Korona günlüğü-XI

Tarihte o kadar trajedi var ki okumaya bile bazen cesareti olmuyor insanın. İnsanoğlu tarih boyunca üç çeşit afet ile kıyasıya mücadele etti. Kıtlıklar, savaşlar, hastalıklar. Bilhassa hastalıkların tarihi en az insanlık tarihi kadar eski. Elimde bu tarihi kısaca anlatan çok güzel ve meşhur bir kitap var. Geçen sene okumuş ve üzerine bu sutunlarda bir yazı yazmıştım. Şimdi sıkıntıdan yine okuyorum:

Tüccar, memur ve seyyahların aralıksız akınlarıyla birbirine bağlanan şehirler her ne kadar medeniyetin beşiği olsa da, aynı zamanda hastalıkların üremesi için en uygun ortamı oluşturuyorlardı. Antik dönemde Atina’da ya da Floransa’sında yaşayanlar, hayatlarını her an hastalanıp bir sonraki hafta ölebileceklerini düşünerek ya da aniden patlak veren bir salgının tüm ailelerini yok edeceğini bilerek geçirirlerdi.

Kara Veba olarak da bilinen meşhur salgın, 1330’larda Doğu Asya ya da Orta Asya’nın bir bölgesinde ortaya çıkmıştı. Bu felakete Yersinia pestis adında bir bakteri taşıyan ve ısırma yoluyla bu bakteriyi insanlara bulaştıran pireler sebep olmuştu. Hastalık sıçanlar ve pirelerden oluşan bir ordunun sırtında hızla tüm Asya, Avrupa ve Kuzey Afrika’ya yayılarak yirmi yıldan kısa bir sürede Atlantik Okyanusu’nun kıyalarına dek ulaştı. Avrasya’nın toplam nüfusunun dörtte birinden fazlasının canına mal olmuş, 75 ila 200 milyon arasında insan öldürmüştü. İngiltere’de her on kişiden dördü hayatını kaybetmiş, vebadan önce yaklaşık 3,7 milyon olan nüfus 2,2 milyona kadar düşmüştü.

Yöneticiler böylesi bir felaket karşısında elleri kolları bağlı, çaresiz kaldı. Bırakın hastaları tedavi etmeyi, salgını durdurmak için toplu dualar ve ayinler düzenlemek dışında, ne yapacaklarını bilmiyorlardı. İnsanlar modern çağa hastalıklardan kötü havayı, şeytanları ve kızgın tanrıları sorumlu tuttu ve bakterilerle virüslerin varlığından asla şüphelenmedi. İnsanlar melek ve perilere inanmaya hazırdırlar ama minik bir pirenin ya da tek bir damla suyun katil avcılardan bir ordu oluşturabileceğine asla ihtimal vermezler. Kara Veba tarihteki tek ya da en kötü bulaşıcı hastalık değildi. Avrupalıların ayak basmasıyla Amerika, Avustralya ve Pasifik Adaları’nı çok daha beter salgınlar vurdu. Salgın hastalık taşıdıklarından bihaber kaşif ve göçmenler, yerli halkları daha önce hiç karşılaşmadıkları hastalıklarla tanıştırdılar ve bu hastalıklar yerel nüfusun yüzde 90’ının hayatını kaybetmesine yol açtı.

5 Mart 1520’de küçük bir İspanyol filosu Küba’dan Meksika’ya doğru yola çıktı. Gemiler, yanlarına birkaç Afrikalı köle ile beraber atlarını ve silahlarını almış 900 İspanyol askerini taşıyordu. Kölelerden Francisco de Eguia’nın üzerindeyse çok daha ölümcül bir yük vardı. Francisco farkında olmasa da trilyonlarca hücresinin arasında biyolojik bir bomba patlamaya hazır bekliyordu: çiçek virüsü. Meksika’ya vardığında vücudunda çoğalarak artan virüs, sonunda döküntü halinde tüm vücuduna yayıldı. Ateşlenen Francisco, Cempoallan kasabasında yerli bir ailenin evine bırakıldı. Hastalık evdekilere, sonra da onlar aracılığıyla tüm mahalleye bulaştı. Cempoallan on gün içinde mezarlığa dönmüştü. Kaçanlar hastalığı çevre kasabalara da yaymaya başladı. Salgın yüzünden kasabalar tek tek düşerken, dehşet içinde kaçan göçmenler hastalığı dalga dalga tüm Meksika’ya ve ötesine taşıyordu.

Yutakan Yarımadası’ndaki Mayalar Ekpetz, Uzannkak ve Sojakak adındaki üç kötü tanrının geceleri köy köy dolaşıp insanları hasta ettiğine inanırdı. Aztekler, ya Tezcatlipoca ve Xipe tanrılarını suçladı ya da tüm bu olanların kara büyü yapan beyaz adamın işi olduğunu düşündüler. Rahip ve doktorlara danıştılar. Onlar da dua etmek, soğuk banyo yapmak, vücudu katranla ovmak ve yaralara ezilmiş hamamböceği sürmek gibi tavsiyelerde bulundular. Kimse yaklaşmaya cesaret edemediğinden on binlerce ceset sokaklarda çürüdü. Çoğunlukla aileler tümden yok oldu. Bu sırada yöneticiler de salgından hastalanarak ölen ailelerin evlerinin tepelerine yıkılmasını emrediyordu. Bazı yerleşimlerde nüfusun yarısı ölmüştü.

Eylül 1520’de Meksika Vadisi’ne ulaşan salgın, Ekim ayında Aztek uygarlığının 250 bin nüfuslu efsanevi başkenti Tenochtitlan’ın kapılarından sızdı. İki ay içinde Aztek İmparatoru Cuitlahuac da dahil nüfusun en az üçte biri hayatını kaybetti. İspanyol filolarının ilk kez görüldüğü Mart 1520’de Meksika 22 milyon insana ev sahipliği yapıyordu, Aralık ayına gelindiğindeyse sadece bu insanların 14 milyonu hayattaydı. Çiçek virüsü sadece ilk darbeydi. İspanyol efendiler yerlileri sömürerek ceplerini doldurmakla meşgulken grip, kızamık ve diğer bulaşıcı hastalıklar Meksika’yı birer birer vurdu. 1580’e gelindiğinde nüfus iki milyonun altına düşmüştü.

İki yüzyıl sonra 8 Ocak 1778’de İngiliz kaşif kaptan James Cook Hawaii’ye adım attı. Yarım milyon insana ev sahipliği yapan, nüfus yoğunluğu yüksek, Avrupa ve Amerika’dan soyutlanmış Hawaii Adaları, Avrupa ve Amerika’daki hastalıklara hiç maruz kalmamıştı. Kaptan Cook ve adamları adaları grip, verem ve frengi gibi hastalıklarla tanıştırdı. Ardından gelen Avrupalılar ise tifo ve çiçek virüsünü taşıdılar 1853’e gelindiğinde Hawaii’de yalnızca 70 bin kişi hayatta kalabilmişti.

Salgınlar 20. yüzyılda da milyonlarca insanın canını almaya devam etti. Ocak 1918’de askerler Kuzey Fransa’daki dirençli bir grip trü olan “İspanyol gribi” yüzünden ölmeye başladı. Cepheler dünyanın o zamana dek gördüğü en etkin tedarik ağıyla örülüydü. Britanya, ABD, Hindistan ve Avustralya’dan silah ve asker yağıyordu. Ortadoğu’dan petrol, Arjantin’den tahıl ve et, Malaya’dan kauçuk ve Kongo’dan bakır geliyordu. Karşılığında herkese İspanyol gribi bulaştı. Birkaç ay içinde dünya nüfusunun üçte biri, yani yarım milyar insan hastalığa yakalanmıştı.

Virüs Hindistan’da 15 milyon insanın canına mal olarak nüfusun yüzde 5’ini yok etti. Tahiti Adası’nın yüzde 14’ü Samona’nınsa yüzde 20’si yok oldu. Kongo’daki bakır madenlerindeki her beş işçiden biri hayatını kaybetti. Salgın bir yıldan kısa sürede, toplamda 50 ila 100 milyona yakın insanın canına mal oldu. Oysa 1914-1918 tarihleri arasındaki I.Dünya Savaşı’nda 40 milyon insan ölmüştü.*

*Harari, Homo Deus, s.18-24

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum