B. Said ÇİFTÇİ

B. Said ÇİFTÇİ

Kanal Şeş’e şaşı bakmak, şimdi 'Münâzarât'ı anlama zamanı

Korkutulmuş kuşakların çok korkmuş çocuklarıyız. Korku ile büyütüldük. Korku ile ürkütüldük. Korkular içinde yaşlandık. Babalarımızın, öğretmenlerimizin, büyüklerimizin ürettikleri; varlıkları asla görülmeyen ama var oldukları farz edilen gulyabanilerle korkutulduk hem de. Çünkü bizi korkutanları da korkutan birileri, onları da korkutan başka birileri, bunları da korkutan daha başka birileri oldu hep. Kısacası “kahraman ve cesur” olan bu millet kendi kendine korkutanlar bürokrasisini oluşturdu son yüzyılda.

Korkularımızı ve itaat duygularımızı kullanan efendilerin, beylerin, paşaların kulu kölesi olduk. Vergilerimizle besledik, ellerimizle yücelttik ve o saygın güruha itaatte asla kusur etmedik. Çünkü onlar bizi bizden daha çok düşündüler. Yemediler içmediler bize kimlerden korkmamız gerektiği söylediler. Yatmadılar uyumadılar vatandaşlarını korudular sürekli. Bizi ısıracak bolca öcü gösterdiler. Alacakaranlık kuşağı bir siyasal ortam oluşturdular. Olsun, onlar da bizim iyiliğimiz içindi. Zaten şeffaf, açık seçik bir rejim olsaydık kusurlarımız gözükür, kırılan kol yen içinde kalmayıp dışarı fırlardı. O zaman pusuda bekleyen düşmanlarımızın maskarası olmaz mıydık? Oysa hava öyle flu olmalıydı ki, hiçbir insan gözükmemeliydi. Bizi ham etmesi muhtemel sapık fikirli insanları ortadan kaldırdıklarında bunu kimin yaptığı belli olmamalıydı.

En kritik korkularımız ise sonradan üretilenlerdi. Türkün Türk’ten başka dostu, ayıdan başka postu olmazdı. Eh, öyle olunca da Adriyatik’ten Çin Seddine değin Türkçe konuşulmalı, başkaca diller de düşman ilan edilmeliydi. En büyük korkumuz da Kürtçe konuşmak, Kürtçe şarkı söylemek, Kürtçe düşünmek, Kürtçe bakmak…tı. Aramızda kim Kürtçe konuştuysa hemen o meşhur etiketimiz vurulmuştu yüzüne: “Bölücü.” Doğuda Kürtçe konuşan biri, Batıdaki Yunanlı tehlikesi kadar tehlikeli, güneyde Arapça konuşan biri de Kuzeydeki Rus tehdidi kadar tehditkârdı. Dört tarafı düşmanlarla çevrili ama bizi bizden daha çok düşünen efendilerimiz tarafından yönetilen bir ülkede vatandaş olmak öyle her fâniye nasip olur muydu?

Kürtçe konuşmak, Kürtçe şarkı söylemek, hatta en temelde Kürt olduğunu söylemek ya da yazmak yasaklandı da ne oldu? İşte o korkutan devlet şimdi Kürtçe yayın yapan bir TV kurdu. Ne oldu? Ulusal egemenlik mi sarsıldı? Bölünüp parçalandık mı?

“Kürtçe TV yayını yapılacaksa bunu da biz yaparız netekim!” anlayışıyla ortaya çıksa da TRT Şeş’e yayın hayatında uzun ömürler dilerim. Ha, ayrıca bu nazik davranışından dolayı da ulu devleti tebrik ederim.

Demek ki oluyormuş. Doğunun gerçeğini anlamak zor değilmiş. Esas zor olan anlamazlıktan gelmektir. Hem zor hem de ayıptır. Emin olunuz ki, Doğu insanı Ankara’dakilerden daha demokrattır.

Şimdi TRT Şeş ile açılan bu kapıdan girip katedilecek yola bakmak lazım. Bu yolda dikenler, taşlar, kayalar, bariyerler var; hem de istemediğiniz kadar. Başta devlet olmak üzere, tüm siyasiler, sivil toplum ve Doğu insanı da bir samimiyet testinden geçecek. Devletin bu teşebbüsünde samimi olduğunu farz ederek önerim şudur:

Doğu insanına yüz yıl öncesinde meşrutiyeti, demokrasiyi, hak ve özgürlükler konusunu ders verip kitleleri uyandıran; cehaletin, fakirliğin ve ihtilafın zararlarını anlatıp, eğitime ağırlık veren; bunun için Medreset-üz-zehra projesini Cumhuriyet öncesinde ve Birinci Meclis’te de sunan Bediüzzaman’ın mesajlarına kulak vermenin zamanıdır. Onun toplumsal uzlaşma çağrısına lütfen kulak tıkamayınız. Çünkü Kürtler Bediüzzaman’ı severler ve dinlerler. Bediüzzaman’ı dinleyen bir Kürt Kürtçü olmaz; Türk de Türkçü olmaz.

Şimdi Bediüzzaman’ın Münazarat isimli kitabını daha çok mütalaa etmeye, belki Kanal Şeş’e Münazarat’ tan projeler sunmaya ihtiyaç var. Ha, biz hazırlayıp sunalım da varsın onlar yayınlamasın!

Sadece Kürtçe yayın yaparak “birlik ve bütünlük” sağlamak yeterli mi? Hatta Kürtlerin sadece Kürtçe şarkı söylemeye ve dinlemeye mi ihtiyaçları var? Esas ihtiyaç onların demokratik toplumu oluşturmada katılımcı demokrasinin bilinciyle yaşamalarını sağlamak ve bu tür iletişim yollarını bu amaçlar için kullanmaktır. Yani toplumsal uzlaşma yolunu açacak formüller gerekiyor. İşte reçete de Bediüzzaman Said Nursi’nin Münazarat isimli kitabındadır.

Bediüzzaman tam 100 yıl önce bakın Münazarat’ta neler diyor:
“Ey ehl-i hamiyet, anlayınız! Kürt ve emsâli fikren meşrûtiyetperver olmuş ve oluyorlar. Lâkin bâzı memurun fiilen meşrûtiyetperver olması müşküldür. Halbuki, akılları gözlerinde olan avâma ders veren fiildir. “ (s. 20)

“Bazı memurin” (şimdi) Ankara bürokrasisidir. Bürokrasi kime hizmet ediyorsa onun borusunu çalıyor çünkü. Dünyada her şey değişiyor, ama bizde değişmeyen Kemalist bürokrasidir. Üstelik değişimin, AB yolunda mesafe almanın en büyük engeli de şimdi bunlardır.
Son yıllarda Kürtler demokrasi âşığı oldular; ama Kemalistler asla demokrat olamıyorlar.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.