İşlenmiş eser fiilsiz olmaz, fiil fâilsiz olamaz
Günün Risale-i Nur dersi
Bismillahirrahmanirrahim
Nasıl ki işlenmiş bir eserin güzelliği, işlemesinin güzelliğine; ve işlemek güzelliği, ustalığın o san’attan gelen ünvanın güzelliğine; ve ustadaki san’atkârlık ünvanının güzelliği, o san’atkârın o san’ata ait sıfatının güzelliğine; ve sıfatının güzelliği, kàbiliyet ve istidadının güzelliğine; ve kàbiliyetinin güzelliği, zâtının ve hakikatinin güzelliğine derece-i bedahette gayet kat’î bir sûrette delâlet ettiği gibi, aynen öyle de, bu kâinatın baştan başa bütün güzel mahlûklarında ve yapılışları güzel umum masnularındaki hüsün ve cemâl dahi, San’atkâr-ı Zülcelâldeki fiillerinin hüsün ve cemâline kat’î şehadet; ve ef’âlindeki hüsün ve cemâl ise, o fiillere bakan ünvanların, yani isimlerin hüsün ve cemâline şüphesiz delâlet; ve isimlerin hüsün ve cemâli ise, isimlerin menşei olan kudsî sıfatların hüsün ve cemâline kat’î şehadet; ve sıfatların hüsün ve cemâli ise, sıfatların mebde’i olan şuûnât-ı zâtiyenin hüsün ve cemâline kat’î şehadet; ve şuûnât-ı zâtiyenin hüsün ve cemâli ise, fâil ve müsemmâ ve mevsuf olan zâtının hüsün ve cemâline ve mâhiyetinin kudsî kemâline ve hakikatının mukaddes güzelliğine bedahet derecede kat’î bir sûrette şehadet eder.
Demek Sâni-i Zülcemâlin kendi Zât-ı Akdesine lâyık öyle hadsiz bir hüsn-ü cemâli var ki, bir gölgesi bütün mevcudâtı baştan başa güzelleştirmiş. Ve öyle münezzeh ve mukaddes bir güzelliği var ki, bir cilvesi kâinatı serbeser güzelleştirmiş ve bütün daire-i mümkinatı hüsün ve cemâl lem’alarıyla tezyin edip ışıklandırmış.
Evet, işlenmiş bir eser fiilsiz olmadığı gibi, fiil dahi fâilsiz olamaz. Ve isimler müsemmâsız olması muhâl olduğu gibi, sıfatlar dahi mevsufsuz mümkün değildir. Madem bir san’atın ve eserin vücudu, bedahetle o eseri işleyenin fiiline delâlet; ve o fiilin vücûdu, fâilinin ve ünvanının ve eseri intaç eden sıfatın ve isminin vücutlarına delâlet eder. Elbette bir eserin kemâli ve cemâli dahi, fiilin kendine mahsus kemâl ve cemâline, o da ismin kendine münasip, muvafık güzelliğine, o dahi zâtın ve hakikatın—fakat zâta ve hakikata lâyık ve muvafık—kemâline ve cemâline ilmelyakîn ile ve bedahetle delâlet eder.
Aynen öyle de bu eserler perdesi altındaki faaliyet-i daime fâilsiz olması muhal olduğu gibi, bu masnuat üstünde cilveleri ve nakışları gözle görünen isimler dahi müsemmâsız hiçbir cihetle mümkün olmadığı ve müşahede derecesinde hissedilen kudret, irade gibi sıfatlar dahi mevsufsuz olması muhâl olduğundan, şu kâinatta bütün eserler, mahlûklar, masnular hadsiz vücutlarıyla, Hâlık ve Sâni ve Fâillerinin vücud-u ef’âline ve esmâsının vücûduna ve evsafının vücuduna ve şuûnât-ı zâtiyesinin vücuduna ve Zât-ı Akdesinin vücub-u vücuduna kat’î bir surette delâlet ettikleri gibi, o masnuatın umumunda görünen muhtelif kemâlât ve ayrı ayrı cemâller ve çeşit çeşit güzellikler, Sâni-i Zülcelâlde olan fiillerin ve isimlerin ve sıfatların ve şe’nlerin ve Zâtının kendilerine mahsus, münasip ve lâyık ve vâcibiyetine ve kudsiyetine muvafık olarak hadsiz kemâlâtlarına ve nihayetsiz cemâllerine ve ayrı ayrı ve umum kâinatın fevkınde güzelliklerine gayet sarih şehadet ve gayet kat’î delâlet ederler. (Şualar, Dördüncü Şuâ)
Bediüzzaman Said Nursî
SÖZLÜK:
bedahet : çok açık ve aşikar olan
cemâl : güzellik
cihet : şekil, yön
cilve : görüntü, yansıma
daire-i mümkinat : yaratılan varlıkların hepsi, Allah’tan başka bütün varlıklar
delâlet : delil olma
ef’âl : fiiller, işler
esmâ : isimler
evsâf : sıfatlar, nitelikler
faaliyet-i daime : sürekli devam eden faaliyet
Fâil : bir fiili gerçekleştiren; her işi mükemmel şekilde yapan, fiil sahibi Allah
hadsiz : sınırsız
hakikat : doğru, gerçek
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
hüsn-ü cemâl : her açıdan güzellik
hüsün : güzellik
ilmelyakîn : kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenme
intaç etmek : sonuç vermek
kâinat : evren
kat’î : kesin
kemâl : mükemmellik, kusursuzluk
kudsî : kusursuz ve yüce
lem’a : parıltı
mahiyet : temel nitelik, özellik
mahlukât : yaratılmışlar, varlıklar
masnu : san’at eseri varlık
masnuat : san’at eseri varlıklar
mebde’ : temel, kök, başlangıç
menşe : kaynak, esas
mevcudat : varlıklar
mevsuf : bir sıfatla nitelenen
muhal : olması imkânsız
mukaddes : her türlü çirkinlik ve eksiklikten arınmış
muvafık : lâyık, uygun
münezzeh : arınmış, kusur ve eksiklikten yüce
müsemmâ : bir ismi üzerinde taşıyan, ismin sahibi
müşahede : görme, gözlemleme
Sâni : her şeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allah
Sâni-i Zülcemâl : sonsuz güzellik sahibi olan ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah
serbeser : baştan başa
suret : biçim, şekil
şehadet : şahitlik, tanıklık
şuûnât-ı zâtiye : Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait kutsal özellikler
tezyin etmek : süslemek, donatmak
vücud : varlık, var oluş
vücud-u ef’âl : fiillerin varlığı
Zât-ı Akdes : bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Zât Allah