Hüseyin KARA
Lemaat Ekseninde Duygu Çağrışımları (1)
Hem Şiir Hem Nesir
“Lemaat” , Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’dan önce gün ışığına çıkardığı son derece özgün ve orijinal bir eseridir.
Ramazan’da, saf duygularla, yirmi gün içinde, günde iki-iki bucuk saat çalışmakla, belki de bir doğaçlama sonunda meydana gelmesi bile, olduğu gibi fikir ve mantık yüklü böylesi bir çalışmanın şaheser oluşuna yeter bir sebeptir.
Bediüzzaman’ın şiire kabiliyetinin olmadığı ve şiirle ilgilenmediği öteden beri bilinmektedir. Ama “Lemaat” şiir tadında okunan bir şaheserdir. Bir yönüyle şiirdir ve bir yönüyle de nesirdir. Okuyanın bundan hem şiir ve hem de nesir lezzetini tattığını söylemekte bir abartı yoktur. Birbirinden ayrı olduğu kadar birbirini destekler fikirleri kolay ve özgün bir anlatımla, hem de çok kısa bir süre içinde sıralamak elbette kolay değildir. Bediüzzaman, burada da son derece kıvrak, velut ve sonuca varıcı bir zekâya sahip olduğunu göstermiştir. Bir eseri kıymetli yapan kullanılan kelime çeşitliliği olduğuna göre,“Lemaat”taki kelime zenginliği de harikadır. Hele alışılmadık bir üslupla “havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, rad’lardaki rakraka, taşlardaki tıktıka…” gibi kâinat unsurlarının fıtrî konuşmalarının tasviri ise emsalsizdir.
“Risale-i Nur şakirtleri için küçük bir mesnevî ve imanî bir divan” olan “Lemaat”ın, çok yönlü incelendiğini ve yeterince hakkının verildiğini söylemek zor. Gönül isterdi ki şimdiye kadar bu şaheserle ilgili çok telif eserler meydana gelmiş olsun.
Bediüzzaman’ın, şiire istidadının olmadığını itirafı şöyle dursun, aslında böyle yapmakla önemli bir konuyu eylemiyle gündeme getirmek istemesi de dikkate değer. O her şeyden önce şiirin hatırı için Safiye’yi kafiyeye feda etmek istemiyordu. Bütün hayatı boyunca “Biz ona şiir öğretmedik” (Yasin:69) ayetinin sırrına uygun bir şekilde duygularını katmadan hakikatlerden söz etmeyi bir amaç haline getirmişti.
Böyle şaheser bir divanı kafiyesiz, nazımsız ve yüce hakikatlere kendince karışık bir elbise giydirmesinin sebeplerini sıralar. Önce daha iyisini bilmediği söyleyerek tevazuda bulunduğunu, yalnız manayı düşündüğünü; sonra, cesedi libasa göre yontmakla rendeleyen şairlere tenkidini göstermek istediğini ve daha sonra Ramazan’da kalp ile beraber nefsi dahi hakikatlerle meşgul etmek için böyle çocukça bir üslûp seçildiğini ifade eder.
Bediüzzaman, “Lemaat”ta, her ne kadar tam bir nazım göstermemişse de hem şiir ve hem de nesre benzeyen kendine özgü bir üslup kullanmıştır. Bu divanı, isteyen bir şiir gibi ve isteyen bir nesir gibi okuyabilir. Üstad’ın söylediği gibi, mananın daha iyi anlaşılması için nesir olarak değerlendirilip okunması daha yararlı olur. Lâfız ve nazım, sanatça çekici de olsa, böyle bir üslup kullanmasının bir başka sebebini şöyle söyler: “Nazarı manadan çevirmemek için, perişan olması daha iyidir.”
“Lemaat” eserinde Bediüzzaman’ın üstadı Kur’an’dır, kitabı hayattır ve muhatabı da kendisidir. “Lemaat”ı okuyup anlamak isteyen ise dinleyendir. Dinleyen Üstad’ın gösterdiği mazeretler karşısında tenkide hakkı yoktur. Her konuda olduğu gibi beğendiğini alır ve beğenmediğine ilişme yetkisini kendinde görmez.
“Lemaat” görünümüyle küçük ama manası ve içinde sakladığı hakikatleriyle bir ummandır. “Lemaat”a ilişkin bir şeyler yapmak isteyenler, bu büyük okyanustan manaları ancak avuçlamakla yetinebilirler.
Samimi ve gayretli olarak bildiğim bir dostum, “Lemaat” a ilişkin bazı projeler kafasında oluşmuştu ki benim de muhatap olduğum bazı çalışmalar konusunda uluorta teklifte bulunmuştu. “Lemaat” derin hakikatleri konu alan ve son derece veciz olan bir eser. Bütününe ilişkin bir çalışma bu derinliğe hiç olmazsa biraz yakın bir hamule ister. Elbette bu yol bize uzak. Ama bir amaca yönelme noktasında “Lemaat”ın bir yerinden başlamak benim için hem eğlendirici ve hem de öğretici olacağından böyle bir girişime sıcak baktım. “Lemaat Ekseninde Duygu Çağrışımları” çerçevesinde bir çalışmanın en azından bana çok faydalı olacağına inandım. Başarmak ya da başarmamak önemli değil. İkinci ihtimal de olsa beni karınca kararınca hakikatlerle birlikte olmaktan asla alıkoymaz.
Her yazı ve çalışmanın muhatabı öncelikle yazarı ve çalışanı olmalı… Çünkü yapılandan yararlanan daha çok yapandır. Başkaları için, başkalarına göre yazmak ve iş yapmak, en azından en küçük eylemde bile olması gereken kendini ihmaldir, savsaklamaktır. Yaptıklarının sorumluluğunu taşıması gereken şüphesiz yapandır.
Ve o Yüce Yaratıcı’dan yardım dileyerek başlamaktır bütün mesele.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.