Mehmet Ali KAYA

Mehmet Ali KAYA

Kur’an'da Şeriat kavramı

Kur’ân-ı Kerimde “Şeriat” kelimesi “Şir’a” (Mâide, 5:48) “şerea” (Şura, 42:13) “şereû” (Şura, 42:21) ve “şeriat” (Câsiye, 45:18) kelimeleri ile dört ayette geçmektedir.

Birinci ayette yüce Allah peygamberimize (sav) “Biz Azimüşşan bu kitabı, yani Kur’ân-ı Kerimi önündeki kitapları tasdik edici ve onlara şahit olsun diye sana hak üzere inzal buyurduk. Sen de onların aralarında Allah'ın indirdiği şeyle hükmet. Size hak ve adaletle hükmetmen için Allah'ın ayetleri geldikten sonra heva ve hevese kapılarak onların arzularının arkasından gitme. Biz her biriniz için bir kanun ve şeriat tayin ettik. Allah dileseydi sizi bir ümmet yapardı. Ancak Allah diledi ki her birinizi verdiği şeyle imtihan etmeyi murat etti. O halde durmayın, hayırda yarışın. Sonunda hepiniz Allah'ın huzuruna döneceksiniz. Allah da sizin ihtilafa ve ayrılığa düştüğünüz hususlardaki gerçeği size haber verecektir” (Mâide, 5:48) buyurur. 

İkinci ayet şu mealdedir: “Allah sizin için de Nuh’a, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vahiy ve tavsiye ettiği dini teşrî buyurdu. Dinde dosdoğru olun ve dinde, şeriatte tefrikaya düşmeyin diye vahyetti. Ne ki bu davetin müşriklere ağır geldi. Ama ne var ki Allah dilediklerini seçecek ve onları hidayete erdirecektir.” (Şura, 42:13)

Üçüncü ayet: “Yoksa onların dinde Allah'ın yasakladığı ve meşru kılmadığı şeyleri onlara meşru kılan şerikleri mi vardır? Şayet Allah'ın kendilerine verdiği kıyamete kadar mühlet ve fasıl olmasaydı aralarında hemen hüküm verilir ve onların işleri bitirilirdi. Gerçekten zalimler için elîm bir azap vardır.” (Şura, 42:21)

Dördüncü ayet: “Biz onlara delillerle beraber emrimizi vermişiz, göndermişizdir. Ne ki, onlara ilimle beraber delillere dayanan emrimiz geldiği halde ihtiraslarınızdan dolayı aralarında ihtilafa düştüler. Şurası muhakkak ki Allah aralarında ihtilafa düştükleri hususlardaki hükmünü ahirette verecektir. Sonra biz seni emrimizi ifa ve şeriatımızı icra için memur kıldık, görevlendirdik. Öyle ise, o şeriate ilk önce sen uy ve uygula, bilgisizlerin ve cahillerin heva ve isteklerine uyma.” (Câsiye, 45:17-18)
Kur’ân-ı Kerimde içinde “şeriat” kavramının geçtiği ayetler bunlardır. Bu dört ayette de yüce Allah şeriatı “Allah'ın dini, kanunu, hükmü, emirleri ve yasakları” olarak nitelemiştir. Allah'ın hükmü ve şeriatının ilme ve delillere dayanan hükümler olduğunu, bunların dışındaki hükümlerin ve uygulamaların ise ilme hiçbir delile dayanmayan heva ve heves eseri şeylerin olduğunu belirtir. Herkesin heva ve hevesi farklı olduğu için de aralarında ihtilafların çıktığını, ihtilafları gidermenin ancak delillere ve ilme dayanan Allah'ın vahiyle bildirdiği hükümlere uymak olduğunu anlatmaktadır. Allah'ın hükmünü kabul etmemeleri halinde ahirette hak ve hakikat, adalet ve hakkaniyet üzere Allah'ın hükmederek ihtilaf ettikleri hususlardaki adil hükmünü vereceğini açıkça anlatmaktadır. Peygamberleri de Allah'ın kendilerine inzal ettiği mahz-ı hakikat olan ahkâmı icra ve tatbik etmek olduğunu da ifade etmektedir.

Öyle ise, “Şeriat nedir?” “Önceki şeraitler ile İslam şeriatı ve günümüz modern hukuk arasında ne gibi farklar vardır?” sorularının cevabını bulmaya çalışacağız.
Şeriat, “ş-r-a” kökünden gelen bir kelime olup lügat anlamı bir akıntının, sızıntının ve ırmak gibi akan ve insanların kirli elinin bulaşması ile bulanan ve kirlenen suyun kaynağı ve membaına giden ve götüren yol anlamına gelmektedir. Her şeyin membaı ve kaynağı ilâhî vahiy olunca şeriat ıstılah anlamı olarak din, ilâhî hükümler, dinin amele bakan muamelatının tamamı anlamına gelmektedir. “Şir’a” kelimesi “şeriatın” eş anlamlısı olup kaynağa, asla ve membaa giden yol, hakka götüren metot anlamına gelir.

Şeriat gerçekte “hukuk sistemi” demektir ve Hz. Musâ’dan (as) günümüze kadar hukuk sistemi olarak gelmiştir. Bizim Kur’ân-ı Kerimde bize haber verildiği için bildiğimiz şey ilk kitap ve şeriat olarak MÖ. 2.000 yıl önce yüce Allah tarafından Musa’ya (as) verilmiştir. Ondan önce yüce Allah “Suhuf” denilen sahifler inzal buyurarak o zamanlarda hayat-ı içtimaiye fazla inkişaf etmemiş olduğu için iman ve ibadete ait ve bir kısım emir ve yasakları içine alan esasları insanlığa ders vermiştir. Bunun için ilk şeriat dediğimiz hukuk kurallarını içine alan hükümler ve bununla ilgili sistemli bir hukuk düzeni Hz. Musa’dan (as) sonra teşekkül etmiştir denebilir.

“Evet, nev-i beşerin ahvâline dikkatle bakılırsa görülür ki, ruhun mânen terakkisini, vicdanın tekâmülünü, akıl ve fikrin inkişaf ve terakkisini telkih eden, yani aşılayan, şeriatlardır; vücut veren, tekliftir; hayat veren, Peygamberlerin gönderilmesidir; ilham eden, dinlerdir. Eğer bu noktalar olmasaydı, insan hayvan olarak kalacaktı ve insandaki bu kadar kemâlât-ı vicdaniye ve ahlâk-ı hasene tamamen yok olurlardı. (İşaratu’l-İ’câz, 2006, s.355)

Şeriat geniş anlamı ile genel olarak Allah'ın kanunu denildiği zaman Allah'ın tekvinî ve teşrii kanunlarının tümünü içine alan bir kavram olduğu söylenebilir. Çünkü her şey Allah'ın irade ve kudreti ile olur. Allah'ın kudretinden “Tekvinî Kanunlar” dediğimiz “Tabiat Kanunları” ve Allah'ın iradesinden de “Teşriî Kanunlar” dediğimiz “vahiyle belirlenen emir ve yasaklar” zuhur etmiştir.

Teşriî kanunlar ve hükümler de kendi arasında üçe ayrılmaktadır. Birincisi, itikadi hükümler, ikincisi ibadete ait hükümler, üçüncüsü ise muamelâta ait hükümlerdir. Muamelâta ait hükümler de kendi arasında üçe ayrılmaktadır. Birincisi, şahsî hukuk dediğimiz kişiye özel hukukî işlemlerdir. İkincisi, karşılıklı hukuktur ki insanlar arasındaki ilişkileri, suçları ve cezaları içine alır. Üçüncüsü ise, “kamu hukuku” dediğimiz şeriatın toplumu idareye bakan ve sosyal hayatı ilgilendiren yönüdür. Şeriat dediğimiz zaman genel kabul gören ve tartışmaya konu olan bu yönüdür.

Bizim bildiğimiz şeriat insanlardan sudur eden ef’âl-i ihtiyariyeyi bir nizam ve intizam altına alıp tahdit eden kaidelerin hülâsası veya devletin işlerini tanzim eden nizamların, düsturların, kanunların mecmuasıdır. (İşaratu’l-İ’câz, 238)

Şeriatın amacı adaletin tesis edilmesidir. Lâkin her ferdin aklı, adaleti idrakten aciz olduğundan, külli bir akla ihtiyaç vardır ki, fertler o külli akıldan istifade etsinler. Öyle külli akıl da ancak kanun şeklinde olur. Bu kanun ise ancak şeriattır. (İşaratu’l-İ’câz, 228)

Külli akıl, İlâhî Şeriat olan “Kanun”dur; veya “Kanun-u İlâhî” olan “Şeriat”tır. Fermân-ı İlâhî olan değişmez “Anayasa”dır. Anayasa değişmez hükümleri içine alır. Anayasaları uygulamak için “Yasalar/kanunlar” yapılır. Yasaların uygulanması için “yönetmenliklere” ihtiyaç duyulur. Anayasa, yasa, yönetmenliklerle nizam ve intizam altına alınıp toplumu idare etmeye “Hukuk Sistemi” adı verilir. Herkesin yasalara saygılı olduğu sisteme ise “Hukukun Üstünlüğünü savunan sistem” denir. Aynı şekilde Allah'ın kitabı “Anayasa”dır. Allah'ın emrini uygulamak için peygamberin “Sünneti” esas alınmalıdır. Sünnetin uygulaması için ulemanın içtihatlarına ihtiyaç vardır. İçtihatlar “yönetmenlik” gibidir. Dolayısıyla insan aklı ve iradesinin ürünü olan ve Allah'ın değişmez kanunlarını uygulamaya geçirmeyi esas alan sisteme de “hukuk sistemi” anlamında “şeriat sistemi” denir. Şeriat demek, “hukuk sistemi” demektir. Yasalar insanın ihtiyari fiilleri ile ilgili olduğu, insanın da bulunduğu şartlara göre değiştiği için “Anayasa” değişmez ama yasalar değişir. İlim ve aklın ürünü olan yeni yasalara ihtiyaç duyar. Müçtehitler ilimleri ve akılları ile yeni içtihatlarla bu ihtiyaca cevap verirler. Böylece Bediüzzaman’ın dediği gibi “Şeriat-ı İslamiye aklî burhanlar üzerine müessestir. Bu şeriat, ulûm-u esâsiyenin hayâtî noktalarını tamamıyla tazammun etmiş olan ulûm ve fünundan mülahhasdır.” Yani aklın ve vahyin ürünü olan ilim ve fenlerin hülâsasıdır, onlardan çıkarılmıştır. Ruh, kalbi, bedeni, evi, çevreyi, şehir idaresi, hukuki muamelat, sosyal hayatı düzenleyen kurallar gibi bütün ilim ve fenlerin fihristesi şeriat-ı İslâmiyedir. (İşâratu’l-İ’câz, 274)

“Şeriat” dediğimiz zaman genelde toplum tarafından yüce Allah'ın Hz. Muhammed (as) aracılığı ile insanlara gönderdiği İslam dini ve bu dinin amele ilişkin hükümleri anlaşılır. Yüce Allah “Seni şeriat sahibi kıldık. Ona uy, hakkı ve hukuku bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma” (Câsiye, 45:18) ayeti bu hususu ifade etmektedir. Peygamberimiz (sav) de asla kendi heva ve hevesine göre değil, dinde vahye ve hukukta hak ve adalete uygun hareket etmiş olduğunu yüce Allah “O peygamber, kendi arzu ve hevasından konuşmaz, O’nun bütün konuştuğu Allah'ın vahyinden başka bir şey değildir” (Necm, 53:3-4) ayeti ile överek ifade etmiş ve insanları peygambere uymaya çağırmıştır. Bu ayette peygamberin (sav) “Sünneti”nin de vahiyden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Peygamberimizin (sav) sünneti vahyin bir alt mertebesi olan peygamber ilhamı olup yine vahiy eseridir. Birinci mertebesinin “Ferman-ı İlâhi” olan Kur’ân-ı Kerim olduğu zaten bilinen bir husustur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum