Kainat kitabını en güzel okuyanlar
Kainat kitabının okunmasını köşesinde konu edinen Milli Gazete Yazarı: Nursi kâinat kitabını en güzel şekilde okuyarak tefsir etmiş.
Aydın Başar'ın yazısı:
Kâinat ansiklopedisinin “alâk” maddesi
Bütün hakikatlerin tek kaynağı ve çekirdeği olan Kur’an’ın indirilişine şahit olduğu için Kadir gecesi Kur’an’da bin aydan daha hayırlı olarak nitelendirilmiştir. Kur’an’ın inen ilk ayetleri insanlığın yeni vahiy ile yani Kur’an’la tanışmasının ilk müjdesi olmuştur. Bu bakımdan ayrıca bir öneme haizdir.
"Yaratan Rabb’inin adıyla oku!" (Alâk, 1) Cebrail Aleyhisselam’ın Efendimiz’i sıkarak ona tekrar etmesini söylediği bu ayet, Kur’an’ın ilk inen ayetidir. Bu ayetteki "İkra" (oku) emri müfessirlerce Hz. Peygamber’e Cebrail’in getirdiği "Kur'an’ı oku" şeklinde anlaşılmakla birlikte mefulünün olmayışı itibariyle farklı şekillerde de tefsir edilmiştir. En yaygın anlama şekillerinden birisi de bütün müminlere "ilim tahsili yapın" şeklindeki bir öğüt ifadesi olarak anlaşılmasıdır.
Bazı mutasavvıflar ve İslam arifleri buradaki "oku" emrini geniş bir mana dahilinde izah etmişler ve bu emri kainattaki mahlukatın yaratılış hikmetlerini düşünme telkini olarak anlamışlardır. İnsan ilk olarak tabiata bakar yaratılmışları görür, bu gördüklerinin her birisi Yaratıcı’yı gösteren birer işaret olduğundan onları yaratanın kudretini düşünür. Sonra bu düzen içerisinde kendisini sorgular ve kendi kendine sorar "ben kimim?" diye... Kendisini çözümler, kendi üzerinde düşünür ve nihayet, "Kendini bilen Rabb’ini bilir" hadis-i şerifinin mucibince Rabbi’ni bilmeye doğru gider. Bu bakış açısıyla insana yapılan "kâinatı oku" telkinini şu şekilde hülasa edebiliriz:
Ey insan! Yeryüzünde yaşarken bilinçsiz varlıklar gibi düşünmezlik yapıp da sakın ha başıboş gezme! Yeryüzünde olan biteni anlamaya ve ondaki hikmetleri bulmaya çalış! Marifete yani Hakk’ın bilgisine yaklaş! İlimden kokla! Tabiatın her bir parçası Halık’ının varlığına ve O’nun vahdaniyetine birer işarettir. O halde tabiat kitabını da oku! İnsana baktığında fıtratında, Yaratıcı’yı tanımaya olan apaçık meylini görürsün, öyleyse insanı da oku! (Bkz. Rum, 30)
İnsanların tabiatı ve varlığı okuma düzeyleri birbirinden farklıdır. İnsanların tabiatı okuyup onun hikmetlerini sezmeleri ve bu vesileyle Yaratan’ını bulmaları için Kur’an bazı ipuçlarını vererek insanlığın tabiatı okumasına yardımcı olur. Bu bağlamda Kur'an’da bildirilen yaratılış hikmetlerini insanın düşünmesi zaten kâinatı okuması demektir. Mesela Kur’an’daki şu ayet insanları kâinat kitabını okumaya yönlendirir: "O sabahı aydınlatandır. O, geceyi dinlenme zamanı, Güneş ve Ay’ı (vakitlerin tayini için) birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu, aziz olan (ve her şeyi) pek iyi bilen Allah'ın takdiridir." (Enam, 96)
İslam âlimlerimiz de bazı ibretlik vakıalara dikkat çekerek kâinat kitabını en güzel şekilde okuyarak tefsir etmişlerdir. İşte sizlere Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinden hikmet dolu bir örnek:
"Horoz aç olduğu halde tavukları nefsine tercih edip bulduğu rızka onları çağırır, yemez onlara yedirir. Ve bir şevk ve iftihar ve telezzüz ile o vazifeyi gördüğü görünür. Demek o hizmette yemekten fazla bir zevk alır. Hem küçük yavrularına çobanlık eden tavuk dahi yavrularının hatırı için ruhunu feda eder, ite atılır. Kendini aç bırakıp onları doyurur...,...Bak başında çok süt konserveleri taşıyan hindistancevizi ve incir gibi meyvedar ağaçlar, rahmet hazinesinden lisan-ı hal ile süt gibi en güzel bir gıdayı ister, alır, meyvelerine yedirir, kendi bir çamur yer..., ...Mesela hortumlu sivrisinek dünyaya geldiği dakikada hanesinden çıkar, durmayarak insanın yüzüne hücum eder, uzun azasıyla vurur ab-ı hayat fışkırtır, içer. Hücumdan kaçmakta erkân-ı harb gibi maharet gösterir. Acaba, bu küçük tecrübesiz, yeni dünyaya gelen mahlûka bu sanatı ve bu fenn-i harbi ve su çıkartmak sanatını kim öğretmiş?" (Mesnevi-i Nuriye, s,137,139)
İmam-ı Gazali hazretleri de yaratılmışlardaki hikmetleri ibretlik bir dille şöyle anlatır: "Allah-ü Teala (c.c.) insanda iki el yaratmıştır. Bu eller eşyayı alabilecek şekilde uzun fakat kazık gibi olmayıp uzanıp, toplanmak ve istedikleri şekilde hareket edebilmeleri için eklemeleri vardır. Ayrıca bu ellerin uçları yassı ve enli olup bunların da uçlarına beş tane parmak eklenmiştir. Bu parmakların kendilerine has hareket ve ek yerleri olduğu gibi bir arada veya karmakarışık şekilde yapılmış değillerdir. Çünkü o zaman maksada elverişli olmazlardı. Dördü bir arada başparmak ise ayrıdır. Aynı zamanda bütün diğer parmakların etrafında devredecek durumdadır. Bu eller öyle bir düzenle yaratılmış ki açtığın vakit kürek, az yumduğun vakit kaşık, tamamıyla kapadığın vakit düşmana vuracak şekilde bir yumruk ve silahtır. Parmakları korumak ve daha ince şeyleri yerden alabilmek için, bir de uçlarında tırnaklar yaratmıştır..." (İhya-u Ulumi’d Din, c.4, s.210)
Timaios’ta filozof Eflatun kâinattaki mükemmelliklerden birisini şöyle anlatır: "Başlangıçta ciğer yumuşak ve kansızdır, aynı zamanda hava ile içilen şeyleri içine almak için, bir sünger gibi delik delik oyulmuştur. Böylece kalbi soğutur, kalp ısınınca da ona serinlik, askinlik verir." (Çeviren: Erol Güney, Lütfi Ay, İstanbul, 1997, s.100) Yine bu bağlamda Descartes "Tanrı’nın kudret ve iyiliğini göstermeyen hiçbir şey bulunmaz." (Metafizik Düşünceler, Çev: Mehmet Karasan, s.259) der.
Kâinat kitabında her şey mükemmeli bir uyum içerisindedir. İslam kelamcıları kâinattaki bu uyumu Yüce Allah’ın varlığının delili olarak zikretmişlerdir. Kur’an ilk inen ayetinde "oku" dedikten sonra buna "Yaratan Rabbin’in adıyla" kaydını koymuştur. Çünkü kâinat kitabı bu kayıt olmadan layıkıyla okunamaz. Yani sebepler zincirinin en başında Yüce Allah zikredilmeden kâinattaki hiçbir şeye bir anlam yüklemek mümkün değildir. Bir sonraki ayette ise "O insanı alâktan yarattı" (2) buyurarak kâinatta okunması gereken ibretlik bir duruma dikkat çeker. Bu durum insanın nasıl tek hücreyken çoğalarak meydana geldiğini düşünmemize vesile olur.
Bu ayetteki "alâk" kelimesi bazı yerlerde "kan pıhtısı" olarak meallendirilse de onun kan pıhtısı olduğunu söylemek doğru olmaz. Onun "rahim duvarına yapışan canlı hücre" olduğu yönündeki görüş daha kuvvetlidir. Bekir Sadak Hoca "alâk" kelimesinin şu anlamlarına dikkat çeker: "Alaka" bir şeyin askıya asılması anlamına gelir. İki şeyin birbirine geçmesi; alaka kurması demektir. Bebeğin oluşumuna baktığımızda spermanın biri rahmin duvarına yapışınca, öbürü de ceketin askıya asıldığı gibi ona asılınca oluşum başlar. Yani her ikisinin birleşmiş/alaka kurmuş halidir bu.
Cenab-ı Allah burada insanın yaratılışındaki hikmetleri düşünmemizi ister. Bir başka ayette de şöyle buyurur: "İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmedi mi de şimdi apaçık bir hasım kesildi" (Yasin, 77) Yaratılışta bütün insanlar aynı basit sudan yaratıldığı halde Rabbi’ne düşman olan bazı insanlar yeryüzünde "üstün soy" ve "üstün ırk" gibi iddialarda bulunurlar. Bu tip iddiaları taşıyan insanların bilinçaltında bir "aşağılık duygusu" olsa gerektir. Irkçılığın temelinde şeytani bir üstünlük aldatmacası yatmar. Nitekim İsra Sûresi 61’de şöyle buyurulur: "Meleklere; Adem’e secde edin demiştik, İblis’ten başka hepsi secde ettiler. İblis ‘çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?’ demişti."
Bununla beraber Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde, bu ayetteki "alâk" kavramının "muhabbet ve aşk" anlamına da gelebileceğini söyler. İslam filozoflarından İbni Sina’ya göre eğer Yüce Allah insanlar arasında "aşk"ı yaratmasaydı, insanlar için türün devamını sağlamak, büyük bir külfet olurdu. Bu nedenle bu kavramı Elmalılı Hamdi’nın dediği gibi "aşk ve muhabbet" mânalarında anlamak da mümkündür. Yüce Allah neslin dünyada devamını sağlamak için kadın ve erkeğe birbirine karşı aşk ve muhabbet vermiştir.
Hekimoğlu İsmail kâinat ansiklopedisinin ibretli konularından "alâk" maddesi hakkında şöyle söyler: "Anne karnındaki ilk hücre bir noktaya tutunması lazım ki; çocuğun göbeği teşekkül etsin, buradan beslensin. Aklı, gözü olmayan, mikroskopla görülecek kadar küçük olan bu hücrenin böyle bir noktayla alakadar olması, onu bulması Rabb’imizin hakimiyetini gösterir. O tek hücreden Yüce Allah (c.c.) milyonlarcasını yaratırken, çocuğun kemiklerini yapıyor, elini, ayağını, gözünü, kulağını yaratıyor, kalbini yapıp sonra ona hareket veriyor, şehrin su şebekesi gibi çocuğun vücuduna kan damarlarını telefon telleri gibi sinir sistemini döşüyor; embriyon safhaları..." (Zaman gazetesi, "Dostlarla Sohbet")
Yaratılışın bir uzantısındaki insan oluşumunun merhalelerini bir de bu gözle okumakta fayda vardır. Nitekim "alâk"tan bahseden ayetten bir önceki ayette "oku" denilmesinin bir takım hikmetleri olsa gerektir.
Milli Gazete