Ersin MİMAN
Kredi kartlarından gelen büyük tehlike
Günümüzde giderek daha da câzîb hâle getirilen kredi kartı ile alım imkânlarının, mıknatıs gibi nefisleri kendine sürüklediğini ve çektiğini görüyoruz. Bu derece rağbet edilmesinin ve rahatça kullanımının en büyük sebeplerinden birisi; “fâize bulaşmadıkça dînen bir sakıncası yok” diye salık verilen beyânlar ve gösterilen ruhsatlar olduğunu, muhâtâb olduğumuz suâllerden anlıyoruz.
Acaba, fâize bulaşılmasa da, âhiretimize bakar bir sakıncası gerçekten yok mudur?
Bu husûstaki sakıncaları ve ihtarları izâh etmeden evvel belirtelim ki; yazımızın kapsamı ‘yalnızca’ kredi kartı kullanan tüketicilerdir, yoksa kredi kartının temâs ettiği her alanı izâh etmek değildir.
Evet, fâiz’i zikreden ve sözleşmelerine fâiz şartını koyan bankaların bu sözleşmelerini, akidlerini imzâlamanın ve bu bankaların kredi kartlarını kullanmanın uhrevî sıkıntıları var.
Birçok dindâr kardeşimizin, “yaptığım harcamaların tamâmını hesap kesim târihinde ödüyorum, fâize girmediğim için de bir mahzûru olmuyor” diyerek, “hesap kesim tarihinde fâiz işlettirmeden tamamını öderseniz, dînen bir sakıncası olmaz” diyenlere istinâd ile bu kartları te’min ettiğini ve kullandığını müşâhede ediyoruz.
Derslerimizde, sohbetlerimizde bu sûallerin sorulmasından da anlıyoruz ki; dünyevî birkaç kolaylığına veya menfaatine temâyül edip, uhrevî sakınca ve zararlarını bilmediği için kullanan çok sayıda kardeşlerimiz var.
Hepimiz biliyoruz ki, fâiz’in (ribâ) haram oluşu nass-ı Kur’ân ile sâbittir.
Evet, fâiz yemediğimizi veya vermediğimizi düşünüyorsak da, fâiz’in ne derece menfûr bir şey olduğunu ve bu zamanda herşeye buhar gibi sirâyet edebildiğini unutmamamız lâzımdır. Zirâ Mü’min olan bir kimse, necis hükmünde olan bir şeyi elbette yemez ve yemediği gibi, üstüne dahi bulaşsın istemez.
İhtâr-ı Nebevî’ye dikkat edelim:
حَدَّثَنَا حَجَّاجُ بْنُ مِنْهَالٍ، حَدَّثَنَا شُعْبَةُ، قَالَ: أَخْبَرَنِي عَوْنُ بْنُ أَبِي جُحَيْفَةَ، قَالَ: رَأَيْتُ أَبِي اشْتَرَى حَجَّامًا، فَأَمَرَ بِمَحَاجِمِهِ، فَكُسِرَتْ، فَسَأَلْتُهُ عَنْ ذَلِكَ قَالَ: «إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَهَى عَنْ ثَمَنِ الدَّمِ، وَثَمَنِ الكَلْبِ، وَكَسْبِ الأَمَةِ، وَلَعَنَ الوَاشِمَةَ وَالمُسْتَوْشِمَةَ، وَآكِلَ الرِّبَا، وَمُوكِلَهُ، وَلَعَنَ المُصَوِّرَ»[1]
Ebu Cuheyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kan mukâbilinde alınan semenden, köpek semeninden, fuhûş kazancından men etti. Dövme yapanı, dövme yaptıranı, fâiz yiyeni, fâiz yedireni ve musavvirleri lânetledi.”
“Fâiz, Kur’ân-ı Kerîm’in üzerinde ısrarla durduğu belli başlı haramlardan biridir. Almak, vermek, fâiz akdinde kâtiplik, şâhitlik vs. hepsi haramdır.” [2]
Fâiz alanlar ve verenlerle birlikte, musavvirler de yâni sözleşmeleri yazanlar, tertip edenler, düzenleyenler de zikredilmiş ve hatta buna şâhitlik edenlere, kefîl olanlara kadar herkes Resûlullah’ın aleyhissalâtu vesselâm “lânet edilenler” tehdidinin altına girmiştir. Dikkat ediniz, bu hadis Sahîh-i Buhârî ve Sünen-i Ebû Dâvud kaynaklıdır.
Fâiz sözleşmelerini ve akidlerini düzenleyen kâtipler dahi bu azîm tehdîdde kalır da, imzâ atanlar hiç kurtulabilir mi?
Bu fâiz sistemini işletenlerin muhâtâbı, hangi maksadla olursa olsun, o imzâyı atacak olanlar değil midir?
O halde, “Biz fâize girmiyoruz ki” diyerek, Allah’ın celle celâluhu râzı olmadığı şeylere temâs etmekten çekinmeyen yâni, Cenâb-ı Hakk’ın celle celâluhu men’ ettiğini kâbul edenlerle ve haram kıldığına sözleşmelerinde yer verenlerle işbirliği yapmaktan kaçınmalı ve bu hadisin dehşetli zecrine veya zılline mazhâr olmamalı.
Mes’elenin diğer bir vechi ise; fâiz ile iştigâl eden bu müesseselerin güçlendirilmesi, kazançlarına destek olunmasıdır. Sizler onların müşterileri olduğunuz müddetçe, fâiz ödemiyoruz diye düşünseniz dahi, bu bankalar, alışveriş yaptığınız yerlerden aldıkları komisyonlarla veya gecikmeli ödeme sebebiyle tuttukları paralarla, fâiz işlerinde servetlerini arttırıyorlar! Ve buna da direk veya dolaylı olarak ve’sile olmaktan şiddetle kaçınmak lâzım geliyor.
Diğer bir husûs ise, “hesap kesim tarihi geldiğinde, harcamalarımın tamamını ödüyorum ve fâiz işlettirmiyorum” diyerek, kazancı fâiz üzerine kurulu bir sermayeden alınan kredi kartlarıyla, gıda ve taam gibi şeylerin de alınıp boğazdan geçirilmesidir…
Bilirsiniz ki, fıtratımız yediklerimizle (de) şekillenir.
Nasıl ki güneşin ziyâsı mevcûdata temâs eder ve şeffaf şeylerin bâtınına kadar girer, aynen öyle de yediğimiz şeyler de yalnızca bedenimize dağılmakla kalmaz, kalbe, ruha ve fıtrata sirâyet ederek mânevî âlemimize de te’sîr eder.
Kazancımıza ve nasıl kazandığımıza dikkat ettiğimiz kadar, boğazımızdan geçirdiklerimizin mâhiyetine ve hangi yollarla mutfağımıza girdiğine de azamî dikkat etmemiz elzemdir.
Nasıl yapıldığından ve hazırlandığından emin olmak için helâl gıda sertifikâlarını arayan gözlerimiz, satın almanın da sıhhatini dikkatlice aramalıdır.
Bu gibi kartları kullananların, hesap kesim tarihine kadar yaptıkları alış verişlerinin meblâğları, kazancı fâiz üzerine kurulu olan banka tarafından ödeniyor. Yâni siz ekmekten, sütünüze kadar satın alıp, hesap kesim tarihinde tamamını ödemeyi düşünürken, banka, aldıklarınızın tutarını sizin bedelinize karşı tarafın hesabına ödüyor. Siz de hesap kesim tarihi gelinceye kadar, fâizin karıştığı yiyeceklerinizi evinizde, evlâtlarınızla birlikte boğazlarınızdan geçiriyorsunuz. Hesap kesim tarihi geldiği vakit ödüyorsunuz ödemesine de, “yedikleriniz çoktan boğazınızdan geçti ve cism-i bedeninize dağıldılar”.
Sonradan ödüyor olmanız, önceden yediğiniz taamların içine karışan bu fâizleri temizlemiyor. Evet, “fâiz yemiyorsunuz ancak fâiz verenden ve yiyenden yiyorsunuz” bu cihette hakikat oluyor.
Ve dikkat ediniz ki,
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ سَعِيدٍ، حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيل ابْنُ عُلَيَّةَ، حَدَّثَنَا دَاوُدُ بْنُ أَبِي هِنْدٍ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ أَبِي خَيْرَةَ، عَنْ الْحَسَنِ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ﷺ لَيَأْتِيَنَّ عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ لَا يَبْقَى مِنْهُمْ أَحَدٌ إِلَّا آكِلُ الرِّبَا فَمَنْ لَمْ يَأْكُلْ أَصَابَهُ مِنْ غُبَارِهِ[3]
Ebu Hüreyre (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtû vesselâm buyurdular ki: "İnsanlar öyle bir devreye ulaşacak ki, o zamanda ribâ (fâiz) yemeyen kalmayacak. Öyle ki, (doğrudan) yemeyene (dahi) tozu ulaşacak. (Bir rivayette "... buharı ulaşacak")
Bu zamanda fâizden kaçınmanın mümkün olamadığı şartlarda temas başka, zarûret olmadığı halde gidip, bilerek temas etmek daha başkadır!
Bu nedenle, takvâmıza ve mâneviyatımıza bakar böyle ehemmiyetli husûsları nazar-ı dikkate almak ve hayat tarzımızı da ona göre şekillendirmek, âhiretimizin ve ebedî hayatımızın menfaatinedir.
Bu husûsa i’tirâz ederek, bankaların esnaflara hemen ödeme yapmadığını dillendirenler oluyor!
Kıymetli kardeşlerim, evvelen fâiz’i açıkça zikreden ve fâiz şartını sözleşmelerine yazan bir bankanın bu akdini imzâlamanın hadis ile zecrini yukarıda kaydetmiştik, bunu unutmayalım.
Sonrasında ise, hayat-ı içtimâiye’den biliyoruz ki; anlaşmalı komisyon kabulü ile ertesi günü alışverişlerinizin tutarını karşı tarafa ödeyen bankalar ve bu sistem ile çalışan ziyâdesiyle firmalar, alışveriş merkezleri ve ticârethâneler var.
Bunların hâricinde ise, karşılıklı anlaşmaya göre bir hafta ile kırk gün arasında gecikmeli ödeme yapan bankaların da olduğunu biliyoruz. Bu durumda, alışveriş yaptığımız yerlerin banka ile olan anlaşmasını yâni ödeme sürelerini nereden ve nasıl bileceksiniz ki, denk getirebilesiniz!?
Ve farz-ı muhâl olarak denk getirildiğini düşünelim, ödemeyi bankaya yaptığınıza göre, helâl paranızı fâizli kazanç havuzuna bırakacak ve o havuzdan çıkan para ile yedikleriniz ödenecektir. Yukarıda kaydettiğimiz hadis bu mânâya da işâret ediyor.
Kutub-i Sitte’deki izâhı aynen kaydedelim:
“Aliyyu’l-Kâri’ye göre, hadis şu mânâyı ifâde eder. ‘Öyle bir zaman olacak ki, bu devrede kişi, bilfarz, hakîki fâizden kaçınsa bile, dolaylı şekilde gelecek fâiz bulaşmalarından kendini kurtaramayacaktır.’
Bu hadis nokta-i nazarından, muâmelâtının esası fâize dayanan banka dâhil, bütün benzer müesseseler mevzuunda mümin müslümanların dikkatli olmaları gerekir. Şu veya bu mülâhaza ve gerekçelerle bulaşmak zorunda kalınan veya bulaşmak zorunda kalındığı zanniyle bulaşma şıkkı tercih edilen ‘fâiz’li muâmelelere, hiçbir sûrette kesin bir ifâde ile ‘fâiz değildir’ veya ‘câizdir’ diye fetvâ vermemek gerekir. Fetvâ, büyük mes’ûliyet işidir. Dâima ihtiyat şıkkını tercîh etmek en muvâfıkıdır.
İslâm ulemâsının ittifakla benimsediği umûmî bir prensip mevcuttur. ‘Bir mes’elede helâl ve haram ihtimâli beraberce var ve fakat birini tercîhe karîne yok ise, ihtiyâten haram olma (olasılığı olan) şıkkı esas alınır.’ Yâni şüpheli şeylerden kaçınmak esastır.”
Evet,
“Şüpheli şeylerden içtinâb, takvâdır.” [4] diye bildiriyor Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselâm.
Hassân İbn Ebî Sinan şöyle demiştir:
حَسَّانُ بْنُ أَبِي سِنَانٍ: مَا رَأَيْتُ شَيْئًا أَهْوَنَ مِنَ الْوَرَعِ دَعْ مَا يَرِيبُكَ إِلَى مَا لَا يَرِيبُكَ[5]
“Vera’dan daha kolay (rahat) bir şey görmedim. Seni şüphelendiren şeyi bırak, şüphelendirmeyeni al.”
İşte istikâmet ve takvânın yoludur ki; iki cihânda kalp te rahat olur, vicdan da…
Nüfûsun ekseriyet-i mutlakâsının Müslüman olduğu memleketimizde, biraz gayret ederek ve kardeşlerimizi de uyandırmak ile bu fâiz kurumlarından milletimizi ve ehl-i îmân’ı kurtarmak pek âlâ mümkündür.
Hem günümüzde İslâmî usüllerle faaliyet gösteren bankaların da varlığı, bu fâiz işletmelerine olan zorunlu bağımlılığı ortadan kaldırmaktadır. Gaflet edip, alttaki hadisde zikredilenlerden olmamalı…
حَدَّثَنَا آدَمُ، حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِي ذِئْبٍ، حَدَّثَنَا سَعِيدٌ الْمَقْبُرِيُّ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، عَنِ النَّبِيِّ ﷺ قَالَ: " يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ، لَا يُبَالِي الْمَرْءُ مَا أَخَذَ مِنْهُ، أَمِنَ الْحَلَالِ أَمْ مِنَ الْحَرَامِ "[6]
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, kişi aldığının helâlden mi yoksa haramdan mı olduğuna aldırış etmeyecek.”
Son olarak, mes’elemize bakmasına binâen alttaki İhbâr-ı Nebevîyi de kaydedelim:
حَدَّثَنَا أَبُو نُعَيْمٍ، حَدَّثَنَا زَكَرِيَّاءُ، عَنْ عَامِرٍ، قَالَ: سَمِعْتُ النُّعْمَانَ بْنَ بَشِيرٍ، يَقُولُ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ ﷺ يَقُولُ: " الْحَلَالُ بَيِّنٌ وَالْحَرَامُ بَيِّنٌ، وَبَيْنَهُمَا مُشَبَّهَاتٌ لَا يَعْلَمُهَا كَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ، فَمَنِ اتَّقَى الْمُشَبَّهَاتِ اسْتَبْرَأَ لِدِينِهِ وَعِرْضِهِ، وَمَنْ وَقَعَ فِي الشُّبُهَاتِ كَرَاعٍ يَرْعَى حَوْلَ الْحِمَى يُوشِكُ أَنْ يُوَاقِعَهُ، أَلَا وَإِنَّ لِكُلِّ مَلِكٍ حِمًى، أَلَا إِنَّ حِمَى اللَّهِ فِي أَرْضِهِ مَحَارِمُهُ، أَلَا وَإِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ، أَلَا وَهِيَ الْقَلْبُ "[7]
Numan b. Beşîr’den radıyallahû anh rivâyet edilmiştir:
Allah Resûlü’nün aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurduğunu işittim:
“Helal de bellidir, haram da. Bu iki arasında insanlardan çoğunun bilmediği şüpheli şeyler vardır.
Kim şüphelilerden korunursa dinini ve ırzını (şahsiyetini) korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşer.
Bu kişi bir koruluğun etrafında koyun güden ve koyunların her an koruluğa girme ihtimali bulunan bir çoban gibidir. Dikkat edin! Her kralın bir koruluğu vardır. Dikkat edin! Allah’ın yeryüzündeki koruluğu haram kıldığı şeylerdir.
Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o düzgün olursa bütün vücut düzgün olur, o bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. Dikkat edin! Bu et parçası kalptir.”
Elhâsıl, yukarıda izâhlarını ve delîllerini kaydettiğimiz sebepler dâhilinde âhiretimize ve ebedî hayatımıza bakar tehlikelerinden sakınmalı, hem âilemizin ve bilhassa evlâtlarımızın fıtratlarının ve mâneviyâtlarının şekillenmesine de te’sîr edebilen sakıncalarını gözden kaçırmamalı, hem yuvamızın ve kazancımızın bereketine de sirâyet eden ve daha kazanıp cebimize koymadığımız kazançlarımızı önceden bizlere harcatan bu asrın illetinden ve vebâsından kurtulmalı…
Evet,
"Kavga kapısını kapamak için banka kapısını kapayınız" [8] sözüne de kulak vermeli vesselâm…
Selâmet ve hayırla kalınız …
[1] Sahîh-i Buhârî, Kitâbü’l-Buyû’; Sünen-i Ebû Dâvud, Kitâbü’l-Buyû’
[2] Kutub-i Sitte, 15. Cilt, Prof. Dr. İbrahim Canan
[3] Sünen-i Ebû Dâvud, Kitâbü’l-Buyû’; Sünen-i Nesâî, Kitâbü’l-Buyû’; Sünen-i İbn-i Mâce, Kitabü’t-Ticârât
[4] Sahîh-i Buhârî, Kitâbü’l-Buyû’
[5] Sahîh-i Buhârî, Kitâbü’l-Buyû’
[6] Sahîh-i Buhârî, Kitâbü’l-Buyû’
[7] Sahîh-i Buhârî, Kitabü’l-İmân; Sünen-i Nesâî, Kitabü’l-Buyû’; Sünen-i Ebû Dâvud, Kitabü’l-Buyû’
[8] Sözler, Yirmibeşinci Söz, Birinci Şu’le, Üçüncü Şuâ
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.