İsmail BERK
Kur'an medeniyeti üzerine
Kur'an, bizatihi bir medeniyettir. Tekemmül etmiş bir hakikatin, insanı terbiye etme sistematiğidir. Rabbimiz, bizi terbiye edendir. "Oku" emri ile ilk mekan Hira'da inen vahiy, Rabbimiz’in bize tenezzülüdür. Anlayabileceğimiz seviyede, öğrenebileceğimiz düzeyde ve insan olma vasfını taşıyabileceğimiz sınırlarda eğitilerek Rabbimiz’in aleme, nefsimize ve rızkımıza dair şeriat sistematiğine dahil olduk. İnşirahı, inkişafı, iz'anı ve idraki olan bir külli şeriat. Bu şeriatın öğreticisi, rehberi, muallimi Peygamber Efendimiz ve kitabı Kur’an olan bir medeniyetin öğrencisi olma nasibini Rabbimiz bahşettiği için ne kadar şükretsek azdır.
Bizler, bir kitap medeniyetinin çocuklarıyız. Kitabi olan, ilahi olan, şer'i olan ve sünnetullah olan kainat kitabı ile birlikte Kur’an öğrencisi olabilme lütfuna mazharız. Bu mazhariyet, yüksek şuur ve sorumluluk altında ümmete karşı mükellefiyet ister. Hepimize bu misyonu yüklemiştir.
Kur'an’la birlikte kainat kitabının okunduğu, tevhit numunelerinin tefekkürle hikmetin kapılarını araladığı bir medeniyetin tasavvuru ve inşası, sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlık ve kainat için bir zarurettir.
"Kur'ân, ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder." (Sünuhat, 36)
Kur'an kainatı anlatır bize. Rabbimiz’den aktarır. Rehberimizle öğreniriz usulü, ibadeti ve ahlakı.
Üç külli muarrif olan Kur'an, peygamberimiz ve kainat, bize tevhidi olanı tarif eder, sebeplerden sahibine götürür. Bize, Bismillah dedirten her şeye dahil eder.. Bismillah ile başlarızO'nunla O'nun adına her yaratılanı tanır, bilir ve anlamlı buluruz.
Kainata, Kur'an ve Resul ile Allah adına bakma ve O'nun izni ve rızası dairesinde işleme, yaşama cehdi, ruhu, vicdanı veren hak ve hakikat iklimidir medeniyetimiz.
Medeniyetimizin, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik, coğrafi sınırları yoktur. Kainatı kuşatan hakikatin her dem daim olan tezahürleri, insani olan ve emre uygun olan her an, her şey ve her zamandır.
Medeniyetimizde, “İhtiyaç medeniyetin üstadıdır.”(Sünuhat, 46)
Kelami olan şeriatın Kur'an hükümleri, iradi olan tekvini şeriatla birlikte medeniyetimizin ekolojisini oluşturmaktadırlar
Bediüzzaman, “İzzet-i İslâmiyedir ki, İ’lâ-i kelimetullahı ilân ediyor. Ve bu zamanda İ’lâ-i kelimetullah, maddeten terakkiye mütevakkıf; medeniyet-i hakikiye girmekle İ’lâ-i kelimetullah edilebilir. İzzet-i İslâmiyenin iman ile katî verdiği emri, elbette âlem-i İslâmın şahs-ı mânevîsi, o kat’î emri istikbalde tam yerine getireceğine şüphe edilmez”(Hutbe-i Şamiye, 21) diyerek İ’la-i Kelimetullah’la medeniyeti özdeş kabul eder.
Kainat uygulamaları olan Adetullah ile birlikte Kur'an’ın ruhuna ve manasına talipli insanlığın ve ümmetin yol haritası oldukça açık ve güvenlidir.
Bütün esma ve şuunatı bu şekilde okuruz.
Kur’an ve kainat ahlakı ile ahlaklandığımız bütün güzelliklerse, hem birer esma tecellisi, hem Erhamürrahimine layık birer kulluk numunesi, hem de ümmeti olma şerefini taşıdığımız rahmet elçisi peygamber efendimizin sancağı altında toplanma bahtiyarlığıdır.
"Şeriat-ı Ahmediye’nin (a.s.m.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki, medeniyet-i hazıranın inkişâından inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine, müspet esaslar vaz' eder.”(Sünuhat, 37)
Bediüzzaman’ın ilahi mevhibeye dayalı medeniyet tasavvurunun zemini; hayatta dayanak noktası olarak kuvvet yerine hak ve adaleti esas almaktadır. Hedefi ise menfaat yerine fazilettir. Birlik noktası etnik milliyetçilik yerine din, vatan, sınıf ve insanlık gibi ortak paydalardır. Yine, hayat ilkesi olarak, birbiriyle mücadele yerine yardımlaşma kabul edilmektedir. Toplumsal kurumsallaşmada esas aldığı ilke ise, nefsin arzu ve ihtiraslarını teşvik yerine, ruhun ulvi duygularının doyurulmasıdır.
Kur’an medeniyetinin yeniden ihyası için; “Nokta-i istinâdı, kuvvete bedel haktır ki; şe’ni, adâlet ve tevâzündür. Hedefi de, menfaat yerine fazilettir ki; şe’ni, muhabbet ve tecâzübdür. Cihetü’l-vahdet de, unsûriyet ve milliyet yerine, râbıta-i dinî ve vatanî ve sınıfıdir ki;şe’ni, samîmî uhuvvet ve müsâlemet ve hâricin tecâvüzüne karşı yalnız tedâfü’dür. Hayatta, düstur-u cidal yerine düstur-u teavündür ki; şe’ni, ittihad ve tesânüddür. Hevâ yerine hüdâdır ki; şe’ni, insâniyeten terakkî ve rûhen tekâmüldür”(Sünuhat, 38).
Medeniyetimizin bu ulvi basamaklarında hakiki insaniyeti yaşamak ve yaşatmak, hakikatin hukukunu koruyacaktır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.