İslâm'ın yaşama biçimi sünnete muhtacız
Günümüzde zaman zaman Sünnet'in dindeki yeri ve önemi hakkında çesitli tartışmalar yapılmaktadır.
Günümüzde zaman zaman Sünnet'in dindeki yeri ve önemi hakkında çesitli tartışmalar yapılmaktadır. Bu tartışmanın nedeni, daha çok cehâlet, birbirini anlamamak ve taassuptur. Taraflardan biri, çeşitli gerekçelerle Sünnet'in dindeki yerini zayıflatmaktadır. Öteki taraf ise, birincileri Sünnet'i inkâr etmekle suçlamakta, zayıf veya uydurma olduklarına dikkat etmeden hadisleri kullanmaktadır. Bu konudaki hakikati, ilmî bir yaklaşımla ortaya koymak gerekir. Bunun için de öncelikle Sünnet ve Hadis kavramlarını iyi bilmek gerekir.
Sünnet/Hadis, İslâm'ın temel ilkelerinin ve uygulamalarının çıkarıldığı ikinci kaynaktır. Sünnet, kelime olarak "yol, usûl, hareket tarzı, hayat tarzı"; hadis ise, "söz" anlamına gelir. Bu yüzden Sünnet'in kök anlamı Hz. Peygamber'in (s.a.v) "fiil ve hareketleri"ne, Hadis ise "sözleri"ne delâlet eder. Gerçekte ise her ikisi de Hz. Peygamber'in "fiillerini, uygulamalarını ve sözlerini" ifâde ederler. Sünnet'in aktarılması ve kaydedilmesi anlamına gelen Hadis, bunlara ilave olarak çeşitli nebevî ve tarihî olayları da kapsamaktadır.
Sünnet'e sadece Hz. Peygamber'in vefatından sonra ihtiyaç duyulmadı. O hayattayken de Müslümanların onun sünnetine (açıklama, uygulama ve hareketlerine) ihtiyaçları vardı. Çünkü Kur'ân, ekseriyâ genel dînî prensipler ve esaslar koyar; çok nâdir durumlarda ayrıntıya girer. Ayrıntılar genellikle, ya bir emrin nasıl yerine getirileceğini kendi uygulamasıyla göstererek ya da sözlü açıklamada bulunarak bizzat Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından ortaya konuluyordu. Sünnet veya Hadis, Hz. Peygamber'in (s.a.v) ölümünden sonra ihtiyaç hissedilen bir şey değildi; o hayattayken de sünnete ihtiyaç vardı. Meselâ, İslâm'ın en önemli iki ibâdeti namaz ve zekâttır. Fakat Kur'ân'da defalarca tekrarlanan namaz ve zekât ile ilgili herhangi bir ayrıntı verilmemiştir. "Namazı kılın" emriyle ilgili ayrıntıları, kendi hareketleriyle bizzat Hz. Peygamber (s.a.v) vermiştir. "Zekâtı verin" emri gereği, onun toplanması ve dağıtılması ile alakalı kural ve düzenlemeler Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından yapılmıştı. Görüldüğü üzere pek çok alanda Müslümanlar hem Kur'ân'a, hem de Sünnet'e muhtaçtır.
Şu noktaya da işaret etmek gerekir ki, gerçekte Kur'ân ile Sünnet arasında çelişki olması mümkün değildir. Zira Kur'ân'da Hz. Peygamber'den (s.a.v), "Kendisine vahyolunandan başkasına uymayan" (En'âm, 50) ve "Kendisine vahyolunan bir kelimeye bile itaatsizlik etmeyen" (En'âm, 15) şeklinde bahsedilmektedir. Buradan, Kur'ân ile Sünnet arasında uyumsuzluk ve çelişki olamayacağı açıkça anlaşılmaktadır. Eğer bir hadiste Kur'ân'a aykırı bir durum varsa, bu, kesinlikle Hz. Peygamber'den (s.a.v) kaynaklanamaz. Böyle bir hadiste, hadis teknikleri açısından başka bir problem söz konusudur. Dolayısıyla bu konularda söz söyleyecek kimselerin hadis konusunda işinin ehli uzman kimseler olması gerekir. Bu gibi konularda bilgisiz konuşmak, din konusunda haddini bilmemek demektir. Bunun da âhirette hesabı olacaktır.
Şu halde, bir Müslümanın Kur'ân'ın hayata geçen yönü ve İslâm'ın yaşama biçimi Sünnet'i inkâr etmesi veya kabullenmemesi söz konusu olamaz. Ancak hadisler, Kur'ân gibi kayda geçirilmediğinden, onların bize ulaşım süreci farklı olduğundan, hadisler konusunda konuşmak gerçek anlamda uzmanlık istemektedir. Burada Kur'ân ve Hadis'in (Peygamberî uygulamaların) dindeki yerini iyi tespit etmek gerekir. Esasen Hz. Muahmmed'i (s.a.v) resûl/elçi olarak gönderen Allah Teâlâ, onun elçilik görevinin sınırlarını, fonksiyonunu ve önemini Kur'ân'da açıklamıştır. Kur'ân, İslâm'ın temel ilkelerinden bahsederken, Hadis bunlarla ilgili ayrıntıları ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber zamanındaki insanların hadis ve sünnete ihtiyaçları olduğu gibi, günümüz Müslümanlarının da ihtiyacı vardır.
Yeni Şafak