Kur’an ve felsefenin kainata bakışındaki fark

Kur’an ve felsefenin kainata bakışındaki fark

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

“Acaba neden Kur’ân-ı Hakîm, felsefenin mevcudattan bahsettiği gibi etmiyor? Bazı mesâili mücmel bırakır; bazısını, nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı tâciz edip yormayacak bir suret-i basitâne-i zahirânede söylüyor.”

Cevaben deriz ki: Felsefe hakikatin yolunu şaşırmış; onun için... Hem geçmiş derslerden ve Sözlerden elbette anlamışsın ki, Kur’ân-ı Hakîm şu kâinattan bahsediyor, tâ Zât ve sıfât ve esmâ-i İlâhiyeyi bildirsin. Yani, bu kitab-ı kâinatın maânîsini anlattırıp, tâ Hâlıkını tanıttırsın. Demek, mevcudata kendileri için değil, belki Mûcidleri için bakıyor. Hem umuma hitap ediyor. İlm-i hikmet ise mevcudata mevcudat için bakıyor. Hem hususan ehl-i fenne hitap ediyor.

Öyle ise, madem ki Kur’ân-ı Hakîm mevcudatı delil yapıyor, burhan yapıyor; delil zahirî olmak, nazar-ı umuma çabuk anlaşılmak gerektir. Hem madem ki Kur’ân-ı Mürşid bütün tabakat-ı beşere hitap eder. Kesretli tabaka ise tabaka-i avamdır. Elbette, irşad ister ki, lüzumsuz şeyleri ipham ile icmal etsin; ve dakik şeyleri temsil ile takrib etsin; ve muğâlatalara düşürmemek için, zahirî nazarlarında bedihî olan şeyleri lüzumsuz, belki zararlı bir surette tağyir etmemektir.

Meselâ güneşe der, “Döner bir siracdır, bir lâmbadır.” Zira, güneşten, güneş için, mahiyeti için bahsetmiyor. Belki bir nevi intizamın zembereği ve nizamın merkezi olduğundan, intizam ve nizam ise Sâniin âyine-i marifeti olduğundan bahsediyor.

Evet, der: اَلشَّمْسُ تَجْرِى  (Yâsin Sûresi) “Güneş döner.” Bu “döner” tabiriyle, kış-yaz, gece-gündüzün deverânındaki muntazam tasarrufât-ı kudreti ihtar ile azamet-i Sânii ifham eder. İşte, bu “dönmek” hakikati ne olursa olsun, maksud olan ve hem mensuc, hem meşhud olan intizama tesir etmez.

Hem der: وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِراَجاً  (“Güneşi bir kandil yaptı.” Nuh Sûresi) Şu “sirac” tabiriyle, âlemi bir kasır suretinde, içinde olan eşya ise insana ve zîhayata ihzar edilmiş müzeyyenat ve mat’ûmat ve levazımat olduğunu ve güneş dahi musahhar bir mumdar olduğunu ihtar ile, rahmet ve ihsan-ı Hâlıkı ifham eder.

Şimdi bak, şu sersem ve geveze felsefe ne der? Bak, diyor ki: “Güneş bir kütle-i azîme-i mâyia-i nâriyedir. Ondan fırlamış olan seyyârâtı etrafında döndürüp, cesâmeti bu kadar, mahiyeti böyledir, şöyledir...” Mûhiş bir dehşetten, müthiş bir hayretten başka, ruha bir kemâl-i ilmî vermiyor. Bahs-i Kur’ân gibi etmiyor.

Buna kıyasen, bâtınen kof, zâhiren mutantan felsefî meselelerin ne kıymette olduğunu anlarsın. Onun şaşaa-i surisine aldanıp Kur’ân’ın gayet mu’ciznümâ beyanına karşı hürmetsizlik etme. (On Dokuzuncu Söz)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
bedihî : açık, âşikar
burhan : delil
dakik : ince
ehl-i fen : bilim adamları
ehl-i ilhâd : inkârcılar, dinsizler
fikr-i avâm : avâmın, halkın düşüncesi
hakâik-ı dakika : ince hakikatler
Hâlık : yaratıcı, herşeyi yaratan Allah
hiss-i âmme : genelin hissi
icmâl : özetleme
ilm-i hikmet : felsefe ilmi; Bediüzzaman’ın Eski Said döneminde felsefeye verdiği ad
ipham : üstü kapalı bırakma
irşadî : hak yolu göstermeyle ilgili
kâinat : evren, yaratılmış her şey
kesretli : çok
kitab-ı kâinat : kâinat kitabı
Kur’ân-ı Hakîm : sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân
Kur’ân-ı Mürşid : doğru yolu gösterici Kur’ân
lem’a-i i’caz : mu’cizelik parıltısı
maânî : mânâlar
medar-ı tenkit : tenkit nedeni
mesâil-i azîme : büyük meseleler
mesâil-i kevniye : yaratılışla ilgili meseleler
Mûcid : icad eden, yoktan var eden, Allah
muğâlata : demagoji, aldatma
mücmel : kısa, özetlenmiş
müessis : tesis edici, kurucu
nazar-ı umum : genelin bakışı
rencide etmek : incitmek
sureten : görünüşte
suret-i basitâne-i zahirâne : görünüşteki basit şekil
tabaka-i avam : halk tabakası
tabakat : tabakalar, dereceler
tabakat-i beşer : insan tabakaları
tağyir etmek : değiştirmek
tahkik : doğruluğunu araştırma
takrib etmek : yaklaştırmak
takrir : yerleştirme
te’kid : kuvvetlendirme
te’yid : kuvvetlendirme
terdad : tekrar
tesbit : sağlam şekilde yerleştirme
tevehhüm etmek : zannetmek, kuruntulanmak
vücuh : yönler
zahirî : açık, görünürde
Zât ve sıfât ve esmâ-i İlâhiye : Cenab-ı Allah’ın Zâtı, sıfatı ve isimleri