Kim muhatap alınmalı?

Bu sorunun abes olduğunu biliyorum. Zira, önce bu sorunu çözmek için devletlülerimizin ve sorunun nesnesi konumundaki kişilerin, sorunu çözmek isteyip istemediklerini bilmemiz lazım. Yani, sorunu çözme iradesi var mı yok mu?

Devlet aygıtı dışında bir veya birden fazla faktör, devreye alınacak mı alınmayacak mı? 80 yıldır sürdürülen bir inkar politikası sürdürülecek mi sürdürülmeyecek mi? Asıl sorulması gereken sorular bunlardır. Bu sorular sorulmadan ve cevaplar bulunmadan yukarıdaki soruyu sormak anlamsızdır.

Evet tahmin edildiği gibi, Kürt sorununda söz ediyorum. Yirmi yılımızı, bu sorunun bir ‘güneydoğu sorunu’ mu yoksa ‘kürt sorunu’ mu olduğuna hasrettik. Kürtçe diye bir dil olduğunu söyleyenleri, ‘kürtçü’ ve bölücü olarak kabul ettik. Ve sorunu ‘güneydoğu sorunu’ olarak kabul edince, sorunu çözdüğümüzü zannettik. Yıllar geçtikçe, bu dediklerimize kendimiz de inanmamaya başladık ve yıllar boyunca kendi kendimizi kandırdık.

Çözüm için özne olacağımıza nesne olduk. Böylece birileri de sorunu sahiplenip, kimi dağa çıkarak çözüm bulduğunu sandı; kimileri de onların sözcülüğüne soyunarak çözüm bulduğunu sandı. Böylece asıl sorunu çözmesi gerekenler, çözüm mercii olmaktan uzaklaştı; ikincil derecede olanlar devreye girip söz sahibi olmaya çabalamış oldu.

Asıl sorunu çözmesi gerekenler, devlet aygıtı içerisinde yer alan atanmış ve/veya seçilmiş organ ve kişilerdir. Bunlar, milletvekili düzeyinde olan kişiler ve sivil toplum kuruluşlarından da istifade edip, sorunu çözmeye çalışmalıdır.

Bu konuda, son yıllarda sarf edilen çabaları küçümsemiyorum. Ancak, yapılan bir çok müsbet icraattan sonra, bazen de ‘bir çuval inciri berbat edecek’ icraatlar sergilenebiliyor. Hükümetten bağımsız hareket ediyor izlenimi veren, güneydoğudaki emniyet güçlerinin KCK gibi operasyonları ya da Hükümet, çözüm için ‘masaya oturma’ya bu kadar yaklaşmışken, ‘dağdakiler’in adeta hükümeti masadan uzaklaştırıcı eylem ve hareketleri hep şüpheli hareketler. Bütün bunlar, tarafların şuursuzca yaptıkları eylemler olabildiği gibi, her iki tarafın ‘derin’ mercileri tarafından uygulanan kararlar da olabilir. Her iki taraf da sorunun kendi ‘derin’liklerindeki kısmını çözmedikçe, sorun daha da şiddetlenerek devam edecek gibi görünüyor.

Sorunun çözümü için, sorunların temel sebeplerinin tespiti yapılmalı. Şu sıralar, kimin eli kimin cebinde belli değil. Sorunun kaynağı bulanık görünüyor. Kim ne istiyor belli değil?
Kimin ne istediği belli değil, ancak, ayrılıktan federasyona kadar bir sürü tartışma da yaşanmıyor değil. Bütün bu tartışmalar arasında göz gözü görmüyor. Toz, dumana karışmış gibi görünüyor. ‘Demokratik özerklik’ diye hukuken içeriği doldurulmamış kavramlar, ‘mahalli idarenin güçlendirilmesi’, anayasal vatandaşlık, anayasada Türk-Kürt isimlerinin beraberce zikredilmesi, Kürtlerin ‘duygusal’ olarak değil gerçekten ayrılması, federasyon vs. vs.

Yukarıdaki konular, belli mahfillerde hararetle tartışılıyor. Yeni anayasa çalışmaları konusunda, beyin jimnastiği yapılan yerler, iktidar ve muhalefetin özel toplantılarında bu tür konular hep tartışılıyor. Özel toplantılarda tartışılmasına rağmen, mikrofonlara konuşunca, insanlar farklı davranıyor. Özel toplantılarda, Kürtlerle omuz omuza görüntü çizenler, basın karşısına geçince ‘vatan millet Sakarya’ muhabbetine devam ediyor.

Başlıktaki soruyu yeniden sormanın tam da zamanıdır. ‘Kim muhatap alınmalı?’ Neden ‘şimdi bu soruyu sormanın zamanıdır’ diyorum? Çünkü, bu tür kaotik zamanlarda, kimin ne istediğini anlamak için ciddi bir analiz yapılmalıdır. Ve soru halka sorulmalıdır. Halk dediğim, sorunun nesnesi durumundaki güneydoğu halkıdır. Tam da demokratik özerkliğin ilan edildiği ileri sürülen coğrafyadaki halktan söz ediyorum. Yani herkesin ‘masaya oturmak’, ‘imralı ile görüşmek’, ‘milletvekillerini muhatap almak’ gibi çözüm teklifleri yaptığı bir ortamda, asıl seçici ve asıl karar verici olan halka sormak ve halkın hakem olmasını istemek belki gerilimi yumuşatabilir. Gerilim biraz azaldıktan sonra da konuşmaya başlayabiliriz.

Belki de o bölgeye has bir referandum (plebisit) yapılabilir. Ve bu çözüm önerileri halka sorulup, halkın cevabına göre çözüm şekillendirilebilir. Halka sorulan sorularda, en yüksek oyu alan öneriden itibaren, çözüm için çalışmalar başlatılabilir. Yukarıda dediğim gibi, teklifler, çözüm önerileri havada uçuşuyor. Bu yüzden çözüm için önerilerin bir kısmının ne olduğu anlaşılamıyor. Ama yüksek sesle telaffuz edilen çözümler yazılı ve görsel medyada yansıma buluyor. En fazla telaffuz edilen çözümler-çözümsüzlükler üç ana başlıkta toplanabilir.

1-Kürtlerin hakları, anayasal statüye bağlansın. Anayasada ‘Türk’ kelimesi nasıl geçiyorsa, ‘Kürt’ kelimesi de öylece geçmeli. Bu, bir tür anayasal vatandaşlığı ifade ediyor. Ya da anayasada, ‘Türk’ kelimesi gibi, ulus veya etnik bir aidiyete hiçbir atıf yapılmamalı.
2-Kürtler ve belli bir coğrafya,  tamamen ayrılsın ve ayrı bir devlet olarak tanınsın. Belki bu fikir çok aykırı gelecek. Ve belki bunu savunan çok az bir grup olacak, ama çözüm önerileri arasında yer aldığı için bunu da vatandaşa sormak durumundayız. Ta ki, vatandaşın ne kadarı ayrılık istiyor? Bunu bilmek gerekiyor. Aksi halde, vatandaşın ne dediğini bilmeden, herkes vatandaş adına bir sürü senaryo üretiyor. Yoksa vatandaşın mesela yüzde onu ayrılık istiyorsa, bazıları bunu yüzde 60-70 gibi gösteriyorsa, vatandaşın bu soruya vereceği cevap, bütün yanılgıları bertaraf edecektir.
3-İlan edildiği ve fakat henüz içi doldurulmamış olan, Demokratik özerklik önerisi.

Bu her üç konuya vatandaşın kaçta kaçı meylediyor? Ve vatandaş çoğunluğu nerede tecelli ediyor? Bunun bilinmesi gerekir. Tabii ki bu referandumdan önce, her türlü tartışma ve her türlü fikrin özgürce tartıştığı ortamlar olmak şartıyla. Bu sorular, belki de bir anketle de tespit edilebilir. Ancak, vatandaşın kendisini baskı altında hissettiği yerlerde, anket sorularına ne kadar özgür cevaplar vereceği tartışmalıdır. Baskı altında, kepenklerini kapatmak zorunda kalan vatandaşın, bir anket sorusuna özgürce cevaplar vermesi zor görünüyor. 

Vatandaşın tercihini doğru anlamak bakımından, referandumda sorulacak sorulara sadece ‘evet’ ve ‘hayır’ şeklinde cevaplar yerine, vatandaşın önüne birden fazla tercih koyup eğilimlerin öğrenilmesi faydalı olacaktır. Belirleyici vatandaş olacağından dolayı, ‘kim muhatap alınmalı?’ konusunda, bölgenin partisi de devlet de, bu tercihin doğrultusunda politika yapmak zorunda hissedecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum