Korona musibetinin pratiği ve hikmetleri

Bu yazıda korona ile ilgili ortaya çıkan bazı hususlar kısa maddeler halinde irdelenecektir.

1. Korona kimsenin önünden kaçıp korunamadığı umumi bir musibettir.

Bunun insanlık camiasına bir ilahi armağan olduğunu söylemek mümkün değildir. Öyleyse bunun bir ilahi ikaz, bir gazap ve azap olduğunu kabul etmek durumundayız. Umumi musibet umumun hatalarından kaynaklanır.

“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz, hepinize şamil olur. Biliniz ki Allah'ın cezalandırması şiddetlidir”(Enfal, 8/25) mealindeki ayette bu gerçeğe işaret edilmiştir.

2. Bu musibetin gerekçesi

Peki hangi fiillerimiz ve davranışlarımızla bu dünyayı saran ve sarsan musibetin gelmesine davetiye çıkardık? Bunun kısaca cevabı şudur: Bir insanlık camiası olarak insanların pek çoğu kendi çapında birer Nemrutçuk olmuştur. Allah Nemrut’a en küçük bir canlı olan sivrisineği musallat etmiş ve haddini bildirmişti. Bugünkü Nemrutçukları da sivrisinekten çok daha küçük korona virüsü denilen bir dabbe/canlı ile hadlerini bildirmiştir.

Allah’ın bunca nimetlerine rağmen nankörlük edip adeta isyanda yarışmaya başladılar. Çok şımarık bir eda ile Nemrut ve Firavun’un turnikesine giren insanlık camiası hiç hesaba katmadıkları bir tabloyla karşılaştılar ve korona duvarına tosladılar.

3. Korona bu dünyada zalimlerin mahşerde karşılaşacakları manzaranın bir benzeri olarak sahnelenmiştir.

Allah oldukça şımaran bugünkü insanlara hadlerini bildirmiştir. Topuna, tüfeğine, servetine, gücüne güvenen şımarıklara adeta meydan okumuştur. Hani sizin topunuz, tüfeğiniz vardı! Hani teknik ve teknolojide zirveye çıkmıştınız..! Hani kendinizi yenilmez bir topluluk olarak görüyordunuz..! Sizi küçücük askerlerimden bir korona birliğiyle darmadağın ettim. Gücünüz varsa koronadan korunmaya çalışın, fakat beyhude..!

Bu daha dünyadaki prova mahiyetinde bir azap sahnesidir. Bir de mahşer meydanındaki sahneye bakın..!

“Eğer yeryüzünde bulunan her şey tümüyle ve onlarla beraber bir o kadarı da zulmedenlerin olsa, kıyamet günü kötü azaptan kurtulmak için elbette onları verirlerdi. Artık, hiç hesap etmedikleri şeyler(çok çetin bir tablo) Allah tarafından karşılarına çıkmıştır” (Zümer, 39/47)mealindeki ilahî tasvirin sergilediği sahneler de gelecektir.

Topuna tüfeğine güvenenlere asrın müceddidi Bediüzzaman’ın bu konudaki o güzel veciz sözlerine kulak vermekte fayda vardır:

Böyle ahmaklardan mühim bir mevkii işgal eden birisi demiş ki: "Biz, Allah Allah diye diye geri kaldık. Avrupa, top tüfek diye diye ileri gitti."

"Cevab-ül ahmak-is sükût" kaidesince, böylelere karşı cevab sükûttur. Fakat bazı ahmakların arkasında bedbaht gafiller bulunduğundan deriz ki:

“Ey bîçareler! Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde otuzbin şahid, cenazeleriyle "El-mevtü hak" hükmünü imza ediyorlar ve o davaya şehadet ediyorlar. Ölümü öldürebilir misiniz? Bu şahidleri tekzib edebilir misiniz? Madem edemiyorsunuz; mevt, Allah Allah dedirtir. Sekeratta Allah Allah yerine; hangi topunuz, hangi tüfeğiniz, zulümat-ı ebedîyi o sekerattakinin önünde ışıklandırır, ye's-i mutlakını ümid-i mutlaka çevirebilir? Madem ölüm var, kabre girilecek; bu hayat gidiyor, bâki bir hayat geliyor. Bir defa top tüfek denilse; bin defa Allah Allah demek lâzım gelir. Hem Allah yolunda olsa; tüfek de Allah der, top da Allahü Ekber diye bağırır, Allah ile iftar eder, imsak eder”. (Mektubat, 438 - 439)

4) Fitne fesadın had ve hesaba gelmediği bir dönemi yaşıyoruz.


“İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Belki vazgeçerler diye, yaptıklarından bir kısmını Allah onlara böylece tattırıyor.” (Rum, 30/41) mealindeki ayetin işaretlerinin bir de bu zamana baktığında şüphe yoktur. Rahman ve Rahim olan Allah insanlığın hak ettiği cezayı değil, bir numunesini göstermiştir.

“Başınıza gelen her musîbet, işlediğiniz günahlar (ihmal ve kusurlarınız) sebebiyledir, hatta Allah günahlarınızın çoğunu da affeder” mealindeki ayette de Allah’ın verdiği musibetlerin suçların tam karşılığı değil, yalnız bir kısmının karşılığı olduğuna vurgu yapılmıştır.

5) Bu musibetin defi için maddi ve manevi sadakaya ihtiyaç vardır

Bu belanın def olmasının önemli sebeplerinden biri insanlık camiasının tövbe ve istiğfar ederek yeniden kulluk mertebesine çıkmasıdır. Bir ceza olduğunda şüphe olmayan böyle bir musibetin defolması için yalnız maddi tedbirler değil manevi tedbirler de gerekir. Çünkü Allah’a yönelmek, O’na kulluk etmek, dinine hizmet etmek belaları defeden en büyük bir sadakadır.

Bu hakikate işaret eden Bediüzzaman Hazretlerinin şu tespitleri çok önemlidir.

Risale-i Nur asayişin temel taşına hizmet eden bir sadaka-i makbule hükmündedir. Maddî ve manevî tehlikelerden bu memleketi muhafazaya vesile olduğu tahakkuk eden bir hakikat-ı Kur'aniyedir.” (Emirdağ Lahikası-2, 180)

6) Kur’an’ın ahlakıyla ahlaklanmayı hedefleyen bütün dini hizmetler böyledir

Bundan anlaşılıyor ki, -yukarıda da ifade edildiği üzere- Allah’ın dinine, Kur’an’ın hakikatlerine hizmet eden Risale-i Nur, Erbab-ı tasavvuf ve benzeri cemaatlerin ve fertlerin yaptığı hizmetler bir sadaka hükmüne geçer.

Buna bir misal vermek gerekirse, Türkiye’nin bu musibetten şimdiye kadar nispeten daha az hasar görmesinin önemli sebeplerinden biri başta sağlık bakanımız olarak yöneticilerin basiretli tedbirleri manevi bir dua ve sadaka hükmünde olduğu gibi, samimi kimseler tarafından yapılan dini hizmetler de birer sadakadır. Keza dört yıldır Suriye’den gelen mağdur ve mazlum insanlara yaptığımız yardımlar da bir sadaka ve def-i beladır. Demek ki hafif hasarımız maddi ve manevi sadakalara borçludur.

7) Paniklemek iman şuuruyla bağdaşmaz

Müslüman olarak şuna iman ediyoruz ki, Ne korona ne de başka bir hastalık Allah’ın izni olmadan asla ne bize musallat olabilir ne de öldürebilir.

Buna göre, mümin olarak biz sebepler dairesinde tedbirlerimizi alırız fakat panik yapmayız. Çünkü zarar ve yararı elinde tutan sadece Allah’tır. Öldüren ve dirilten yalnız Allah’tır. Demek ki lüzumsuz panik yapmak, aşırı korkmak, her an geleceğinden kaygı duymak ve tedirgin olmak iman şuuruyla bağdaşmaz. Allah’ın izni olmadan bir yaprağın bile yere düşmediğini bilen bir mümin olarak inanmayan insanların hepsinden daha cesur olmamız gerekir.

Nitekim, “İster yeryüzünde olsun, ister kendi canlarınızda, sizin başınıza gelen ne varsa, daha Biz yaratmadan önce o bir kitapta yazılıdır. Bu ise Allah için pek kolaydır” (Hadid, 57/22) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.

8) Hem bir mümin olarak niye korkalım ki?

Çünkü inanıyoruz ki, ecel mukadderdir değişmez. Ve musibetlerin, hastalıkların bir kısmı manevi şehitlik mertebesini kazandırır. İsterseniz işin ehline soralım; bakın ne güzel cevap veriyor:

Evet hastalıkların bir kısmı var ki; eğer ölümle neticelense, manevî şehid hükmünde şehadet gibi bir velayet derecesine sebebiyet verir. Ezcümle: Çocuk doğurmaktan gelen hastalıklar (Haşiye: Bu hastalığın manevî şehadeti kazandırması, lohusa zamanı olan kırk güne kadardır) ve karın sancısıyla, gark/boğulma) ve hark(yanma) ve taun/veba ile vefat eden, şehid-i manevî olduğu gibi, çok mübarek hastalıklar var ki, velayet derecesini ölümle kazandırır. Hem hastalık, dünya aşkını ve alâkasını hafifleştirdiğinden, vefat ile dünyadan, ehl-i dünya için gayet elîm ve acı olan müfarakatı tahfif eder; bazan da sevdirir.” (Lem'alar, 214)

9) Diyanetin ibadet tedbirleri yerinde bir fetvadır

Nitekim, Abdullah b. Abbas yağmurlu bir (Cuma) gününde müezzinine şöyle dedi: “Hayye ala’s-salah” sözüne geldiğinde onu okuma onun yerine “Evlerinizde namaz kılın” de. Oradaki insanlar bunu hoş karşılamadılar. Bunun üzerine İbn Abbas şöyle der: “Bunu benden daha hayırlı zât (s.a.v) yapmıştır. Şüphesiz Cuma namazı kesin bir vaciptir. Ben ise sizin (bu yağmurda) çamura batmanız ve kaymanız gibi bir sıkıntıya girmenizi istemedim.” (Buhari, hno:901).

İbn Abbas’ın bu davranışı belli bazı sıkıntıların olması halinde cumanın terkedilebileceğine bir ruhsattır.

10) Korona virüsü bir dabbetu’l-arz değildir

Konuyla ilgili değişik sorulara verdiğimiz cevapta, koronavirüsü dabbetu’l-arz değil, fakat onun bir nevi versiyonu, bir masadakı olabilir. Özellikle bu kelimenin ebced değerinin 1441 olması ve bu yılın hicri tarihine tevafuk etmesi ilgili tespiti destekler mahiyettedir.

11) Gözüme ilişen, kalbime gelen güzel bir tevafuk

Geçtiğimi gün (7 Nisan) Cevşenu’l-kebirde “Sekine”yi okuyordum. Esma-i sitteden sonra ilk cümle olan “se yecalullahu ba’de usrin yüsra (Allah her bir zorluktan sonra bir kolaylık verecektir)“ mealindeki ayeti okuyunca şöyle bir düşünce aklıma geldi. Bu ayette: “her zorluktan sonra bir kolaylık olacak” diye ifade edilmiştir. Bu ayetin işari yolla her asra, her zamana bakması sözkonusudur. Çünkü kıyamete kadar söz sahibi olan Kur’an’ın ifadeleri, kelimeleri statik değil, dinamiktir. Her zaman canlı olarak bir veya birkaç manaya, birkaç olaya bakan yönleri vardır. Bu asırda en zor, en sıkıntılı bir imtihan korona musibeti olduğunda şüphe yoktur. O halde ayetin buna bakması i’cazının bir gereğidir.

Lafız ve manayı birlikte mütalaa edildiğinde, en çarpıcı kelimenin “Ba’de” (sonra/zorluktan sonra) kelimesi olduğu görülecektir. Bunun ebced değeri, 76’dır. İlginçtir, korona virüsünün asıl adı “Covid 19”dur. 76 sayısı ise 19’un dört katıdır. Kovid kelimesinin İslam yazısıyla harf sayısı, 4’tür. 76 sayısı, 4x19’dur. Bu ayetin harf sayısı da 19’dur. Ve 19 ayetten meydana gelen Sekinenin ilk ayetidir. İstihraç edilen bu işarete göre, korona virüsünün ilk çıkış tarihleri, ülkelerin durumunu belirleyebilir. Her ülkenin zorluğu 76 gün sürer ve ardından bir kolaylık gelebilir. Şüphesiz her şeyin en doğrusunu bilen Allah’tır. Dün değerli bir kardeşimiz bu konuda sorular sorarken, aynı günün sabahında gördüğüm söz konusu yorumu söyledim. İlginçtir, sabahleyin televizyonda şu bilgi verildi: Koronavirüsünün ilk çıktığı Çin’in vilayetlerinden biri olan “Wuhan”da tam 76 gün sonra bu gün karantinalar kaldırılmıştır.

Allah’a şükürler olsun, ayetten yaptığımız bu istihraç aynen çıkmıştır. Türkiye’de bu virüs ilk defa 11 Martta bulunmuştur. Buna göre, 76 gün sonra (Mayıs 25-26’da) ülkemizde de bu işaretin tahakkukunu görebiliriz İnşaallahurrahman!

12) Koronadan kurtulmanın en önemli yolu Tövbe-İstiğfar etmektir.

Aşağıda meali verilen şu ayet-i kerime bize bu sorumluluğu yüklemektedir:

Görmüyorlar mı ki her yıl bir veya iki defa musibetlerle imtihan ediliyorlar da yine tövbe etmiyorlar ve ibret almıyorlar. Ne zaman bir sure indirilse, "Sizi biri görüyor mu?" diyerek birbirlerine bakarlar, sonra sıvışıp giderler. Anlamamakta direndikleri için Allah da onların kalplerini haktan çevirmiştir.” (Tövbe, 9/126-127)

“Allah’a dayan saye sarıl hikmete ram ol! /Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol!” (Mehmet Akif Ersoy)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
28 Yorum