Cezmi HUYUT
Kılıçdaroğlu sarık sarsın
Halkçı geçinenler, batı insanını takipte milletimizin mukadderatında, bilhassa milletçe verdiğimiz kurtuluş savaşından sonra hükmettiği yıllarda önemli rol almış bir zümredir.
Bu dindar millete asırlarca gittiği yolu terk ettirmeye çalışmış ve kendi yürüyüşünü unutturduğu gibi başka yürüyüşü de öğretememiş bir zihniyettir.
Halkçılar batıdan esen maddiyunluk hastalığının sıtmasına tutularak ve çok yanlış bir değerlendirme ile dinimizi, dilimizi hatta alfabemizi ve sair manevi değerlerimizi geri kalmışlığımıza sebep göstermişlerdir.
“Halkçılar olarak köhnemiş ananelerimizden (tüm manevi değerlerimizi kast ediyor) bu milleti kurtarmak istiyoruz” diyen İnönü’nün beyanatından bunu anlamak mümkündür.
İşte Halkçılar iktidarda oldukları ve ondan sonra muhalefetteki zamanlarında, manevi değerlerimizin tahribine, yozlaşmasına, tağyirine var kuvvetleriyle çalışmış oldukları bir vakıadır.
Halkın maddi manevi değerlerine rağmen ve bilakis zıddına olarak halk için.
Onlara göre, halk cahildir, kabadır, akledemezdir, yontulmamış taş gibidirler.
Koca bir milleti ve yüz binler ordularını kabiliyetsiz ve beceriksizlikle itham edip milletin emeğini, şerefini ve zaferini bir kişiye verdiler.
Ekalliyetteki bu zihniyet, öyle bir zihniyettir ki, onların âleminde, halkın kalbi ve kalp yapısı yoktur. Kalp ve kalbe bağlı vicdan yapısı, yani ruh ve ruha bağlı latifeler ve bunların asırlık terbiyevi sistemleri anlamsız şeylerdir.
Öyle bir zihniyet ki halkın belinden yukarı çıkamamış, nefis ve batnın ve fercin tatminini gaye-i maksat etmiştir.
Maddeci ve şekilcidir. Mana ve maneviyatı, çekirdeği ve özü tanımamış, oraya nüfuz edememiş, şekilcilikte, kabukta boğulup kalmıştır.
Basiretsiz bir bakışın sahibidir ki sanata bakmış sanatkârı anlamamış, vücuda bakmış içini görememiş, surata takılmış sireti ve ahlak-i İlahiyeye yabani bakmıştır.
Tahayyülden, tasavvura yuvarlanmış, ama bir türlü akletmeye geçememiştir. Ölçüp biçmeden, kesip asmış, kumaşı berbat edip elbiseyi sakat etmiş bir zihniyettir.
Halkçı geçinen zihniyette adeta renk körlülüğü vardır. Halktaki çok renkliliğe mütehammil değillerdir. Onlara göre millet tek renk, tek fikir, tek yapı ve tek kafada olmalıdır. Bunun için de siyaha âşıktırlar, ondan maada renk bilmez ve tanımazlar, tanımakta istemezler.
Değişik renkliliği zenginlik olarak anlayamamışlardır. Yani etnik farklılıklara pek hoşgörülü değillerdir. Onlara hep mütehakkimdirler, söz hakkı tanımak istemezler.
Diktatörler, başka fikirlere, görüşlere hayat hakkı tanımak istemezler. Zira değişik fikirleri karanlık bulur, çağ dışı kalmışlıkla itham eder ve ileri gitmeye büyük mânia olarak görürler. Nur’a, Nur saçanlara düşmandırlar.
Osmanlının çok renkli mahiyetini, ruh yapısını ve manasını anlamak istemeyen bu zihniyet, cihan imparatorluğunu ve cihan medeniyetini, çok kısa zamanda kabile devleti ve medeniyetine döndürmeğe muvaffak oldular.
Sahraları, dağ ve ovaları bir köy bağına çevirdiler. Denizi tasa soktular. Reddi miras edip miras yedi oldular.
Ne Avrupalı gibi laik, ne de şarkın kalbi ve safi insanı gibi saf oldular. İki arada bir derede kaldılar. En kara kara haletler içerisinde, dünyaya yön ve aydınlık dağıtan bir milleti en kara hallere düşürdüler üç, dört nesli mahvettiler, sermayesini zayi ettiler.
Cihanda Sulh dediler, içte ve dışta düşmanlıkta karar kıldılar. İrtica, mürteci diye hayali düşmanlar icat ettiler, Donkişot’un değirmen yelkenleriyle savaşması gibi camilere tağiyane saldırdılar. Haraç mezat sattılar.
Padişahı kovduk Cumhuriyeti kurduk diye horon teptiler. Bir padişahlığı kaldırıp, her kurumu bir padişahlık ettiler. Hâkimiyet milletindir deyip hep kendileri halka hükmettiler.
Halifeliği süpürüp Avrupa’nın tekniğini sanatını değil, birikmiş bin yıllık ahlaki ve inanç pisliğini miskü anber sayıp sel gibi ana doluyu istilasına kapıları açtılar.
Ekilen inkâr, kin ve nefret tohumları ile önce sağcı, solcu, sonra laik anti laik şimdide irticacı ve çağdaş diye halkları kamplaştırmaya koydular.
Halkçı geçinenler, zihniyetlerini ve düşüncelerini iktidarları zamanında manisiz ve müdahalesiz bu milletin başına geçirdiler. Sonra ne oldu?
Her ne hikmetse hep halktan yanayım diyenler, buna halkı inandıramadı. Halk bunları hep kendisine yabani gördü ve inandırıcı bulmadı.
Zira halkçı geçinenlerin,”halkçıyız” iddialarının sözde olduğunu, her fırsatta halka rağmen iş yaptıklarını ve halkın sırtında boza pişirdiklerini ve şerden maada bir şey yapmadıklarını, sağır sultan duymuş körler bile görmüştü.
Halkta eline imkân ve fırsat geçtiği anda bu halkçılara öyle bir cevap verdi ki sesi Çin’den duyuldu.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle “bu millet ihtiyarıyla o partiyi başa geçirmez.” Nitekim de öyle oldu. Üstadın ne derece ferasetli ve ileri görüşlü olduğunun binler misalinden birisi de budur.
Bu necip millet, Halkçılara 1950’de dur dedi ve onları sandığa gömdü. Altmış senedir bu millet iradesi ile isteği ile bir daha onları iktidar yapmadı.
Mesleği halka rağmen olanlar hiç boş durmadılar. Her fırsatta Millet iradesini boşa çıkarmayı şiar edindiler, ihtilallerden, kargaşadan ara rejimlerden medet umdular.
Şimdi, halkçı zihniyet yeni bir lider buldu ve umudunu bu liderin kasketinde bağladı. Hâlbuki bu kasketin çıkışından bu güne millet bu kasketten ne hayır gördü.
Kaskette ne fayda var. Kılıçdaroğlu kafasına taktığı kasketin kerametini bir anlatsa da dinlesek. Lenin hayrını gördü mü bu kasketin?
İlk çıkışında yüzlerce başı gövdesinden etti bu kasket. Ecevit’in kasketinin altında da yokluklar, kuyruklar çıktı. Kılıçdaroğlu’nun kasketinden tavşan mı çıkacak?
Kasketin altından, geçmiş altmış senelik hadiselerin tokatlarıyla zihniyet düzelmesi çıkarsa ne ala, aksi halde bu millet o kasketi takmaz, zaten takmıyor da.
En iyisi Kılıçdaroğlu sarık sarsın. Belki biraz inandırıcı olur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.