demek olur. Bu da usûl-ü fıkıhta kıyas denilen istinbat usûlünün ta kendisidir. Fahr-i Kainat Efendimiz, ashabın fakih ve alimlerinden Muaz İbn-i Cebel Hz’lerini Yemen’e kadı olarak gönderdiğinde kendisini imtihana tabi tutarak şu sualleri sordular
– Ya Muaz ne ile hükmedeceksin
–Kitab ile hükmederim Yâ Resûlallah.
– Ya Onda bulamaz isen ne ile hükmedeceksin?
– Sünnet-i seniyye ile hükmederim.
–Onda da bulamazsan.
– Artık o zaman rey’im ile içtihat ederim ya Resûlallah, dedi.
Hazret-i Peygamber (a.s.m.) Hazret-i Muaz’ın bu cevaplarından çok memnun oldular ve “Cenâb-ı Hakka hamdederim ki, Resûlünün elçisini, Resûlünün razı olacağı şeye muvaffak buyurmuştur” dediler. (Ebu Davud, Akdiye 11, 3592-3593 )
Sahabe-i kiram ve selef-i salihin bir çok meselede kıyas ile amel ettiler. Diğer sahabe ve müçtehidin-i izam da bunu gördükleri halde reddetmediler. Böylece kıyas hakkında bir icma vukua gelmiş oldu. Şu halde kıyasın hüccet olması icma ile de sabit oldu
Bu dört delile asli (ana) deliller denir ki, bu dört delil üzerinde bütün alimler ittifak etmişlerdir. Bunlardan başka tâli (yan) deliller de vardır ki, alimler farklı yalnız tâli deliller ortaya koymuşlardır. Bunları detaylı olarak bir yazımda ifade ettiğim için burada yer vermiyorum.
Bir konuyu anlamak veya bir İslami meseleyi çözmek için önce o mesele ile ilgili âyeti olup olmadığına bakmak gerekir. Sonra Hz. Peygamberin sünnetine yani hadise müracaat etmek, bulamazsa konuyla ilgili alimlerin görüşünü (icmanın olup olmadığını) araşmak zorundadır. Onda da bulamazsa kıyas yaparak meseleyi çözmeye çalışır. Fakat bunların hiçbirine müracaat etmeden bu İlahiyatçı şarlatanların sözüne uyarak konuşmak insanı mesul eder. Allah katında da cezaya müstehak olduğu gibi örneğin hadislerden yola çıkarak bir konuda yorum yapanların kul hakkına girerler. Bu nedenle ahkam kesmeden insanlara atıp tutmadan önce düşünmeli ve tam olarak idrak etmese dahi reddetmemelidir. Hiç olmaz ise bu yalandır, uydurmadır, şirktir, küfürdür diye haddi aşan beyanlardan çekinmek gerekir.
Hadis ilmi ayrı bir meslek ve müstakil sahadır. O sahada, hüneri ve melekesi olmayanın bazı hadisleri inkâr etmesi internette veya televizyonlarda bahis konusu yapması hikmet ve hakikata uygun olmaz. Selefi salihin, hadislerin kısımlarını, sahihlerini ve zayıflarını, meşhur, mütevatir, müteşabih, gibi mertebelerini birbirinden ayırmak için birçok külli kaide tespit etmişlerdir. Bunların tümüne birden “Usul-ü Hadis” denilmiştir. Usul-ü Hadis, başlı başına bir ilimdir. “Hadislerin zamanında gerekli değerlendirmeleri yapılmış; sahih olanlar olmayanlardan ayrılmış; kendileriyle amel meselesinde her nevi hadis için bir değer ölçüsü konulmuş; fakihler onlardan gerektiği şekilde hüküm istinbat etmişlerdir. Artık Müslümanlara düşen, fıkıh kitaplarında hazır hale getirilen malzeme ile amel etmektir.
Hadislerin sıhhati hakkında Bediüzzaman, şu tespitlerde bulunmuştur: Sahabelerin ellerinden, binler Tabiînin muhakkikleri el atıp almışlar; sağlam olarak ikinci asır müçtehitlerinin ellerine vermişler. Onlar da, kemal-i ciddiyetle ve hürmetle el atıp, kabul edip, arkalarındaki asrın muhakkiklerinin ellerine vermişler. Her tabaka, binler kuvvetli ellerden geçip, gele gele tâ asrımıza gelmiş. Hem Asr-ı Saadette yazılan Kütüb-ü Ehadîseye sağlam olarak devredilip, tâ Buhari ve Müslim gibi ilm-i hadîsin dahî imamlarının eline geçmiş. Onlar da, kemal-i tahkik ile meratibini tefrik ederek, sıhhati şüphesiz olanları cem’ederek bize ders vermişler, takdim etmişler.
Zaten Sahabeden sonra Tâbiînin eline geçtiği vakit, tevatür suretini alır. Hususan Buhari, Müslim, İbn-i Hibban, Tirmizî gibi kütüb-ü sahiha; tâ zaman-ı sahabeye kadar, o yolu o kadar sağlam yapmışlar ve tutmuşlar ki, meselâ Buhari’de görmek, aynı sahabeden işitmek gibidir.
Tarihin şehadetiyle sabittir ki, mazide olduğu gibi Peygamberimize yalan isnad edenler, hadis uyduranlar bugün de, yarın da çıkabilir. Ancak usûl-ü hadis ilminin koyduğu kaideler birer miyar ve mihenk taşıdır ki, altını bakırdan, hakkı batıldan temyiz eder.
Bediüzzaman der ki “İnsaf ediniz. Bir râfızî bir hadîse yanlış mana verse veya yanlış amel etse; acaba hadîsi inkâr etmek mi lâzımdır, yoksa o râfızîyi tahtie edip namus-u hadîsi muhafaza etmek mi lâzımdır? Belki hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve te’dibden başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruasında şahane serbest olsun”. (Münazarat- Bediüzzaman)
Şimdi gelelim günümüze ve yapılan ciddi ve büyük yanlışlara bir bakalım. Öncelikle, meydana gelmiş ve zuhura çıkmış olaylardan yola çıkarak hadisleri yorumlamak ayıp ve günah olmadığı gibi hadislerin hak ve hakikat olduğuna ayrı bir letafet katmaktadır. Aynı zamanda peygamber Efendimizin (asm) mucizesine bir delil teşkil etmektedir. Kuran’da ismen geçmese dahi Mehdi, Deccal, Süfyan ve ahirzaman hadiseleri ile ilgili olayları hadislerin ışığında değerlendiren insanlara hücum edenler yaptıkları hatayı anlamaları kendileri için çok önemlidir. Zira günümüzü hadislerin ışığı ile aydınlatmaya çalışan insanlara karşı kul hakkı doğmaktadır. Teşekkür yerine hakaret etmek kişiyi kurtarmaz bilakis mesul ve sorumlu yapar.
Hadislerle ilgili yazı ve yorumları okuyanlar her şeyi kabul etmek zorunda olmadığı gibi karşı çıkmak zorunda da değildir. Çünkü İslam’a ve onun emirlerine aykırı bir durum söz konusu değildir. Nihayetinde olmuş olaylar ve zuhura gelmiş hadiselerle ilgili olarak hadislerin ışığında yorum yapılmaktadır.
“La ya’lemul gaybe İllallah- Gaybı Allah’tan başkası bilemez” ayetine hürmetsizlik de yoktur. Zira gayptan ve gelecekten de haber verilmemektedir. Zuhura çıkmış olaylar ayet ve hadislerin ışığı altında değerlendirilmektedir. Bu sayede Kuran’a ve hadislere dikkat çekilmekte önemini bir vesile ile hatırlatmak söz konusu olmaktadır. Bunlara karşı çıkmanın anlamı ve mantığı yoktur, vesselam…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.