Kur'an okumayı Musikîyle öğreniyorlar

Kur'an okumayı Musikîyle öğreniyorlar

Bir yanda Kur'an-ı Kerim, bir yanda rast, segâh, neva ya da uşşak gibi Türk müziği makamlarıyla alınmış notlar...

Esra Keskin Demir'in haberi:

Henüz 14 yaşındayken Bolu'dan İstanbul'a dini eğitimini tamamlamak için gelen 78 yaşındaki Dr. Mehmet Ali Sarı, beklenmedik bir şekilde konservatuar eğitimi alırken bulur kendini. Dini eğitimini müzik bilgisiyle harmanlayan Sarı, şimdilerde musikî ile Kuran-ı Kerim tilaveti öğretiyor. Kötü okunan ezanlarla ilgiliyse, "Ezanlar uzatılmadan güzel okunmalı." diyor.

Bir yanda Kur'an-ı Kerim, bir yanda rast, segâh, neva ya da uşşak gibi Türk müziği makamlarıyla alınmış notlar... Tahtada porte üzerine çizilmiş notalar var bu sınıfta. Ama biz ne konservatuardayız ne de ilahiyatta! Pendik Haseki Dini Yüksek Eğitim Merkezi'nde bir sınıf burası. Yani imam, müezzin ve Kur'an kursu öğretmenlerine musiki makamlarıyla Kur'an-ı Kerim kıraatinin öğretildiği yer.

Dersi verense, döneminin ünlü musikişinasları Nevzat Atlığ, Şefik Gürmeriç, Süheyla Altmışdört, Naime Batanay gibi isimlerden konservatuarda müzik eğitimi almış Dr. Mehmet Ali Sarı. Adına pek çoğumuz aşina olmasak da aslında Enderun teravihlerinde duyduğumuz isimlerden. Onu özel kılansa Kur'an-ı Kerim hocası ve hafız olmasının yanı sıra engin bir musiki bilgisine ve pratiğine sahip olması ve bu bilgileri Kuran-ı Kerim tilâveti ile harmanlaması. 78 yaşında olan üstadın ardından bu tarz eğitimin verilip verilemeyeceği de meçhul ne yazık ki. Bu yüzden ailesinden, çok sevdiği köyünden ve kuzularından henüz 14 yaşında ayrılarak, gözleri yaşlı geldiği İstanbul Beyoğlu'na iyi ki yolu düşmüş diyoruz onu dinledikçe...

Bolu'nun Seben ilçesinin Tepe Köyü'nde doğan Sarı, Bolu'da hafızlık eğitimini tamamladıktan sonra hocaları aracılığıyla getirilir İstanbul'a. Maksat; Süleymaniye, Fatih, Eminönü gibi selâtin camilere bağlı yerlerde ilmini tamamlaması, aynı zamanda İstanbul usulü Kur'an okuma eğitimi almasıdır. Ancak tek tek kapısını çaldığı camilerin imamları, kalacak yeri olmadığı için eğitim veremeyeceklerini ifade ederler.

Yapacak bir şey yoktur artık. Geceyi otelde geçirip geri dönmektir niyet. Ama onu İstanbul'a getiren hocaları çok üzülse de Sarı, içten içe sevinmiştir bu duruma. İlk kez gördüğü ve ürkek bakışlarla izlediği dalgalı mavi denizi değil, köyünün kırlarındaki rengârenk çiçekleri koklayabilecektir tekrar çünkü. İstanbul'un büyüklüğünden ürken yüreği köyünde huzur bulacaktır yeniden.

Hayatı Pera'da şekilleniyor

Sirkeci'de kaldığı otele, dönemin İstanbul vaizlerinden Galip Gürses'in gelmesiyle değişir her şey. Gürses, Sarı'yla birlikte gelen iki arkadaşına bakar ve Sarı'yı işaret ederek, "Bunun yeri hazır." der. Arkasına takar ve Beyoğlu'nda bulunan Ağa Camii'ye yerleştirir genç hafızı. Böylece Beyoğlu'nda, bir zamanlardaki adıyla "Pera" da şekillenir onun hayatı.

Sarı, İstanbul radyosu, Kristal, Küçükçiftlik ve Tepebaşı Gazinoları gibi büyük müzik mekânları ve İstanbul'un gece hayatını şekillendiren saz evlerinin yakınındaki camidedir artık. Zamanın meşhur bestekâr, hanende ve sazendeleri Sadettin Kaynak, Selahaddin Pınar, Mustafa Nafiz Irmak, Sabite Tur, Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses, Perihan Altındağ, Safiye Ayla gibi birçok ünlü sanatçı da Beyoğlu sakinlerindendirler. "Kemal Batanay, Sadettin Kaynak, Kemal Gürses, Sadettin Heper, gibi isimler zaman zaman Ağa Camii'ne uğrayarak hocam Rahmi Efendiyle çay kahve içerler, şen şakrak kahkahalarla şakalaşırlar, sohbet ederlerdi." diyor üstad Sarı. Haliyle sohbet çoğunlukla musiki üzerine olur.

O dönemler, İmam Hatip okulu öğrencisi olan genç hafız da, onlara çay kahve hizmeti yaparken, bu muhabbetleri kenarından bucağından dinler ve sanatçıların bu tatlı sohbetlerinin konusu olan musiki, sâri bir virüs gibi ona da bulaşır.

Sıkça camiye namaza gelen Kemal Batanay'ı kestirmiştir gözüne. Ondan rica eder, kendisine musiki dersleri vermesini. Batanay da memnuniyetle kabul eder. Caminin yakınında oturan Batanay, Kadıköy'e taşındıktan sonra da derslere ara vermeden devam eder musıki öğrencisi Sarı. İmam-Hatipten mezun olup, Yüksek İslam Enstitüsüne başladığı sırada Kemal Batanay'ın eşi tamburî Naime Batanay'ın "Konservatur eğitimi de almalısın." nasihati üzerine, İstanbul Belediye Konservatuarı'na başvurur ve açılan sınavı kazanır. Yüksek İslam Enstitüsü'nün dersleri 15:30 da biter, 16:00'da konservatuar dersleri başlar. Yarım saatlik arada Fındıklı'dan, Osmanbey'e geçerek iki kurumdaki derslere, aksatmaksızın devam eder. Konservatuarda görevli çok değerli hocalardan teorik dersler alır, klasik eserler meşk eder.

Ezanlar muhtasar, müfit olmalı

İşte o dönemlerde Sarı'nın temelini attığı din ve müzik bilgileri şimdilerde çok farklı çıkıyor karşımıza. Kendi tabiriyle din görevlilerine seslerini gütmeyi öğretiyor. "Bu kurslara kadar onları sesleri güdüyordu, şimdiyse onlar seslerini yönlendiriyorlar" diyor.

Güzel okunmayan ezanlardan duyduğu rahatsızlığı ise şöyle ifade ediyor: "Dinimizin sesli, periyodik daveti olan ezan benim derdimdir. Sesi güzel olandan da, olmayandan da rahatsızlık duyuyorum. Güzel olmayan ses zaten dinletmiyor kendini. Güzel sesi olan da sesine güvenip uzattıkça uzatıyor ezanı. Hâlbuki ezan ilâm içindir. Dev hoparlörlerden duyuruyoruz zaten vaktin girdiğini. Uzatmaya hiç gerek yok. Ayda bir kere okunsa tamam, neredeyse ikişer saat arayla günde 5 kere okunuyor zaten. Ezan muhtasar, müfit, yani çok uzatılmaksızın güzel olmalı."

İlahiyat fakültelerinde de eğitimi verilmeli

Dr. Mehmet Ali Sarı'nın bu alanda verdiği eğitimin ilahiyat fakültelerinde de verilmesi için, öğretim elemanının hafız olarak iyi bir hocadan talim dersi alması, Arapça bilmesi ve musiki alt yapısına sahip olması gerekiyor.

Elbette ki Sarı'nın yetiştirdiği birçok talebesi var. Ancak bu talebelerin aynı eğitimi verebilmeleri için daha epey mesafe almaları gerekiyor. Bu sebeple Sarı, görevini bıraktığında ne yazık ki bu eğitimi onun ölçüsünde verebilecek kimselerin varlığından şimdilik söz edilemiyor. Dileriz ki Sarı'nın ardından da bu nitelikteki eğitim devam eder ve Kuran-ı Kerim her yönüyle en üst düzeyde okunur.

Ayetlere giydirilen nağmeler Kur'an'a layık olmalı

Mehmet Ali Sarı melodilerin tilâvet geleneğinin önüne geçmemesi üzerinde de önemle duruyor: "Kuran-ı Kerim'in okunmasını düzenleyen tecvit kuralları var. Bu kurallara riayet ederek nağmeler giydirilmeli lafızlara. Yani tecvid esasları önde, ses arkada olmalı. Ve melodi motifleri Kuran'a layık olmalı. Şarkı ve gazel motifleri Kuran'da kullanılmamalı" diyor.

Hafızların sesleri güzel ama kullanmayı bilmiyorlar

"Hafızların birçoğunun sesi çok güzel ama ses hakkında bilgileri yok. Bir ayeti okurken hangi perdeyi kullanıyor, başladığı akord ne, nerede karar veriyor, bunlardan habersizler. Musıki eserlerinde, örneğin Yahya Kemal'in ya da bir başka şairin şiiri nasıl özenle besteleniyorsa, Allah'ın sözlerini de seslendirirken gerekli itina gösterilmeli. Bakıyorsunuz, şairin sözünün seslendirilmesi bir usul dâhilinde oluyor. Alt seslerden başlıyor, üst seslere yükseliyor ve tekrar alt seslere dönülerek eser bitiriliyor. Allah'ın sözlerinin seslendirilmesinde ise ses nereye giderse eyvallah diyoruz. Bunun da mutlaka bir düzeni olması gerekir. Burada bu disiplinin eğitimini veriyor, meşkini yapıyoruz."

Zaman