100. yılında Cumhuriyet karnemiz ve bütünlemeye hazırlanmak

TBMM çatısı altında Cumhuriyeti ilan edişimizin 100. yılını kutluyoruz. Hayırlı olsun. Beraberliğimize katık olsun inşallah.

Savaşlar, çöküşler ve dağılmalarla zulümlerin ve yeryüzü insan göçlerinın ağır bunalımları altında, bu millet yek vücut olarak istiklalini kazandı. Osmanlı bakiyesi ve koca imparatorluğu geride bırakarak.

Milli mücadelenin ortak vicdanı ve emaneti ile kurulan cumhuriyet, cumhurun muvaffak olduğu istiklaliyet üzerine bina edilmiştir. Cumhuriyetin niteliği ve birikimi, 1921'de ilk anayasa ile temsil ruhuna uygun başlamıştır.

Daha sonra, ilk meclisin tasfiyesi, ardından, "Din-i İslam" maddesinin anayasadan çıkarılması, M. Kemal'in kendini birinci reis olarak seçtirecek ve saltanat karşıtı kendi saltanatını oluşturacak şekilde cumhuriyet üzerinden varlığını kurumsallaştırma çabaları ile farklı bir mecraya evrildi.

Toplumun kabulü ve sahiplenmesi ile bugünlere gelen Cumhuriyet doğru bir tercih iken, uygulamalar demokratik bir cumhuriyetten ziyade Monarşik bir Cumhuriyetin tezahürü oldu.

Din ve vicdan hürriyeti başta olmak üzere toplumun ortak mirasını ve değerler sistemini yok sayan teşebbüsler arttı. Milli mücadeleyi kazanan halk/cumhur, manevi kayıplarını telafi edemeyecek bir kapanmayla devletten tecrit edildi. Cumhuriyet ruhu zedelendi.

Yeni dönemin Cumhuriyet dediği halka aitlik, çeyrek yüzyıl karşılık bulamadı. Tam tersine toplum dini, etnik, siyasi ve kültürel basķıya maruz kaldı. Modernleşme ve çağdaş uygarlık adı altında icra edilen tek parti otoritesi, bir istibdat rejimine dönüştü.

Dini bağlamda dini kurumlar kapatılırken dindarlar ağır baskılara uğradı. Bir kısım gayr-i müslim vatandaşlar dışlandı. İslam dini, hayatın dışına çekilecek şekilde devlet kurumlarından tasfiye edildi.

Benzer şekilde Kürtler, ırkçı politikalarla ret ve inkar muamelesi gördüler, kardeşlik bağları vatandaşlık temelli güçlendirilecekken, toplum çatışmaya sürüklendi. Ateşi dinmeyen ırkçı gerilimler farklı formatlarda cumhurun akl-ı selimini yordu.

Yine Aleviler de bu dışlanma ve baskıdan nasibini aldı. Her baskı alanında etki-tepki mekanizmalarıyla çatışma zeminleri beslendi, toplumsal yaralar büyüdü ve acılar çekildi. Ne yazık ki her kesim, acıdan payını aldı.

Çok partili döneme geçildiğinde devlet eli biraz daha millete yakın gelse de, rejimin temel kodları hakim olduğu için seçimle geleni darbeyle gönderme oligarşisi devam etti. İhtilaller, gayri meşru yollarla on yılda bir milli iradeyi gasp etti, milli iradenin etkisini kırdı. Rejimin payandaları darbeler, her defasinda siyaset kurumunu yıprattı, hem kamu düzeni ile devlet-millet kaynaşması milli bütünlük açışından ciddi yaralar aldı.

Açık ve örtülü müdahaleler yüzünden yaralarımız sarılamadı. Toplumdaki bölünmüşlük ve ötekileştirme dinamikleri aktif tutularak, kurtarıcı silüetler, her defasında puslu gerekçelerle vatandaşın meşru haklarını manipüle edebiliyor.

Temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçilememenin ağır sancıları, halkın sağduyusunun eseri metanetle ancak aşılabiliyor.

Bu süreçler de, kuşatıcı ve müşfik bir yönetişim kapasitesine ulaşamadığımız gerçeği, bir hedef olarak önümüzde duruyor.

Toplumda mevcut temsiller ve değerler üzerinden daha kapsayıcı, eşit ve adil bir sisteme ve anayasal çerçeveye sahip değiliz maalesef.

Çok partili dönemde AB süreci ve sanayi devriminden bu yana süregelen kalkınma dinamikleri ile etkin katılımcılığı önceleyen bir arada olma birikiminden yeterince yararlandığımız söylenemez.

Batıyla ilişkilerimizi işbirliği ihtiyacıyla demokratik standartlar ve teknoloji transferi ile kurumsal sistemler üzerinden inşa etme fırsatı varken, demokratik bilgelik kapasitemizin yetmezliğinden politik çatışmalarla içeriyi konsolide etmekle enerjimizi kaybediyoruz. Bu şekilde demokratik standartları yükseltmek yerine ayrışmayı aktif tutmaya kurban edilen bir daralma, sağduyu ve makul gelecek açısından sağlıklı gelişmeyi zorlaştırmaktadır.

Elimizdeki verilere bakıldığında; Ekonomi, güvenlik, uluslararası ilişkiler, eğitim ve kültür, sanayileşme ve sosyal güvenlik vs. gibi risk alanlarımızı, güçlü birer kalkınma sinerjisine çevirme ancak ve ancak toplumsal bütünlüğün mayası olan adil devletle mümkündür.

Yine İslam ülkeleri ile iman kardeşliğinin verdiği güçlü dinamizm ve ortak tarih, anlam ve coğrafya avantajı var. Buna dayalı nitelikli iş birliği, demokratikleşme, kültürel geçiş fırsatları, İslami gelecek inşası ve küresel barışa katkı verecek sürdürülebilir ortak kaynak yönetimleri güçlendirilebilir.

Cumhuriyeti cumhurun evi yapmak, eşitlikçi ve adil olmak, birleştirici ve sevdirici bir gelecek vaat etmek, insani hayat endeksini ve ekonomik sürdürülebilirliğini gelişmiş ülkeler skalasına çekmek, içinde bulunduğumuz 100. yıl hasılatının en önemli ödevidir. Samimi bir niyetle, sivil, şeffaf ve yetkin insan gücünü demokratik bir kabulün "amasız, ancaksız" ahlaki inandırıcılığına bağlı olarak ödevimizi yapabiliriz.

Bu anlamda bilimsel, açık ve olabildiğince özgür ve geniş katılımlı bir araştırma, yüz yıllık problemler, çözümler ve sonuçlar üzerine ortaya koyacağı tablo, herkesin önüne düşen saçını görmesini sağlayacaktır.

Amaç, kendimizle doğru yüzleşip, paydaşların sorumluluk haritasını çıkarıp, yaraları kaşımadan ama telâfi ve tedavisi için vicdani yeni bir kabulle demokratik cumhuriyete geçebilmektir.

Daha önce birinci ve ikinci meşrutiyet başlamış ancak kesintiye uğramış ve cumhuriyetle yoluna devam eden demokrasimizin temel hak ve hürriyetler konusunda ciddi adımlar atılmışsa da tamamlanması ve kalıcılığı zarureti hala gündem olmaya devam ediyor.

Toplum, bir olgunluk eşiğinde. Yaralarını sarmaya çalışıyor. Devlet düzeni ise yeniden sivil bir yapılanmaya, anayasal inşaya, kuvvetler ayrılığını esas almaya yönelik talepler en öncelikli yapılanda konusu olarak önümüzde duruyor. Yasal kuvvetin merkezi, hukukun üstünlüğüne dayalı kurumları güçlendirecek taraflara eşit dağıtmakla meşruiyetini korur. Kişi kurum ve zümre hakimiyetine karşı caydırıcı yaptırımlar uygulamakla, cumhuriyetin öznesi cumhurun güven ve itibarını yükselterek ikinci yüzyılımızın hakkını verebiliriz.

Bediüzzaman'ın öngörüsüyle; 100 yıldan fazla ömrü olan aşağıdaki ifadeleri hakiki kardeşlik, birlik ve eşitlik için hâlâ tazeliğini koruyor:

"İşte sulh-u umumî, aff-ı umumî ve ref-i imtiyaz lâzım. Tâ ki, biri bir imtiyaz ile başkasına haşerat nazarıyla bakmakla nifak çıkmasın."

İmtiyazssızlık/eşitlik, barış ve affetmek çerçevesi içinde adalet, beraberlik ve merhamet denkleminde ilmi, vicdani, siyasi çözümlerin ciddiyetle ele alınacağı yöntem ve yaklaşımların alt yapısı acilen başlatılmalıdır.

Bütünlüğümüzün cumhuriyetiysek, herkesin hukuk içinde hakkını doyasıya istemesi ve alması, tadını çıkarması cumhurun en vazgeçilmezidir. Bu hak, hiç bir gerekçeyle takas edilemez.

O zaman; Yaşasın cumhuriyet! Yaşasın hakiki hürriyet! Yaşasın adalet ve hakiki temsiliyet!

Adil bir paylaşım olgunluğuna erişmeyi sağlayacak ortak akıl ve müzakerelerle kalbin akla muhabbet aşıladığı iklimde ülkemin çocukları birer zeka yıldızı olarak erdemli pusula misyonu üstleneceklerdir.

Buna inanmanın heyecanıyla düşünmek ve harekete geçmek ne büyük nimet.

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında, ikinci gördüğümüzü de birinci yapacağımız nitelikli ve eşit bir rekabet içinde kardeşçe gök kubbenin nefesinden solumak duasıyla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum