Kürt meselesine ‘Münazarat’ ışığı

Kürt meselesine ‘Münazarat’ ışığı

Dergi, Mardin Artuklu Üniversitesi'nde düzenlenecek olan Münazarat Sempozyumu'na geniş yer verdi

Risale Haber-Haber Merkezi

Haftalık Aksiyon Dergisi, Artuklu Üniversitesi, Risale Akademi ve Akademik Araştırmalar Vakfı tarafından 6-8 Nisan tarihlerinde Mardin Artuklu Üniversitesi'nde düzenlenecek olan Münazarat Sempozyumu'na geniş yer verdi.

"Kürt meselesine ‘Münazarat’ ışığı" başlığını kullanan dergi yürütme kurulunda bulunan isimlerden de görüş aldı.

Pınar Demir'in haberi:

Bediüzzaman Said Nursi, II. Meşrutiyet’ten sonra doğu insanına demokrasinin nimetlerini, kavmiyetçiliğin tehlikelerini anlattı. Artuklu Üniversitesi, bugünün problemlerine reçete sunan ‘Münazarat’ derslerini masaya yatırıyor.

Çok etnisiteli, çok dilli, çok kültürlü geniş bir coğrafyadan Anadolu sınırlarına çekilmeye zorlandığımız zamanlarda başladı her şey. Coğrafi çekilme, varlığımızda ve kimlik tasavvurumuzda da bir daralmanın başlangıcı oldu. İmparatorluk bakiyesi topraklarda, tüm enerjimizi fiziksel bekamıza yoğunlaştırmak zorunda kalışımız kendimize ve bizi dört koldan kuşatan Batı medeniyetine bakışımızı kısırlaştırdı.

Batı karşısında alınan askerî yenilgiler özgüven kaybını derinleştirirken, ait olduğumuz medeniyetle bağlarımızın zayıflamasına da yol açtı. Batı’dan yayılan sadece emperyal ordular değil, Batı dışı medeniyetleri ikincileştiren ve tarihin kıyısına iten felsefî-siyasî akımlardı aynı zamanda. Osmanlı’nın son döneminde yetişen iktidar eliti, işgal ordularıyla savaşı kazanmıştı fakat bu felsefî ve siyasî akımlarla mücadelede yenik düşmüştü. Neticede yeni Türkiye, kendi imparatorluk köklerine, medeniyet mirasına keskin bir muhalefetle kuruldu. Geniş imparatorluk kültüründen ulus devletin dar zihin dünyasına çekilmek, toplumun kahir ekseriyeti için acılı bir sürecin başlangıcı demekti.

Bediüzzaman Said Nursi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöktüğü böyle bir zaman diliminde dünyaya gelmiş, bu sürecin derin acılarını yaşayarak yetişmiş bir münevverdi.  Şark medreselerinde geçen ilk gençlik yılları hem İslam’ın korunmuş kaynaklarıyla sahih bir irtibatı hem de sonuçları bugüne uzanan bir meseleyi içinden kavramasını mümkün kılmıştı. İmparatorluğun yıkılışını âlem-i İslam’ın tereddisi (gerileme) olarak okuyor,  buna engel olmak için çareler arıyor, muazzam dehasıyla zamanı aşan reçeteler sunuyordu. Bu uğurda onu kâh makûs talihlerini kırmak üzere Kürtlere seslenirken görüyoruz, kâh padişahın karşısında Medresetü’z Zehra adını verdiği eğitim modelini savunurken. Hürriyeti, sağlam bir İslamî bilincin inşası için vazgeçilmez gören Bediüzzaman, Meşrutiyet’e de din adına sahip çıkmıştı. Zamanın siyasî kavramlarını Kur’an ekseninde yeniden yorumlayarak onlara yerli bir ruh aşılıyordu. 1910 yılında Meşrutiyet’i anlatmak üzere çıktığı şark seyahatinde hürriyet, eşitlik, hukuk, ilerleme, milliyet, Kürt meselesi gibi kavram ve problemleri muhataplarına Kur’an temelinde anlatmış, değişik kesimlerden kendisine yöneltilen sorulara yine aynı perspektifle cevaplar vermişti. İşte bu sosyal ve siyasî içerikli cevaplar Bediüzzaman Said Nursi’nin Münazarat isimli eserinin omurgasını oluşturdu.

Münazarat, dönemin şartlarında ortaya çıkan sosyal ve siyasi meseleleri her devirde yol gösterici ilkeler doğrultusunda çözmek için ortaya konmuş bir manifesto idi. Bediüzzaman’ın kendi ifadesiyle “Azametli bahtsız bir kıtanın, şanlı talihsiz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesidir.” Münazarat, bugün Türkiye’nin maruz kaldığı en yakıcı problemlerden biri olan Kürt meselesi ile ilgili geniş değerlendirmeler ve çözüm önerileri barındırıyor. Ne ki, akademik çevreler ve entelektüel camia bu reçeteleri hakkıyla irdeleyebilmiş değil. Nihayet, Mardin Artuklu Üniversitesi bu konuda önemli bir çabaya ev sahipliği yapıyor. Üniversitenin 6-8 Nisan tarihleri arasında Risale Akademi ve Akademik Araştırmalar Vakfı ile ortaklaşa düzenleyeceği ‘Münazarat Sempozyumu’nun alt başlığı ‘Milliyet Fikri ve Kürt Meselesi’.

Bediüzzaman, birleştiricidir

Türkiye’de bir üniversite Bediüzzaman ve eserleri merkezinde sosyal bir sorunu ele alan böyle bir sempozyumu ilk kez düzenliyor. Artuklu Üniversitesi, aynı zamanda Kürt dili, Arapça, Süryanice ile diğer yaşayan dilleri geliştirmek için teşebbüse geçen ilk kurum.  Bu adımların kendisini dışlanmış hisseden kesimlerde Cumhuriyet’e aidiyet duygusunu güçlendirdiğini müşahede eden üniversite yönetimi, bundan da güç alarak Bediüzzaman ve Münazarat’ını akademik camianın tartışma alanına taşımayı uygun görmüş. Rektör Prof. Dr. Serdar Bedii Omay, halkın itimat ve hürmet ettiği Bediüzzaman gibi şahsiyetlerin görüşlerinin akademik camianın gündemine aktarılmasının, öteden beri sorunlu bir alan görülen din, devlet ve halk ilişkilerinde normalleşmenin sağlanmasına katkı sağlayacağına inanıyor. Sempozyumun yüz yıllardır çoğulcu bir sosyal yapısı olan Mardin’de düzenlenmiş olması da önemli.  Omay, Mardin’in çok kültürlü, çok dilli ve çok dinli yapısının bir zenginliği ifade ettiğini ama iyi yönetilemezse tehdit potansiyeli taşıyabileceğini vurguluyor. Tam bu noktada Bediüzzaman’ın şahsiyetinin ve görüşlerinin toplumsal fay hatlarını birleştirici özelliğine işaret eden Omay, bunu şöyle izah ediyor: “Bediüzzaman’ın, sosyolojik jargon ile ifade edecek olursak farklı grup ve mensubiyetlerde rolü bulunan kişi anlamında ‘marjinal şahsiyet’ özelliği vardır. Biraz açarsak, Bediüzzaman Kürt’tür ama eserlerini Türkçe yazmıştır ve talebelerinin ekseriyeti Türk’tür. Bu özellik sayesinde Bediüzzaman, Türk ve Kürtlerin, keza dinler arası diyaloğu teşvik eden görüşleri ile gayrimüslimlerin, eserlerinin bir kısmını Arapça yazmış olması ve medrese orijinli olması yönüyle de Arapların ortak paydasını oluşturmaktadır. Herkesin kendisinden bir şey bulabildiği şahsiyetler birleştirici olur ve barışa hizmet eder.”

Sempozyum düzenleme kurulundan siyaset bilimci Doç. Dr. Ahmet Yıldız, Münazarat’ın henüz değeri teslim edilemeyen ve küresel bilgi paylaşım ağına yeterince dâhil olamayan, buna  rağmen siyasi düşünce tarihinin klasikleri arasında gösterilmeye değer bir eser olduğunu ifade ediyor. Peki, yüz yıl önce kaleme alınmış bir metnin çözüm adına sunduklarını bugün anlamaya çalışırken, nasıl bir yaklaşım içinde olunmalı? Yıldız’a göre, Münazarat’ı değerlendirirken o zaman kullanılan kavramların bugünkü karşılıklarını doğru koymak, dillendirilen soruların tarihî arka planına nüfuz etmek ve dile getirilen hususların, İslam’ın devlet dini olduğu bir siyasi referansa dayandığını unutmamak çok önemli. Münazarat, dönemin Kürt toplumu için eğitimsizliği en önemli problem olarak işaretliyor ve meseleyi milliyetçi odaklı bir perspektifle tanımlamıyor. 

Münazarat reçetesi güncel

Münazarat’ın ortaya koyduğu çerçeve de hâlâ güncelliğini koruyor: “Bugün de Kürt meselesi bir insan hakları meselesi olarak ele alındığında karşımıza, kimlik, kültür ve dille birlikte eğitim konusu çıkmaktadır. Bediüzzaman’ın İslam camiasının bir parçası olarak kalmayı veri olarak alan yaklaşımında, milliyetçi odaklı bir problem tanımlaması ve çözüm perspektifi bulunmaz. Bu sebeple, Medresetü’z Zehra yoluyla, Kürt meselesinin kimlik ve dil boyutları serbestiyet temelinde çözüme kavuşturulurken, siyasi adem-i merkeziyetçiliğin kopuşa yol açma ihtimali, Bediüzzaman’ı idari adem-i merkeziyetçi bir bakış açısına götürür. Federatif nitelik taşımayan, kültürel çoğulculuğu mümkün kılacak adem-i merkeziyet perspektifi bu konuda kanaatimce Bediüzzaman’ın nihai persepektifidir. Bediüzzaman, o zaman da üç boyutuyla var olan, bugün çok daha güçlü milliyetçi bir boyut kazanmış olan Kürt meselesini, insanlık ve İslamiyet paydalarında temellendirir ve milliyetçi çerçeveyi, hem problem alanlarının tanımlanması hem de çözüm perspektifi olarak reddeder.  Bu çerçeve, bugün de, dün olduğu kadar güncel bir çerçevedir.”

Bediüzzaman’ın Kur’an eksenli düşünce sistematiğinde parçalanma, dağılma değil, birleştirme, bütünleme fikri esastır. Bu eşref-i mahlûkat olarak insanın ruhî-manevî bütünlüğünü sağlayan bir sistematik olduğu kadar, insan topluluklarının da siyasî-içtimaî birlik ve beraberliğinin temellerini gösteren bir düşünce sistemidir. Farklılıkların uyum içinde bir arada yaşamalarının öncelikli gereği o farklılıkların Allah’ın ayetleri olarak kabulüdür. Bediüzzaman, milliyet kavramıyla ilgili düşüncelerini Kur’an ayetlerine dayandırırken milliyetin inkâr ve düşmanlık için değil, tanıma ve yardımlaşma için var olduğunu ifade ediyor. Milliyet fikrini negatif anlamıyla benimsemenin sonuçları bugün şiddet olarak karşımıza çıkarken, mevcut Kürt siyaseti ise seküler milliyetçi bir dili hâkim kılmaya devam ediyor. Siyaset bilimci Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne, BDP-PKK siyasetinin Kemalist ulusalcılığın bir benzerini üreterek Kürtler için olduğu kadar Türkler için de felaket getirdiğini, bunun panzehirinin ise Bediüzzaman’ın bir asır önce millî haysiyeti koruyan ama ittihadı zorlayan çözümü olduğunu vurguluyor. “Aslında hepimiz onun gibi Kürtçe düşünüp, Arapça kullanıp, Türkçe yazabiliriz.” diyen Türköne, 1912 şartlarının o dağılma atmosferinde Bediüzzaman’ın tutunduğu sağlam kulpun bugün de hepimize yol göstereceğini söylüyor: “Bediüzzaman Türkler, Araplar ve Kürtler ittihad etmezse hepsinin mahvolacağını düşünüyor. Bu hüküm bugün de geçerli. Üç kavmin ayrışması sadece araya emperyalist politikaların girmesine fırsat veriyor.  Bunun için o, milliyet daha doğrusu kavmiyyet davasının ateşini söndürmeye çalışıyor. Bugün de çözüm kavmiyetçiliğe fırsat vermemek, karşılıklı olarak hak ve hukuka saygı, din başta olmak üzere ortak değerlerde buluşmaktan geçiyor.”

Tehlikeli milliyetçilik

Araştırmacı yazar Müfid Yüksel’e göre, Bediüzzaman Said Nursi’nin Münazarat’ta yaptığı şey, Kürtlerin Osmanlı-İslam toplumu ve İslam medeniyeti içerisindeki onurlu mevkiini yeniden almasını sağlamaktı. Bugünkü seküler Kürt milliyetçiliği ise medeniyet-i kübradan kopup sığ ve dar bir etnik şizofreniye hapsolmayı getiriyor. Bu Türkiye’nin tek parti dönemi resmî ideolojisiyle yaşadığı sıkıntıların benzerini, bunu taklit ederek, Stalinist örgütlenme yapısının da etkisiyle daha acıklı şekilde Kürt halkına yaşatmaktan, onları felakete sürüklemekten başka sonuç getirmez. Yüksel, seküler etnik milliyetçiliğin yirminci yüzyılda büyük trajediler yaşatmış olan ulus devlet modelini Kürtlere tek özgürleşme modeli olarak dayatılmasına karşı. Elbette ki bu geç kalmış ulus-devlet modeli Kürtler arasında taban bulmaz. Ancak Türkiye’yi yönetenlerin de Kürtlerin bu dayatmaya karşı direncini kıracak  ve PKK’yı tek seçenek haline getirecek politikalardan uzak durması gerekiyor. Müfid Yüksel, bu sorunda Müslümanlığın asla ıskalanmaması gerektiğini bölge ve Kürtlerin bu anlamda soluksuz bırakılmamasının elzem olduğunu belirtiyor.

New York Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Sosyolog Mücahit Bilici ise Kürt siyasetinin geleceği konusunda ümitvar. Bediüzzaman’ın Münazarat’ta Kürtlere, hür olmanın özne olmak anlamına geldiğini, bunun da demokrasi ile mümkün olabileceğini anlattığını ifade ediyor. ‘Milletin hâkimiyeti’ demek olan demokrasiye ulaşmak için önce milletin kendi kimlik bilinciyle var olması gerektiğini düşünen Bilici, bugünkü Kürt siyasetinin bunu sağladığını; ama bu sarhoşluktan da uyanmak zorunda kalacaklarını belirtiyor. Ona göre, bunun yegâne yolu daha fazla demokrasi: “Nasıl hep birlikte Türk milliyetçiliği ve Türk laikliğinin yol açtığı çoraklaşmayı tolere ettik ve bugün tamir etmeye çalışıyoruz, aynı şey Kürtler için de olacak. Kürtlerin milliyetçileri arasında bu karakter kaybı, çoraklaşma bir süre derinleşecek. Milliyetçiliğin sarhoşluğunu sona erdirecek ve Kürtleri uyandıracak yegâne ilaç şu an demokrasidir. Ne kadar gecikirse, Kürtler o kadar çok kaybedilecektir. İslamiyet muhabbet ve uhuvvet için tükenmez bir hazinedir ama demokrasinin yeri ayrı. Demokrasi herkesedir, İslamiyet isteyene.” Demokrasinin İslam kardeşliği için gerekli zemini sağlayacağını düşünen Bilici, Bediüzzaman’ın Meşrutiyet’in ilk yıllarında Kürtlere hitaben sarf ettiği şu sözü hatırlatıyor: “Kürt siyasetinin de suyu ilk başta ufunetli ve bulanık akacaktır. Ama emin olunuz berraklaşacak ve altındaki İslam kardeşliği ışığını gösterecektir.”

Çok dilli, tek kimlikli çözüm

Suyun berraklaşması için siyaset yapıcıların Türkiye’nin irfan hafızasını teşkil eden manevi dinamiklerinden ilham almaya çok ihtiyaçları var. Bediüzzaman çok boyutlu kişiliği ve zaman üstü perspektifiyle iyi niyetle sorumluluk almak isteyen herkese berrak bir reçete sunuyor. Siyaset bilimci Doç. Dr. Ahmet Yıldız bu reçetenin Kürtlerin kendi kimlikleriyle var olduğu, anadilleriyle konuşabildiği, isterlerse Kürtçeyi eğitim dili olarak kullanabilecekleri, etnik çoğulculuğa federal nitelik taşımayan idari adem-i merkeziyetçi bir çerçeveden bakılan, kardeşlik duygusunun yeniden tesisi için çok dilli-tek kimlikli (İslam) bir tasavvuru esas alan, milliyetçi aidiyetin İslami bağlanmayı ötelemediği, dolayısıyla her millete bir devlet fetişizminin reddedildiği çoğulcu, adil ve barışçı bir çözüm vadettiğini vurguluyor. Yıldız, liberal olanlar dâhil İslami bağlanmayı dışlayan her türlü çözüm yaklaşımının, milliyetçi temelde siyasal toplumun ayrışarak kopmasını önleyebilecek bir kapasiteye sahip olmadığının altını çiziyor.

Bir ‘manifesto’ olarak tanımlanan Münazarat, bugün barış içinde birlikte yaşamanın temel referanslarına işaret eden metin olarak gecikmiş bir ilgiye mazhar oluyor. Osmanlı’nın çöküşü ve sonrasında yaşanan gelişmeler Münazarat’ın tesbit ve ihtarlarının ne kadar yerinde olduğunu gösterdiği gibi bugün gelinen noktada haklılığını ispat etmekte. Kürt meselesinin bir terör ve güvenlik meselesi olmaktan çıkarılıp insanî bir mesele olarak soğukkanlılıkla tartışılabilmesi için toplumsal tabanın hürmetle sahip çıktığı Bediüzzaman gibi şahsiyetlerin hakemliğine ihtiyaç var. Umulur ki, bu sempozyum vesilesiyle Bediüzzaman’ın kalplere de tesir eden reçeteleri Kürt meselesinde ‘Münazarat açılımı’ olarak adlandırabileceğimiz yeni bir dönemin başlamasına vesile olur.

Prof. Dr. Gürbüz Aksoy: Sempozyum, yaşanan ızdırabın bir sonucu

Akademik Araştırmalar Vakfı Başkanı Prof. Dr. Gürbüz Aksoy, sempozyumun diğer üniversitelere de güzel bir örnek oluşturacağına inanıyor. Türkiye’deki 165 üniversitenin her birinin kendi yöresindeki değerleri araştırıp ortaya çıkarması durumunda 165 kitaplık bir kazanım elde edileceğini kaydediyor. Sempozyum başkanlığını da yürüten Aksoy’a göre, Türkiye’yi yitik değerleriyle kucaklaştırma görevini akademik camia üstlenmeli. Bunun sebebini “Akademik zeminler, düşünce zenginliği ve tefekkür derinliği demektir. Gerçeklerin objektif olarak ortaya konulduğu yerlerdir. Bu sebeple akademik çözümlerin her kesimin ortak paydası olma imkânı bulunmaktadır.” sözleriyle açıklıyor. Sempozyumu ortaya çıkaran saiklerden birini, “İçinde bulunduğumuz durum, sadece travmaya maruz kalanların değil, her kesimin görevini yapmasını ve yaşanan acıların ızdırabını duymasını gerektiriyor. Bu sempozyum o ızdırabın bir sonucudur.” cümleleriyle ifade eden Aksoy, Türkiye’nin kendi yerli hafızasına ve buluşlarına evrensel ölçekte bakması ve yerli duruşunu Anadolu’nun vicdanında ve irfanında araması açısından sempozyumun farklı bir başlangıç oluşturacağı kanaatinde.