İşte Ayasofya'nın kardeşleri
İmparator Justinyen’in emriyle 537 yılında tamamlanan Ayasofya’nın Anadolu’da, Trakya’da, Makedonya’da pek çok isimdaşı var. Kimi adını sahiplenmiş muhteşem binanın, kimi mimarisini de örnek almış.
Fatih Sınar'ın haberi:
Nika Ayaklanması henüz son bulmuştu. İsyan, on binlerce cana mal olmuş, İstanbul hırpalanmıştı. Geride tarumar bir Ayasofya kalmıştı… Ayaklanmanın üzerinden çok zaman geçmeden imparator Justinyen, harap kilisenin yerine çağlar eskitecek yeni bir mâbet yapmaya karar verir, ulu bir Ayasofya.
Bir gece rüyasında ak sakallı bir aziz görür İmparator. Aksakallı, elinde tuttuğu levhada ona cihana nam salacak mâbedi gösterir. Justinyen, hayallerini aşan bu tasarımı uyanır uyanmaz mimarına çizdirir. Dönemin önemli iki mimarı Trallesli (Aydınlı) Anthemius ve Miletli İsidoros görevlendirilir. 23 Şubat 532’de yapımına başlanan Ayasofya, Atina’dan, Efes’ten, Anadolu’nun birçok eski tapınağından getirilen taşlar kullanılarak, binlerce işçinin emeğiyle 5 buçuk yılda yükselir göğe doğru, yeryüzünün nadide Boğaziçi’sinde. 27 Aralık 537’de cihana armağan edilir. Sonraki asırlarda Anadolu’yu, Makedonya’yı, Trakya’yı Doğu Roma’nın eşsiz Ayasofya’sını esin alan çok sayıda mâbet süsler. Bazısı ‘ilahi bilgelik’ manasına gelen güzel ismini almış Ayasofya’nın, kimi ise mimarisini örnek almış. Bu Ayasofya’lardan biri İstanbul’da, Sultanahmet’in biraz aşağısında Marmara surlarının yanında yer alıyor, Küçük Ayasofya ismiyle. İznik, Trabzon, Enez ve Vize’nin de birer Ayasofya’sı var. Türkiye dışında ise Selanik, Sofya, Ohri gibi Balkan kentleri de listeye eklenebilir. Yolumuz bu kentlerden bazılarına uğradığında güzide Ayasofya’larını da ziyaret etmek düştü nasibimize.
Küçük Ayasofya
Yıllar öncesinden bir romanın satırlarını takip ederek ulaşıyoruz Küçük Ayasofya’ya. 24 odalı avlusundan ney sesi yükseliyor. Gelenler bahçesindeki sedirlerde nefesleniyor.
Bir gözü olmayan kedi ise her gelene sırnaşıyor. Küçük Ayasofya’nın iç mimarisi huzurun maddeye bürünmüş hali gibi. Tarihi yarımadada, Kadırga ve Cankurtaran semtleri arasında kalıyor Küçük Ayasofya. Sultanahmet Meydanı’ndan Marmara Denizi’ne doğru biraz yürümek kâfi ulaşmak için. Ayasofya gibi bu mâbedin yaşı da 15 asrı buluyor. Yine imparator Justinyen zamanında, 527’de, Aziz Sergios ve Aziz Bakhos’a atfen yapılmış. Osmanlı döneminde 1497’de Darüssaade ağası Hüseyin Ağa tarafından camiye çevrilmiş, Müslümanların mâbedi olarak devam etmiş hayatına. Caminin içindeki kemerlerde halen Yunanca kelamlar görülebiliyor.
Selanik Ayasofya’sı
Daha önceleri yerinde küçük bir kilise olan Selanik Ayasofya’sı, 8. asırda İstanbul Ayasofya’sının mimarisi örnek alınarak inşa edilmiş.
Latin istilası sırasında Katolik katedraline dönüştürülmüş olsa da mâbed daha sonra yeniden Ortodoksların ibadethanesi olmaya devam etmiş. Bazı kaynaklarda 1430’da Selanik’in Osmanlılar tarafından alınmasının hemen ardından fethin sembolü olarak camiye çevrildiği söylenir, bazı kaynaklarda ise Osmanlı hakimiyetinde bir süre daha kilise olarak hizmet verdiği yazılır. Ayasofya, Selanik’in simgesi haline gelen Beyaz Kule’nin de yer aldığı, şehri Ege’ye bağlayan kordona yakın ve hareketli bir noktada bulunuyor. Şehrin canlılığı kilisenin avlusuna da yansıyor. Bazıları avluda soluklanırken bir genç gitarıyla parça çalışıyor.
İznik Ayasofya’sı
Etrafı surlarla çevrili kentlerden biri İznik. İstanbul, Yenişehir, Lefke (Osmaneli) ve göle doğru açılan dört kapının kentin merkezinde kesiştiği noktada yer alıyor İznik’in Ayasofya’sı. İstanbul Ayasofya’sı kadar meşhur değil lakin dinler tarihinde yeri ayrı.
325 yılında, Hıristiyanlığın yayılma evresinde çıkan birtakım tartışmaların masaya yatırıldığı birinci konsülün ve 787 yılında ikonoklazm (ikona kırıcılık) tartışmaları sonucu yedinci konsülün burada toplanması, Hıristiyanlık tarihi açısından önemli kılıyor Ayasofya’yı ve İznik’i.
1331 yılında Orhan Gazi, İznik’in alınmasıyla fethin sembolü olarak Ayasofya’yı camiye dönüştürmüş ve mâbed asırlar boyu cami olarak ibadet edenlere hizmet vermeye devam etmiş. Tarihi yapı dönem dönem değişimler yaşamış, bünyesine eklemeler yapılmış. Mimar Sinan’ın bazı düzenlemelerle bu bazilikal yapıya bir bütünlük sağladığı da biliniyor. Mâbet, uzun bir restorasyon sürecinin ardından 2011 yılında yeniden cami olarak ibadete açıldı.
Enez Ayasofya’sı
Türkiye Trakya’sının uç noktası Enez’de, 1960’lı yılların ortalarına kadar kullanılmış fakat bugün harap halde bir Ayasofya var. Fatih Camii olarak da bilinen Enez’in simgesi Ayasofya’nın yapım tarihi net bilinmemekle birlikte Orta Bizans dönemi mimarisine ait olduğu tahmin ediliyor.
Fatih’in 1456’da bu kenti fethinden sonra camiye dönüştürülen yapı, Enez Kalesi’nin en yüksek kısmında yer alıyor. Enez’in gölleri, Meriç Nehri ve Ege seyri var burada. 1960’lı yıllara kadar ibadete açık olduğu bilinen Enez Ayasofya’sı bugün yıkık bir halde Enez’e gelenleri selamlıyor sadece.
Trabzon Ayasofya’sı
Bulunduğu semte ismini veren Trabzon Ayasofya’sı, Latin istilası altındaki İstanbul’dan Trabzon’a gelen Komnenos ailesi tarafından 1250-1260 yılları arasında yaptırılmış. Fatih’in Trabzon’u fethinden sonra da uzun süre kilise olarak hizmet vermeye devam eden mâbed, 16. asrın sonlarında camiye dönüştürülmüş. Geç Bizans kiliselerinin güzel örneklerinden olan mabedin en ilgi çeken cephesi güneyde olanı. Hz. Adem ile Hz. Havva’nın yaratılışı, cennetten kovulması ve Kabil’in Habil’i öldürmesi, kabartma tasvirlerle sahnelenerek binanın güney cephesi süslenmiş. 1960’lı yıllardaki restorasyon çalışmalarının ardından müzeye dönüştürülen Ayasofya, geçtiğimiz günlerde (28 Haziran 2013) yeniden cami olarak ibadete açıldı.