Kendisini dünyada rezîl edecek azâbın kime geleceğini ileride bileceksiniz!

Kendisini dünyada rezîl edecek azâbın kime geleceğini ileride bileceksiniz!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Hud Suresi 35-39. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

35 . (Habîbim, yâ Muhammed!) Yoksa: “Onu (o Kur’ân’ı, kendisi) uydurdu” mu diyorlar? (1) De ki: “Eğer onu uydurduysam, artık günâhım banadır; fakat ben sizin işlemekte olduğunuz günahlardan uzağım!”

36 . Nûh’a da şübhesiz şöyle vahyolundu: “Kavminden, gerçekten îmân etmiş olanlardan başka kimse aslâ îmân etmeyecek; öyle ise onların yapmakta olduklarından dolayı üzülme!”

37 . “Bizim nezâretimiz altında ve vahyimiz ile gemiyi yap ve zulmedenler(in bağışlanmaları) hakkında bana (bir şey) söyleme (onlar için yalvarma)! Çünki onlar (pek yakında) suda boğulmuş (olacak) kimselerdir.”

38 . (Nûh) gemiyi yapıyor; kavminden bir gürûh da yanından geçtikçe onunla alay ediyorlardı. (Nûh) dedi ki: “Eğer (siz) bizimle eğleniyorsanız, sonunda şübhesiz biz de (Allah’ın azâbı geldiği vakit) sizinle, bu alay etmekte olduğunuz gibi alay edeceğiz.”

39 . “Artık kendisini (dünyada) rezîl edecek azâbın kime geleceğini ve (âhirette) devamlı bir azâbın kimin başına ineceğini ileride bileceksiniz!”

1- “Kur’ân’ı, beşer kelâmı (insan sözü) farz etmek: Lâzım gelir ki, âsârıyla (eserleriyle), te’sîrâtıyla (te’sirleriyle), netâiciyle (netîceleriyle) âlem-i insâniyetin bilmüşâhede (herkesin şâhid olmasıyla) en ruhlu ve hayat-feşân (hayat veren), en hakîkatli ve saâdet-resân (saâdet veren), en cem‘iyetli (hakîkatleri zengin) ve mu‘ciz-beyân (ifâdesi mu‘cize) ve âlî (yüksek) meziyetleriyle yaldızlı bu Furkān’ın (hak ile bâtılı ayıran Kur’ân’ın) gizli hakîkati, hâşâ, muâvenetsiz (kimseden yardım almayan), ilimsiz bir tek insanın sahtekâr, âdî (basit) fikrinin tasnîâtı (sun‘î eseri) olsun ve yakında onu temâşâ (seyr) eden ve merak ile dikkat eden büyük zekâlar, ulvî (yüksek) dehâlar ondan hiçbir zaman hiçbir cihette sahtekârlık ve tasannu‘ (sun‘îlik) eserini görmesin! Dâimâ ciddiyeti, samîmiyeti, ihlâsı bulsun!

Bu ise, yüz derece muhâl (imkânsız) olmakla berâber, bütün ahvâliyle (hâlleriyle), akvâliyle (sözleriyle), harekâtıyla bütün hayâtında emâneti (güvenilirliği), îmânı, emniyeti, ihlâsı, ciddiyeti, istikāmeti (doğruluğu) gösteren ve ders veren ve sıddîkînleri (dosdoğru evliyâları) yetiştiren, en yüksek, en parlak, en âlî haslet (yüksek ahlâk) telakkî edilen ve kabûl edilen bir Zât’ı (Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı), en emniyetsiz, en îmansız,en ihlâssız, en i‘tikadsız (inançsız) farz etmekle, muzâaf (iki katlı) bir muhâli vâki‘ (imkânsız bir şeyi olur) görmek gibi, şeytanı dahi utandıracak bir hezeyân-ı küfrîdir (küfürden gelen bir saçmalamadır).” (Mektûbât, 26. Mektûb, 113-114)