Kur'ân'ın Allah'ın kelâmı olduğunu nasıl bileceğiz?
Günün Risale-i Nur dersi
Bismillahirrahmanirrahim
Bu âyeti mâkabliyle rapteden ikinci vecih ise:
Evvelki âyet vakta ki ibadeti emretti, sanki "İbadetin keyfiyeti nasıldır?" diye sâmiin zihnine bir sual geldi; "Kur'ân'ın tâlim ettiği gibi" diye cevap verildi.
Tekrar, "Kur'ân'ın Allah'ın kelâmı olduğunu nasıl bileceğiz?" diye ikinci bir suale daha kapı açıldı.
Bu suale cevaben وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا 1 ilâ âhir, âyetiyle cevap verildi. Demek her iki âyetin arasındaki cihet-i irtibat, bir sual-cevap ve bir alış-veriştir.
Arkadaş! Bu âyetin ihtiva ettiği cümlelerin arasına girelim, bakalım aralarında ne gibi münasebetler vardır?
Evet, ﴾ وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا ﴿ cümlesi, mukadder bir suale cevaptır. Çünkü, Kur'ân, evvelki âyette ibadeti emrettiği vakit, "Acaba ibadete olan bu emrin Allah'ın emri olup olmadığını nasıl anlayacağız ki imtisal edelim?" diye bir sual sâmiin hatırına geldi. Bu suale cevaben denildi ki: "Eğer Kur'ân'ın ve dolayısıyla bu emrin Allah'ın emri olduğunda şüpheniz varsa, kendinizi tecrübe ediniz ve şüphenizi izale ediniz."
Ve eyzan, vaktâ ki Kur'ân, sûrenin evvelinde لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ 2 cümlesiyle kendisini senâ etti, sonra mü'minlerin medhine, sonra kâfir ve münafıkların zemmine intikal etti, sonra ibadet ve tevhidi emrettikten sonra sûrenin başına dönerek لاَ رَيْبَ فِيهِ 3 cümlesini tekîden وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ 4 ilâ âhir, cümlesini zikretti. Yani; "Kur'ân, şek ve şüphelere mahal değildir. Sizin şüpheleriniz, ancak kalblerinizin hastalığından ve tabiatınızın sekametinden neş'et ediyor." Evet, gözleri hasta olan, güneşin ziyasını inkâr eder; ağzı acı olan, tatlı suya acı der.
﴾ فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ 5 ﴿ Yani: "Kur'ân'ın mislinden bir sûre getiriniz."
Arkadaş! Bu cümleyi وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ 6 cümlesiyle bağlayan اِنْ edat-ı şarttır. Şart edatları, daima—hararetle ateş gibi—biri sebep, diğeri müsebbep iki cümleye dahil olurlar. İlm-i nahivce, birisine fi'lü'ş-şart, ikincisine cezaü'ş-şart denir. Bu iki cümle arasında, hararetle ateş arasında olduğu gibi "lüzum" lâzımdır. Halbuki bu iki cümle arasında lüzum görünmüyor. Binaenaleyh, âyetin ihtisarı dolayısıyla, ortadan kaldırılan cümlelere müracaat lâzımdır. Mukadder cümleler ise, تَشَبَّثُوا وَجَبَ التَّشَبُّثُ تَعَلَّمُوا وَجَرِّبُوا 7 emirleridir. Bunlar, sırayla, ikincisi birincisine lâzımdır. Yani ityan (delil getirmek), tecrübeye lâzımdır; tecrübe taallüme, taallüm vücub-u teşebbüse, vücub-u teşebbüs de teşebbüse, teşebbüs de raybe lâzımdır. Demek bu kadar lüzumların takdiri lâzımdır ki, "Kur'ân'ın bir mislini getiriniz" ile "Kur'ân'da şüpheniz varsa" arasında lüzum tezahür edebilsin.
Dipnot-1: "Eğer indirdiklerimizden herhangi bir şüphe duyuyorsanız.." Bakara Sûresi, 2:23.
Dipnot-2: "Onda asla şüphe yoktur. O, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanlar için bir yol göstericidir." Bakara Sûresi, 2:2.
Dipnot-3: "Onda hiçbir şüpheye yer yoktur." Bakara Sûresi, 2:2.
Dipnot-4: "Bir şüpheniz var ise." Bakara Sûresi, 2:23
Dipnot-5: Bakara Sûresi, 2:23.
Dipnot-6: "Eğer herhangi bir şüpheye düşüyorsanız.." Bakara Sûresi, 2:23
Dipnot-7: Teşebbüs ediniz. Teşebbüs şarttır. Öğreniniz ve tecrübe ediniz.
Bediüzzaman Said Nursi
İşârâtü'l-İ'câz