Mustafa AKYOL
Kim şehit kim değil?
MHP lideri Devlet Bahçeli, “şehit” kavramının “ayağa düşürülmesine” karşı çıkmış. Bilhassa Hrant Dink’in “şehit” diye anılmasına tepki göstererek bir insanın şehit sayılabilmesi için Müslüman olması gerektiğini şart koşmuş.
Peki Bahçeli haklı mı?
Bence değil. Çünkü “şehit” kavramının taşıdığı iki ayrı anlamı var ve her birinin kendi içinde tutarlılık taşıması mümkün.
İlk anlam, kuşkusuz şehitliğin aslî, yani İslamî manası. Kur’an’a göre şehitler, “Allah yolunda öldürülenler”dir. Bu yolun da, Allah rızası için İslam’ı savunmak, yaymak, zulmü engellemek gibi yine Kur’an’da işaret edilen esasları vardır.
Bu manasıyla şehitliğin salt dini bir paye olduğuna kuşku yok. Dahası, her dini payede olduğu gibi burada da “niyet”in belirleyici olduğu, kalpleri bilen sadece Allah olduğu için de, kimin şehit olduğunun mutlak hükmünü sadece Allah’ın vereceği kesin.
Dini mi, kültürel mi?
Ancak “şehitlik” kavramının bir de dinden çıkıp topluma sinmiş bir “kültürel” manası var. Değerli bir dava uğrunda canını veren insanlar ima ediliyor burada. “Vatan şehidi” veya “demokrasi şehidi”nde olduğu gibi. (Ne “vatan”ın ne de “demokrasi”nin dini kavramlar olmadığını, olsa olsa “dine uygun” sayılabileceğini hatırlatayım.)
Şimdi, eğer “kültürel mana denen şey bir sapmadır, şehitliğin sadece İslamî manasını kabul ederiz,” denecekse - ki ben öyle demiyorum, ama denebilir - o zaman toplumal lügatımızdaki “şehit” kavramını epey bir elden geçirmek gerekecek. Örneğin laik Türkiye Cumhuriyeti’nin ultra-laik ordusunun neden “şehit” verdiğini tartışmak lazım gelecek.
Ama eğer kültürel manayı kabul ediyor ve “vatan savunması”nı bir şehitlik gerekçesi sayıyor isek - ki Bahçeli’nin öyle saydığına kuşkum yok - o zaman gayrı-Müslim vatandaşlar da pekâlâ şehit olabilir. (Gazeteci Mehmet Gündem’in yıllar önce hazırladığı “Gayrimüslim Vatan Şehitleri” adlı araştırma dosyasında incelendiği gibi.)
Ama ne yazık ki Sayın Bahçeli, kültürel manayı sadece Müslümanlar için kabul ederken gayrı-Müslimleri dışlıyor gibi. Bunun ise ne dini bir temeli var, ne de bir hakkaniyeti.
Bediüzzaman’ın açılımı
İşin enteresan tarafı, İslam geleneğinde, şehitliğin dini manasını dahi gayrı-Müslimleri kapsayacak genişlikte yorumlayan bir çizginin var olması.
Bunun çarpıcı örneklerinden birini, Bediüzzaman Said Nursi vermiş. (Bunu bana hatırlatan akademisyen dostum Vedat Bilgin’e de buradan teşekkür.) Üstad, Kastamonu Lahikası adlı eserinde, 40’lı yıllarda Avrupa’yı kasıp kavuran dünya savaşında ızdırap çeken halklara duyduğu üzüntüyü belirtikten sonra şöyle yazmış:
“Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfât vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.”
Bediüzzaman, devamında, ilahî rahmete mazhar olmak için Müslümanlığın kesin şart olmadığını, hem zaten bir “fetret devri” yaşayan İslam’ın hakikatlerinin insanlara tam ulaşmadığını belirtiyor. “Beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar”ın çocuk iseler zaten şehit sayılacağını yazdıktan sonra, yetişkin “mazlumlar” için de şöyle diyor: “Çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir.”
Peki neden böyle diyor Bediüzzaman?
Çünkü onun Müslümanlığının temelinde “iman” var; mesajının özünde ise “rahmet”.
Müslümanlığının temelinde “kimlik” oların mesajı ise, dışlama, ötekileştirme ve hatta nefret üretebiliyor.
Kur’an’ın ehli-kitap saydığını düşman bilip, şeriatın koruduğu kiliseyi hedef seçebiliyor.
Memleketin Ogün Samastları’na giden yol da ne yazık oradan açılıyor.
Star
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.