Mustafa ORAL
Kimimiz savaşın içindeyiz, kimimizin savaş içinde
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, bu zaman tam da Çinlilerin beddua ettikleri zamanları hatırlatıyor. Çinliler birisi için beddua edecekleri zaman “İlginç zamanlarda gelesin” derlermiş. Çinliler bizler için beddua ettiler mi bilemiyoruz. Ama bizim bu gün onların beddua ettikleri türden hayli ilginç, hayli garip bir zaman içinde bulunduğumuz bir gerçek.
Son günlerde Libya, Mısır ve Suriye gibi İslam ülkelerinde yaşanılan hadiseleri yedeğimize aldığımızda elli yıl öncesine göre daha iyi bir durumda olduğumuz görülüyorsa da, tarihin bizleri ilgilendiren bölümlerinde zaman zaman savaşlar, yenilgiler, hayal kırıklıkları yaşadık, yaşıyoruz. Buna bazılarımızın kendi içinde yaşadığı savaşları, yenilgileri, hayal kırıklıklarını da ekleyebiliriz. Sözün özü; öyle ilginç zamanlardayız ki kimimiz savaşın içinde yaşıyoruz, kimimizin içinde bilmem kaçıncı dünya savaşı var.
Şimdilerde bizler böyle ilginç ve garip bir zamanda yaşıyor olsak da, bu topraklarda yaşayanlar bir zamanlar bırakın bir zamana hükmetmeyi, çağlara hükmettiler. “Eski” çağları kapatıp, “yeni” çağlar açtılar. Halihazırda bu gün benzer bir güçten hayli yoksun bulunuyoruz. Halbuki bu gün eski zamanları kapatıp, yeni zamanlar açacak bir değer var bu topraklarda: Bediüzzaman Said Nursi.
Said Nursi kendini zamanın garibi, zamanın oğlu olarak görüyordu. Bunun için bir kısım telifatının altına “Garibüzzaman” ve “ İbnüzzaman” imzalarını atmıştı. Üstad bazı yazılarının altına “Garibüzzaman” ve “İbnüzzaman” imzasını atsa da, aslında o zamanın altına kendi imzasını atmış ve zamanın harikası, güzeli anlamında Bediüzzaman namını kazanmıştı.
Zaman-insan ilişkisi umumiyetle bizlerde tersten işliyor. Bizler zamanın belirlediği, zamanın kendilerinin altına imza attığı ibnüzzamanlarız. Hayatımızda sürekli inişler, çıkışlar yaşıyoruz. Dengeye gelmemiz ya mümkün olmuyor yada hayli zaman alıyor. Bediüzzaman insanı dengeye getiren şeyi yaratılışın gayesi olan ibadet; ibadetin en temel şeklini de namaz olarak tarif ediyor.
“Fikirleri had altına alan ibadettir”, diyerek ibadetin özü namaz üzerinden “zaman”ı yorumlamamızı ve zamanın gereklerine uygun hareket etmemizi tavsiye ediyor. İhtimal ki bu gün biz mü’minlerin en büyük sorunu ibadet noktasında yapılan ihmallerle bozulan fikri istikrar, nizam ve intizamdır. Bu gün fikrin endazesi çözülmüş, fikre kuvvet veren hisler dağılmıştır. İnsanlar nerede, ne konuşacaklarını, nerede, nasıl hareket edeceklerini bilemez hale gelmişlerdir.
Mekan mı zamanı belirler, zaman mı mekanı belirler bilinmez; ama bilinen bir gerçek var ki İbnüzzaman, Garibüzzaman ve Bediüzzzaman olan Said Nursi özelde bu coğrafyanın, genelde dünyanın mekanını çok iyi okuyabilmiş ve bu mekana bir “büyük saat” olabilmiştir. Mekke ve Medine’de olsa da Anadolu’ya gelmek gerektiğini söyleyen ve Anadolu’yu Alem-i İslamın anahtarı olarak gören biridir O.
Ne var ki bu büyük saatin gösterdiği zaman hakkıyla idrak edilememiş, bunun yerine bu toprakların dokusuyla pek de uyuşmayan ithal saatler üzerinden Türkiye okumaları yapılmaya çalışılmıştır. Yine de bu “büyük saat”i anlama bahtiyarlığını gösterenler çıkmıştır. Bunlar bu günü kadar Türkiye’nin ve nispeten de dünyanın zamanı olmaya çalışmışlardır. Türkiye’deki farklı meşrep ve meslekteki mü’minlerin akl-ı selim ile davranmalarına da yardımcı olmuşlardır. Yukarıda altını çizdiğimiz “fikri ve kalbi dağınıklığı” ortadan kaldırma gayreti içinde olmuşlardır.
Nur hareketinin bazı dış kaynaklı müdahalelerle dinamizminin kaybettirilmeye çalışılması gerek Türkiye’de, gerekse de dünya ölçeğinde dengeleri bozmuştur. Büyük saatin işleyişini durdurmaya, ayarını bozmaya yönelik tavırlar kısmen etkisini göstermiştir. Bu süreçte Risale’nin temel kavramlarının hakkıyla işlenememesi sıkıntıyı artırmıştır. Bu kavramların özelde farklı meslek ve meşreplerdeki müminlere, genelde bütün insanlığa yerinde ve zamanında ulaştırılamaması dengelerin yerine oturmasını geciktirmiştir.
Bu gün sosyal hayatın zembereği olan ve özelde insanı, genelde de bütün toplumu kemale götüren Cemal-Celal dengesi yitirilmiştir. Ehl-i dünya kendi içinde savrulmalar yaşarken, ehl-i iman da başka türlü savrulmaların girdabında kıvranmaktadır. Bazı cemaatler, cemiyetler, meşrepler ve meslekler nispeten Cemal yönünde İsevi bir din anlayışına doğru kayarken, bazı cemaatler, cemiyetler, meşrepler ve meslekler de Celal yönünde ağırlığını koyarak nispeten Musevi bir din anlayışına doğru kaymıştır. Oysa İslami bir tavır, duruş ve hayat Cemal ve Celal dengesinden doğan kemal ile mümkündür.
Bütün bunları niçin mi söylüyorum?
Geçenlerde İslami hassasiyetleri “Celal” noktasında odaklaşan bir grup mü’min kardeşimizin çıkardıkları bir dergiye bakarken dikkatimizi çeken bir husus yüzünden. Masanın üzerinde aylık bir başka dergi daha vardı ve bu dergide kemal ehli Boşnak komutan Ali İzzet Begoviç’in Bosna’daki savaş yıllarında çekilmiş fotoğrafı vardı. Söz konusu kardeşlerimizin dergisinde öyle bir celal dalgası vardı ki sanki derginin her yerinden kan ve şiddet fışkırıyordu. Konular öyle tarafgirane bir üslup ile ele alınıyordu ki, Bediüzzaman’ın dediği gibi insana “euzubillahimişeytanivesiyaseti” dedirtiyordu. Salih bir alim/mümin, fikr-i siyasisine ve içtimaiyesine uymayan salih bir alim/mümini ağır bir şekilde eleştiriyor, öte yandan fikr-i siyasisine ve içtimaiyesine uyan bir fasık adamı alkışlayabiliyordu. Bu ise hemen bir çok müminin ruhunu rahatsız ettiği gibi, herhangi bir insana bile İslam’a ve Müslümanlara mesafeli durma hissi veriyordu. Sözün kısası, burada öyle bir şiddet ve savaş ortamı vardı ki, siz o dergiye nazar ederken kendinizi savaşın içinde hissediyordunuz.
Öte yandan Alia’nın yüzünde öyle bir vakar ve huzur vardı ki ve bu hal insana öyle bir huzur ve sükunet telkin ediyordu ki, insan kendini şu sözleri söylemekten alamıyordu: “Sanki Alia savaştan çıkmamış da, bu kardeşlerimiz savaştan çıkmış.” O zaman bu histen şöyle bir hisse çıkardık: “Alia İzzet savaşın içinde. Türkiye’deki bu mümin kardeşlerimizin ise savaş içinde. Bunun için ilkinde kemal derecesinde bir huzur, ikincilerinde ise celal derecesinde bir asabiyet var.”
Bu küçük okuma vesilesiyle bir daha anladık ki, savaş ve cihat farklı şeylerdir. Cihat yapan da huzur, savaş yapanda asabiyet vardır. O zaman bir daha anladık ki, bizlerde zamanı okuma ve ilcaat-ı zamana göre hareket etme ferasetinin oluşmasına vesile olan denge insan Bediüzzaman’ı ne kadar okusak azdır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.