Koruma kanunu Atatürkü 'put' yaptı

Koruma kanunu Atatürkü 'put' yaptı

Hukukçular Derneği Anayasa Komisyonunda görev yapan Av. Cüneyt Toraman, Zaman'daki röportajında Atatürk'ü Koruma Kanununu değerlendirdi

RisaleHaber-Haber Merkezi

Hukukçular Derneği Anayasa Komisyonunda görev yapan Av. Cüneyt Toraman, Zaman'daki röportajında Atatürk'ü Koruma Kanununu değerlendirdi.

İşte Nuriye Akman'ın yaptığı röportajdan ilgili bölümler:

Kamuoyunda Atatürk'ü Koruma Kanunu olarak bilinen 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun, 1951'de yürürlüğe girdi. Menderes Hükümeti'ni seçimden bir yıl sonra bu kanunu çıkartmaya, o dönemde Ticaniler'in Atatürk büstlerine saldırısının yönelttiği söylenir. Gerçek sebep bu mudur?

Bazı kaynaklara göre, bir gecede 17 tane büst kırma olayı oldu. Menderesin nereden geldiğini tahmin ettiği bu saldırılara karşı sessiz kalması düşünülemezdi Fakat asıl sebep bu saldırılar değil. Atatürk vefat ettikten sonra İnönü Cumhurbaşkanı oldu. Milli şef dönemi başladı. Paraların üstünden Atatürk resimlerini kaldırdı, kendi resimlerini bastırdı. İnönü Cumhurbaşkanı iken bile CHP'nin genel başkanıydı. Menderes Başbakan olduktan sonra İnönü cumhurbaşkanlığından ayrılıp ana muhalefet partisi başkanı oldu.

Esasen böyle bir kanuna ihtiyaç olmadığını İnönü de Menderes de çok iyi biliyordu. Bu kanun çıktıktan sonra Menderes döneminde saldırı vs. olmadığı için bir uygulama imkanı olmadı. Kanun, 1960 darbesine kadar kadük kaldı. Menderes'in idamından sonra, içi doldurularak vizyona sürüldü.

Demokrat Parti milletvekilleri arasında bu kanuna karşı çıkanlar olmuş tutanaklardan okuduğum kadarıyla. Ama çoğunluğu desteklemiş.

Tabii Demokrat Parti'nin 408 milletvekili gibi çok ezici bir üstünlüğü var mecliste.

CHP'nin 69 milletvekili var. Bazı DP'li milletvekillerinin muhalefetine rağmen kolayca çıktı kanun.

Ben size oylamanın dağılımını söyleyeyim: Üye sayısı 487, 20 milletvekilliği boşta. 288 kişi oy vermiş o gün. Kabul edenler 232, reddedenler 50 kişi. 6 kişi çekimser kalmış. 179 kişi oya katılmamış.

Çok ilginç. O dönemde, 50 milletvekilinin red oyu vermesi. Meclis tutanakları, birçok milletvekilinin, böyle bir kanunun çıkarılmasından rahatsızlık duyduğunu gösteriyor. Demokrat Parti milletvekili Halide Edip Adıvar, diyor ki: "Tasarıyı getirenlerin esas fikriyle hepimiz hemfikiriz fakat bunun için yeniden bir kanun yapmak, Atatürk'ü tarihten önceki Asuriler, Babillilerin yaptığı gibi Allahlaştırılmış, putlaştırılmış insanlar arasına koymaktır. Ceza kanunundaki hükmü bir tarafa bırakarak sadece heykel kırmak veya Atatürk'e dil uzatmanın önüne geçmek için yeni bir kanun yapmayı bir şark zihniyetinin yeni bir mahsülü diye telakki ederim. Yani daha evvel de dediğim gibi, kablettarih put haline gelen ve bugün yerinde yeller esen eski saltanatlar devrinde şahsı ilahileştirmek ve onlara adeta bir put gibi tapmak zihniyetinin tekrar hortlaması gibi geliyor bana."

DP Konya Milletvekili Abdurrahman Fahri Ağaoğlu da hükümeti "faşist bir memleketten aynen alınan ceza kanununu değiştireceğine daha da totaliter bir rejimi devam ettirmekle" suçluyor...

Bakın benim elimde de bazı rakamlar var: 1987'de 110, 1988'de 52, 1989'da 51, 1990'da 66, 1991'de 57, 1992'de 50, 1993'de 62, 1994'de 89 kişi hakkında dava açılmış. Toplamda 31 mahkumiyet, 24 beraat olmuş. 1995'de 94 kişi hakkında dava açılmış, 45'i beraat etmiş, 3 dava düşmüş. 1996'da 124 kişiye dava açılmış, 30 mahkumiyet, 28 beraat var, 5 dava düşmüş. 1997'de 72 dava açılmış, 26 kişi mahkum olmuş, 24 kişi beraat etmiş, 3 dava düşmüş. 1998'de 116 dava var. 44'ü mahkum olmuş, 39'u beraat etmiş, 5 dava düşmüş. 1999'da 104 dava, 42 mahkumiyet, 48 beraat, 10 düşme var. 2000 yılında 82 dava, 49 mahkumiyet, 34 beraat, 5 düşme. 2001 yılında 54 dava, 22 mahkumiyet, 39 beraat, 7 düşme. 2002 yılında rakamlar fırlamış: 581 kişiye dava açılmış. 39 mahkumiyet, 52 beraat olmuş, 7 dava düşmüş. 2003'de 74 dava, 45'i mahkum, 40'ı beraat, 4'ü düşmüş. 2004 yılında 54 sanık ve 36 mahkumiyet, 31 beraat, 5 düşme var. Tabii bu kişilerin içinde başka suçlardan yargılananlar da var. O kararları kapsamıyor bu bilgi. Bu rakamları nasıl yorumlamak lazım?

Çok iyi çalışmışsınız. Bu kadar kapsamlı bir bilgiye sahip değilim. Yine sizin elde ettiğiniz istatistikler, genellikle iki haneli rakamlar. Belli dönemlerde üç haneli rakamlara fırlamış. Tarihlere dikkatinizi çekmek isterim. Baskının yoğunlaştığı dönemler. Bu da, bu kanunun araç olarak kullanıldığı tezimi doğruluyor.

Devam edelim rakamlara. 2005'de 67 yeni dava açılmış. Daha önce açılan davalardan 58'i o yıl karar bağlanmış. Tabii sanık sayısı çok fazla bu davaların. Bunlardan 33'ü mahkum olmuş, 35'i beraat etmiş. 2006 yılında 72 dava açılmış, 87 dava karara bağlanmış, 45 sanık mahkum olmuş, 50 sanık beraat etmiş. 2007'de açılan dava sayısı 57. Karara bağlanan dava sayısı 50. 29 sanık mahkum olmuş, 22 beraat var. 2008'e gelince, 67 yeni dava açılmış, 55 dava sonuçlanmış, 34 mahkumiyet, 17 beraat var.

Böyle bir kanuna gerek olmadığının kanıtları adeta. Heykel ve büst sayısının onlarca kat arttığı ve özel bir korumaya alınmadığı halde, saldırıların olmamasını, böyle bir kanuna ihtiyaç olmadığının kanıtı olarak değerlendiriyorum

Ama en az işlenen suç olmasına rağmen AB ilerleme raporuna girebiliyor...

Çünkü aydınlar hakkına davalar açılıyor. Mesela Atilla Yayla bir öğretim görevlisi. Ertelemeli olarak 15 ay hapis cezası aldı. Eğer camideki bir imam hakkında açılsa dava, AB'nin kılı kıpırdamayacaktı.

Yayla öncesinde, Ahmet Altan'a Atakürt başlıklı yazısından, İpek Çalışlar'a Latife kitabından dolayı dava açılmıştı. Yayıncılardan Ragıp Zarakol,Fatih Taş, Ahmet Önal, şairlerden Can Yücel var. Suçlananlar arasında çevirmenler de olmuştu, bazı dernek üyeleri de.

Evet, son dönemdeki örneklere bakıldığında daha çok, sol aydınları kurcalıyorlar. Yakın tarihle ilgili davalar da var.

Sağ kesimden de yazar Mustafa İslamoğlu ile gazeteci Hakan Albayrak'ın bu davadan hapis yattıklarını hatırlıyorum.

Bu kanunun asıl müşterileri sağ kesim. Çok sayıda kişi bu kanuna muhalefetten yatıp çıktı. Çok önemli bir kısmının, Atatürk dönemindeki uygulamaların eleştirisi niteliğinde olduğunu biliyorum. Kanun metnine bakacak olursanız, kanun, heykel ve büste saldırıyı, Atatürk'e hakareti yasaklıyor. Ama uygulama öyle değil. Umarım bu konuda kapsamlı bir araştırma yapılır, bu kanunun kimlere ve nasıl uygulandığını öğrenmiş oluruz.

AİHM'ne götürülen davalar arasında bu kanun nedeniyle Türkiye'nin mahkum olduğu bir dava var mı?

Evet.Yılmaz Odabaşı ve Niyazi Koçak, 1993 ile 1996 tarihleri arasında çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanan yazıları bir araya getirerek, "düş ve yaşam" isimli bir kitapta toplamışlardı. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, kitaptaki ifadeler nedeniyle, yazarlardan Yılmaz Odabaşı'nı 2 yıl 6 ay hapis, Niyazi Koçak'ı ise 4 bin 550 TL para cezasına çarptırdı. Bu kişiler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuruda bulundular. Türkiye hükümeti, başvurunun reddi için her türlü argümanı kullandı, 5816 sayılı kanunun gerekliliğini savundu. AİHM, 2006'da verdiği mahkumiyet kararını, ifade özgürlüğünü düzenleyen sözleşmenin 10'uncu maddesine aykırı bularak, Türkiye'yi mahkum etti. Odabaşı'na 6 bin avro ve Koçak'a 2 bin.450 avro manevi tazminat ödenmesini kararlaştırdı. Bu karar, "5816 sayılı kanunun, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olduğu" anlamına geliyor. Anayasanın 90.maddesi, onaylanan uluslar arası sözleşmeleri kanun hükmünde kabul ediyor. 7.05.2004 tarihinde, bu maddeye eklenen bir cümle ile, kanun ile insan haklarına ilişkin uluslar arası sözleşmeler arasında aykırılık olması halende, uluslar arası sözleşmenin esas alınacağı şeklinde değişiklik yapıldı. Bu değişiklikle, AİHS, bu sözleşme kapsamında AİHM kararları, mahkemelerce direkt uygulanması gereken bir kanun hükmünde olduğundan, bu karar bütün mahkemeleri bağlamaktadır.

Yani bu kanunun kaldırılması mı gerekiyor?

Kesinlikle kaldırılması gerektiğini düşünüyorum. Bu kanun, ifade özgürlüğüne aykırı. Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi, cebir ve şiddet içermeyen açıklamaları, 'ifade özgürlüğü' kapsamında değerlendiriyor. Yargıtay'ımız da, yakın tarihli bir kararında, (Erdal Taş isimli sanığın temyiz itirazlarını inceleyen Yargıtay 8.ceza Dairesi) ifade özgürlüğünün, "çoğunluk gibi düşünmeme, kurulu düzeni sorgulama, eleştirme ve hatta toplumu sarsıcı nitelik taşımayı" da kapsadığını, sarsıcı nitelik taşıyan, toplumun çoğunluğunu kızdıran ve tartışmaya yönelten fikirlerin de ifade özgürlüğünün koruması altında olduğuna karar vermiştir. Bu kanunun kaldırılmasını istemeyenler, yasanın Atatürk'ü eleştiriyi değil, hakareti yasakladığını öne sürmektedirler. Maalesef uygulama bu iddiayı teyid etmiyor. Bu kanunla korunan değerler zaten başka yasalarla koruma altındadır.

Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle "kişiye özel" bir kanun yok. Kişiye özel kanun olmaması, hukuk devletinin gereklerinden biridir. Prensiplerden ödün veremezsiniz. Prensipleri bir kez bile ihlal ederseniz, ilkeli olduğunuza artık kimseyi inandıramazsınız. İlkelerin ihlali bireyler için kabul edilebilir ve normal karşılanabilir ise de, devlet için asla kabul edilemez. Devlet, şu ilkeyi bir kere çiğnemekle bir şey olmaz diyemez. Türkiye'nin böyle bir ayıptan kurtulması gerekir. Bu davalarda çok ilginç şeyler var. Bu kanunun çıkmasından uzun yıllar önce, kitabının bir yerinde "ayyaş" kelimesini kullandığı için, "sen bununla Atatürk'ü kast ettin" diye hakkında iddianame düzenlenen ve mahkumiyet kararı verilen insanlar var. Piyasada serbestçe satılan kitaplardan alıntı yapanlar hakkında mahkumiyet kararları var.

Siz hiç AİHM'ne müracaat ettiniz mi?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne de müracaat ettim. Tamamen alıntı ve tamamen ifade özgürlüğü kapsamındaki bir kitap için müvekkil hakkında mahkumiyet karara verildi. Kitapta hiçbir yerde Atatürk'ün adı hiçbir yerde geçmiyor, hakaret yok. Mahkeme, müvekkilin, Deccal ile Atatürk'ü kastettiğine karar verdi. Bu kanunu bu şekilde yorumlarsanız 200'lü 300'lü miladi yıllarda yazılan bütün fıkıh kitaplarının toplatılması lazım. Bildiğim kadarıyla Deccalla ilgili bazı hadisler var. Ama sizin devlet olarak böyle bir yetkiniz yok ki. Başvurumdan sonra uzun bir süre cevap gelmedi. Sonucunu sorduğumda, eksik belgeler gelmediği içtin dosyanın imha edildiğine ilişkin yazı gönderdiler. İlginç bir durum. Emin değilim ama, orada da kendince koruma yapanlar var.

Bu kanunla bağlantılı olarak konuşulması gereken bir konu da Atatürk'e bağlılık yemini meselesi olsa gerek...

Bütün memurlarımız ve milletvekillerimizi işe başlarken bir yemin ediyorlar, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma diye. Bu ilkeleri benimsemeyen Kürt milletvekilleri yemin etmek istemediler, problem çıktı. Yani durup dururken tartışma yaratıyoruz kendi kendimize. Niye tartışma yaratalım. Amaç herkesin benimseyeceği ortak bir paydada buluşmak. Doğruluktan ayrılmayacağıma vs dersiniz sorun yaşanmaz. Bir tane örnek olay. İzmir'de Atatürk için saygı duruşu yapılıyor. Birisi ayağa kalkmamış. Saygı duruşu bittikten sonra yaka paça tutuklamışlar cezaevine göndermişler. Şu anki ceza kanunlarına göre eylemsizlik hali suç değildir, mutlaka eylem gerekir. Yasa açık, ya heykel kıracak veya alenen hakaret edecek. Oturmasının hakaret olarak nitelenmesi mümkün değil. Hatta Atatürk'ün heykelinde burnu yamuk yapılmış diye dava açılıyor heykeltraşa.

Can Dündar hakkında da Mustafa filminde Atatürk'ü sigara ve içki içtiği içerken yansıttığı için suç duyurusunda bulunulmuştu. Dündar'ın yargılanmasını isteyen de Sigara ile Savaş Derneği ile Atatürkçü Düşünce Derneği idi.

Atatürk'ün insan kişiliği rahatsız etmiş olmalı. Can Dündar'ın Atatürkçülüğü bile sorgulanacaksa, bu konuya kim elini sürebilir ki? Türkiye Avrupa İnsan Hakları sözleşmesini imzalamış. İfade özgürlüğünün çerçevesi belli; şiddet olmayacak, hakaret içermeyecek, özgür bir şekilde fikirler ifade edilebilir. Bu kanun bizahiti ifade özgürlüğünü kısıtlıyor. İfade özgürlüğünün en geniş alanı, din ve vicdan özgürlüğüdür. Bunun sebebi, inanca akılla bilimle varılamamasıdır. Çünkü din ve vicdan özgürlüğü sorgulanamaz, "Ben böyle inanıyorum" demesi yeterlidir. Üç tane sınırı vardır. Birincisi milli güvenlik, ikincisi kamu düzeni, üçüncüsü genel sağlık. Ondan sonraki en geniş alan bilimsel araştırmalardır. Bilimsel özerkliktir. Oysa bu kanun Türkiye'de en çok müdahale ettiği alanlardan birisi de bu