İsmail AKSOY
Kırkıncı Hocaefendi ile bir hasbihal (2)
Birinci bölümde muhterem Kırkıncı Hocaefendi’nin gündeme dâir isabetli fikir ve görüşleri oldukça yoğun alakaya mazhar oldu. Çok sayıda okuyucu tarafından ilgiyle okundu.
Özellikle İsrail-Yahudi ve Filistin meselesine Kur’ânî ve Nebevî bakışın önemi, Müslümanların itikadlarını, dirençlerini, şevklerini, umutlarını muhafaza ve doğru bir yörüngede tutma adına daha bir değer taşımaktadır.
Ferdî, içtimâî, iktisâdî açıdan tutunuz, milletler arası hukuk ve insan hakları bağlamında İslâm literatüründe yeterince malzeme, görüş ve oldukça zengin bir potansiyel var. İttihad-ı İslâm ve uhuvvet-i İslâmiyeye ancak sıhhatli ve isabetli görüşlerle çıkılabilir.
İşte bu açıdan muhterem Hocamla yaptığımız bu hasbihalin ne derece ehemmiyetli olduğu izahtan vârestedir.
Kırkıncı Hocamız açıklamalarına devam ediyor:
“Osmanlının, Yahudilere bu kadar hürriyet tanımaları, müsâmaha göstermeleri ve huzur ve refah içinde yaşamalarını sağlamalarına rağmen, onlar Filistin\'de devlet kurmak isteyen bir grup Yahudi’nin emellerine engel olan Sultan Hamid\'i tahttan indirmek için İttihatçılara yardım ettiler. 1915\'de Ermeniler topraklarımızdan sürülünce ekonomi tamamen Yahudilerin eline geçmişti. Hatta Ermenilerin sürülmesinde hükümeti harekete geçirenler de Yahudilerdi. Nitekim çok zengin biri olan hilekâr ve riyakâr bir Yahudi olan Emanuel Karasu hem Sultan Hamid\'e hal’ kararını tebliğ eden heyetin reisi; hem de tehcir kararını veren Talât Paşa\'nın bankeri idi. Anadolu’da yaşayan Yahudilerin ekserisi de 1948\'de kurulan İsrail\'e göç emişlerdir.
Sultan Abdülhamit tahtan indirilince Emanuel Karasu Abdülhamit’e şöyle demişti: “Siz yüklü miktarda altın teklifimizi reddedip toprak vermediniz, ama biz oraları çok cüz’i bir para ile satın aldık. Sultan Abdülhamit sürgündeyken doktoru Atıf Bey'e Yahudilere Filistin'de toprak satılmasıyla ilgili söylediği şu sözler geçte olsa İsrail Devleti'nin kurulacağını siyasi dehası ile sezdiğini ve istikbalin gözü ile gördüğünü ortaya koyuyordu: “Para kuvveti her şeyi yapar. Onlar da bugün hükümet teşkil edecek değiller ya. Bu bir başlangıçtır. Gaye-i emeldir. Şimdide işe başlayıp birçok sene hatta bin sene sonra maksatlarına muvaffak olabilirler ve zannederim ki olacaklardır da.”
“Halbuki Osmanlılar senelerce Arabistan halkını himaye ettiler. Dört yüz sene Balkanları ve Arapları hâkimiyetleri altında bulundurdukları halde onların mallarına, lisanlarına, örf ve adetlerine müdahale etmediler. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’ye yardım için, her sene bütçeden pay ayırıp sürre alayları ile gönderdiler; zengin ve hamiyetli bir çok insan da bu devlet yardımına iştirak ettiler. Mescid-i Saadeti yaptılar, fethettikleri yerlere bayraklarını diktikleri halde, Mekke ve Medine’ye dikmediler. Yine fethettikleri eyaletlerden vergi aldıkları halde Hicazdan almadılar. Sultan Abdulhamit Cidde’ye kadar demiryolu döşetti. “
-Hocam, ya bugünkü duruma sessiz kalmak? diye soruyorum, cevaben şunları söylüyor:
“Evet, âlem-i İslam’ın düşmanı çoktur. Artık uyanmamız ve bu oyunları görmemiz lazım. Maalesef bugün dünyada iki milyara yakın Müslüman varken, uhuvvet-i İslamiyenin ehemmiyetini yeterince anlamadıklarından dolayı mahkum ve mazlum durumundadırlar. Bugün Irak, Lübnan, Pakistan, Afganistan ve Filistin’de yaşanan zulümler karşısında dünyanın, İslâm ülkelerinin ve özellikle de Arap âleminin sessiz kalmaları anlaşılır gibi değil. Ne hikmetse Arap âleminin bir kısmı ve özellikle de onları idare edenler hâlâ uyanmadılar. Bu gün birçok Arap ülkesinin milyarlarca doları, Amerikan bankalarındadır. Amerikan finans sektörünün yüzde ellisinden fazlası ise Musevilerin elindedir. Yahudiler Arapların parası ile silahlanıp, Müslümanları öldürmektedirler. Bu ne acı bir durum ve ne hayret verici bir haldir.”
-Hocam son hâdiseye gelecek olursak? diyerek konuyu, Müslümanların yüreğini dağlayan ve esasında İlâhî otoriteye baş kaldırı anlamı taşıyan, İslâm âlemini hiçe sayan, Türkiye’ye diş bileyen, zulmünü milletlerarası sularda bile pervasızca ve korksuzca icra etmekten çekinmeyen Mavi Marmara’nın vurulmasına getiriyorum.
Çok anlamlı ve ilmî cümlelerle meseleye açıklık getiriyor: “Yaşanan son elim hâdise, Yahudilerin ne kadar nankör, acımasız ve zalim olduğunu bir kere daha insanlığa göstermiştir.
Bütün Müslümanların kalplerini derinden yaralayan, âlem-i İslam’ı ağlatan ve vicdanlarını sızlatan o elim ve vahşi hâdise de bunun açık bir delilidir. Yahudilerin zulmü altında inleyen Filistinli kardeşlerimize yardım götüren fedakâr ve hamiyetli kardeşlerimizin bulunduğu gemiye saldırı düzenleyip bir kısmını katletmeleri, bir kısmını yaralamaları ve onlara gaddarca muamele etmeleri İsrail’in ne derece zâlim, insaniyetten yoksun, acımasız, kin ve nefretle dolu olduklarını açıkça ortaya koymuştur.
Yaşanan bu son elim hâdise inşâallah Müslümanların uyanmalarına, birlik ve beraberliğine vesile olacak ve büyük hayırlara kapılar açacaktır. “Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa ki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara,2/216)
Nitekim güzel gelişmelerin olduğunu ve güzel seslerin geldiğini memnuniyetle müşahede ediyoruz.
Yahudiler yıllardan beri bütün dünyanın gözü önünde Filistin halkına zulmediyorlar. Kadın, çoluk çocuk ve yaşlı demeden katledip, durmadan başlarına bomba yağdırıyorlar. Buna karşılık Filistinliler ancak taş ve sopalarla onlara karşılık verme durumunda kalıyorlar.
Yahudiler yıllardır durmadan silahlanırken, Araplar neyi beklediler? Allah’ın kendilerine vermiş olduğu bu zenginliği nerelerde harcadılar? Neden düşünmediler ki, Yahudiler bu silahlar ile Arap ülkelerini ve Müslümanları vurmak için hazırlanıyor ve vuruyorlar. Cenab-ı Hak, bir âyet-i kerimesinde meâlen şöyle buyurmaktadır: “Karşıtlarınızı caydırmak için olanca gücünüzle kuvvet hazırlayın! ” (Enfâl, 8/60). Bu âyet bütün ehl-i imana hitap etmektedir. Düşmana karşı zamanın icabına göre kuvvet hazırlamak gerekir. Evet, onların şerrini def etmek ve saldırılarını önlemek için yeteri kadar kuvvet toplamak bütün Müslümanlar üzerine vaciptir. Zamanın icabına göre silah icat etmek İslam’ın mühim bir emridir. Bu hal sadece belli bir zamana mahsus olmayıp, kıyamete kadar geçerlidir. Aksi halde namus ve izzetimizi, vatan ve milletimizi koruyup muhafaza edemeyiz ve perişan oluruz.”
-Yani Filistinliler dâvalarında haklılar?
Bir davada haklı olmak yeterli değildir, kuvvetli de olmak gerektir
Bugün Filistinliler davalarında haklıdırlar; ancak, güçleri olmadığından söz sahibi olamıyor ve haklarını da koruyamıyorlar. Bu zilletten kurtulmanın çaresi, iman ve aklın gereği olan birlik ve beraberliği esas alıp, Cenab-ı Hakk’ın “kuvvet hazırlayın” emrini yerine getirmektir. Kur’ân’ın bu emrine uymayan Müslümanlar, şefkat ve merhametten yoksun, canavarlaşmış bir avuç Yahudi’ye mağlup olmaktadır. Başka bir ifadeyle kâfirin attığı bomba, Müslüman’ın attığı taşa galip gelmektedir. Eğer bu durum böyle devam ederse, söz hep kuvvetlinin olmaya devam edecek ve Müslümanlar da buna boyun eğmeye mecbur kalacaklardır. Haklı oldukları halde, ittifak etmediklerinden ve kuvvet hazırlamadıklarından söz sahibi olmayacaklar, hakları hep ellerinden alınacak ve mazlum durumuna düşüp feryat etmeye devam edeceklerdir.
Bediüzzaman Hazretleri: “Madem el hakku ya’lû haktır. Neden kâfir Müslime, kuvvet hakka galiptir” sorusuna verdiği müstesna cevabın bir bölümünde şöyle buyurur: “Kuvvetin bir hakkı var, bir sırr-ı hilkati var.” Buna göre, düşmana galip gelmemiz için, kuvveti elimizde bulundurmamız lazımdır. Biz zayıf düşersek ve kuvvet düşmanın elinde olursa, düşmanın bu kuvvet ile bize galip gelmesi kaçınılmazdır.”
-Peki hocam, çare nedir?
“Artık uyanmanın vakti geldi ve geçiyor. Arap âleminin ve petrol ağalarının, zevk ve sefayı bir tarafa bırakıp, İslam alemiyle birlik ve beraberlik içinde hareket etmeleri gerekir. Aksi halde, bu yangın bütün İslâm alemini tehdit edecek boyutlara ulaşabilir ve ulaşmıştır da.
“Ey Âlem-i İslâm! Uyan, Kur'ana sarıl; İslâmiyete maddî ve ma’nevî bütün varlığınla müteveccih ol!” (B.S.Nursî, Tarihçe-i Hayata)
Şimdi bütün Müslümanlara düşen en büyük görev, Bediüzzaman Hazretlerinin bu sözüne kulak açıp, ittihad-ı İslam fikrini milletimizin ruh dünyasında yeniden canlandırmalarıdır. Özellikle de yöneticilerimizin sadece Batı’ya bağlı kalmayıp, kendileriyle çok yönlü bağlarımız bulunan İslam âlemine yönelmeleri şarttır. Hükümetin bu konudaki çalışmaları, Arap âleminin Türkiye ile işbirliği yapmasına ve ilişkilerin gelişmesine vesile olmuştur.
Bu sayede hem müminler arasındaki kalbî bağlar kuvvetlenecek, kardeşlik şuuru inkişaf edecek, hem de her konuda ortak hareket etme ve yardımlaşma ruhunun inkişaf etmesiyle Müslümanların maddî terakkileri de temin edilmiş olacaktır. Bu ruh ve bu şuur yaygınlaştıkça milletler arasındaki kardeşlik bağları, ülkeler arasında da tesis edilecek; Müslümanlar bir vücudun azaları gibi kenetlenmeye ve birlikte çalışmaya başlayacaklar ve ittihad-ı İslam böylece tahakkuk etmiş olacaktır. Biz millet olarak bu mânaya kuvvet verdiğimiz takdirde İslam ülkelerinin yöneticileri de bu beraberlik ruhuna bigâne kalamayacaklar ve onlar da milletlerine ayak uydurarak aynı dâvaya kuvvet vereceklerdir.
Yani bazı İslâm ülkeleriyle aramızda vize uygulamalarının kalkması gibi?
“Elbette…Nitekim günümüzde İslam ülkeleriyle ikili ilişkilerin daha da geliştirildiğini, Suriye, Lübnan, Ürdün ve Libya gibi bir kısım ülkeler ile vize uygulamasının kaldırıldığını büyük bir memnuniyetle müşahede ediyor ve bu gelişmeleri İslam âleminin istikbali açısından birer ümit ışığı olarak değerlendiriyoruz. Bu gelişmelere vesile olan ve bu yolda gayret sarf eden devlet adamlarımızı ve gönüllü toplum kuruluşlarını tebrik ediyor, muvaffakiyetleri için dua ediyoruz. Son gelişmelerin bunu daha da hızlandıracağına inancımız tamdır.”
Hocamıza teşekkür ederek, dualarını istirham ediyor, üç ayların ilk günü olması münasebetiyle iftarlık hurma ikramımızı alarak sevinç ve şevk dolu bir ruhla ayrılıyoruz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.