Hüseyin KARA
Lemaat ekseninde duygu çağrışımları (4)
Vicdan denen mekanizma
Etkileşim insanın doğasında var olan görülmeyen bir güç. Ve insan, her zaman karşılaştığı halde bu güçle oluşan hallerin kaynağından pek bilgi sahibi değil.
Bir gül demetinin renginin yakıcılığı ve kokusunun bayıltıcılığı, berrak gökyüzünün ihtişamı, bir yavrunun masumiyet ve acizliği, deniz, ova ya da dağ ufkunun uçsuz bucaksızlığı, bir zirvenin yüksekliği, deniz kenarında taşların çıkardığı hışıltı, kuşların cıvıldayışı, suların şarıldayışı, yaprakların kımıldayışı, rüzgârın esişi, fezanın sessizliği, bir kadın güzelliği, güzel bir yüz, tatlı bir ses, bir gülümseyiş ve tatlı bir meltem hepsi hepsi belki de evrensel etkileşimi başlatan can alıcı noktalardır.
Bir anda oluşan aşk… Öfke ile bilenmiş duyguları yatıştıran bir sevgi sözcüğü... Güldüren ya da ağlatan olaylar… Yer çekimi, yüz derecede suyun kaynaması gibi fizik kanunları… Bir tohumun filiz ve bir yumurtanın civciv olması…
Bizde ve çevremizde hiçbir müdahalemizin olmadığı oluşumlar o denli çok ki! İnsanın yaratılışı da bu etkileşim merkezlerine son derece hassastır. Masum bir gülümsemeye olumlu tepkide bulunmayan ancak fıtratı bozulmuş olabilir.
İnsanda güven duygusu ile aidiyet duygusu iki büyük psikolojik ihtiyaç. Değişik bir ifadeyle kendisinden daha büyük bir varlığa dayanıp güvenmek ve havsalasının almayacağı çok şeylerin üstesinden gelebilecek bir güce ait olmak istemesi insanın olmazsa olmazı. Bu iki dayanaktan mahrum olanın hayatı acılar içindedir. Hayat böyleler için bir cenderedir; bir döngü, bir anafor, bir girdap…
İnsan sürekli gayb âlemiyle iç içedir. Herkes biraz kendine dikkat etse bunu çok açık bir şekilde görebilir. Durup dururken, belki de hiçbir sebep yokken içimizde doğan bir duygunun oluvermesine şahit olmayan insan yok gibidir. Gizli güce inanmayan şair ve yazarlar bile günlerce tutuk hallerinden sonra ilham gelmeden bir şey karalamayacaklarını kabul ederler. Akıl almaz acılara sürükleyip insana cehennemî hayat yaşatan aşk nasıl bir şeydir? Düzeyine göre herkesin tattığı bu değişik dozajda hallerin elbette bir izahı olmalıdır. Bu izah ise bizi çepeçevre saran bir gücün varlığını kabul etmekten başka bir şeye götürmez. Bediüzzaman Mesnevisinde “Hadsin muzaafı olan ilham, onu daima tenvir eder. Meyelân’ın muzaafı olan arzu ve onun muzaafı olan iştiyak ve onun muzaafı olan aşk-ı İlâhî, onu daima marifet-i Zülcelal’e sevk eder.” diye bu güçlerin neler olduklarına özetle değindikten hemen sonra “Şu fıtrattaki incizap ve cezbe, bir hakikat-i cazibedarın cezbiyledir.” diyerek, kaynağı konusunda alternatifsiz bilgi verir. “İncizap ve cezbe”, gücümüzün üstünde muhteşem bir oluşum.
Sezgi, ilham, arzu ve aşk gibi oluşumlar vicdanı oluşturan faktörler. Belki de latife-i rabbaniye, irade ve zihin gibi daha birçok rükünler vicdan denen mekanizmanın bütününü oluşturur. İnsanda bunların varlıkları inkâr edilmediği gibi işaret ettikleri hakikat de asla göz ardı edilemez. İnsan bir şekilde manevî âlemle sürekli alışverişte olduğu gibi her an etkileşimin dinamikleriyle karşı karşıyadır.
Bir bebek bile yaşının üzerinde bir duygu donanımına sahip, hayvan yavrularında da bunu görmek pekâlâ mümkün; bu demektir ki her şeyi en ince ayrıntısına kadar gözeten bir güç tarafından öğretilmiş, terbiye ve ilham edilmişler. Bir annelik duygusunu Yaradan’ı hesaba katmadan açıklamak imkânsız…
Renk renk, desen desen etkileşimler hayatımızın her karesinde sıkça gördüğümüz zenginlikler. Azıcık bir dikkat, duyarlılık ve biraz farkındalık, ilahî tecellilere erişmek için fazlasıyla yeterli.
Gizli güç olarak kabul ettiğimiz ve “irade-i İlâhî” den kaynaklanan“fıtrî şeriat” olan kanunlar kâinatın her tarafına sinmiş durumdadır. Onlar olmazsa bir yaprak bile kımıldamaz. Elbette “Fıtratta yalan yoktur”. Tefessüh etmemiş insan vicdanı, bunu en azından hisseder. Bir etkileşim sonucunda insanlar hakkında hüküm verenlerin nasıl bir psikoloji içinde oldukları elbette merak konusudur. Bu gibiler hangi somut verilerden hareket etmektedirler?
Vicdan saf bir güçtür insanda; iyiyi seçme ve bulma kabiliyetidir. Dışarıdan olumsuz etkilenmedikçe iç ve dış dünyanın gizil güçlerinin farkına varmaması mümkün değildir. Çöl ortasında azıcık ıslaklık görmek, bir su kaynağı bulma ümidiyle bizi hoplatmaz mı? Oysa gerek iç ve gerekse dış dünyamızda o denli ipucuyla karşılaşıyoruz ki ezelî ve ebedî bir kaynağın cilveleriyle her an sarılmış olduğumuzu sezmek değil yalnızca, bizzat görmemek için hiçbir neden yok. Hayatımızın çölünde bizi susuzluktan kurtaracak çok şeyler var.
Bediüzzaman, “Lemaat”ta vicdan olarak söz ettiği birçok unsurları kendinde toplayan mekanizmadan söz ederken aslında şuur sahibi varlık olan insanın fıtratına vurgu yapmaktadır. “Mesnevi-i Nuriye” de “Vicdan-ı beşer denilen fıtrat-ı zişuur” asla yalan söylemez ve tek Yaratıcıyı gösteren kuvvetli bir içsel ve sezgisel olduğu kadar bilimsel bir delildir.
İnsan kendini sorgulayıp incelemede tamamen serbesttir. İnsan kendinden sorumlu olduğuna göre, iç dünyasında kendinin inanıp bel bağlayarak sahil-i selamete ulaşacağı çok ipuçları vardır.
Ama vicdan çoğunlukla saflığından uzaklaşarak genel vicdanın etkisinde kalmaktadır. Bu takdirde bizde yapay vicdan hükmetmeye başlar. Doğrular tersinden okunduğunda ise bunca deliller kaybolur. İnsan kendini boşlukta hisseder. Mesajı algılayacak kanallar tıkanır. Ve insan o zaman dayanaktan mahrum kalır; gözünün önünde sayısız ipuçları silikleşir de işte bu yüzden âdeta yetimleşir.
Belki de en doğru yol, vicdanı herkesin kısır hal ve gidişlerinin oluşturduğu genel vicdanın etkisinden kurtarmak. Bu yol elbette öyle kolay değil; ucunda toplumdan uzaklaşma ve belki de deli damgasını yemek var. Birçok gerçekler sıra dışında saklı aslında; çünkü sıradanlık, alışkanlık ve ünsiyet gözlerimizin önünde çok geniş ve kalın bir perdedir. Bu durum bizi öylesine etkisi altına alır ki başkalarının doğru diye dayattıkları yanlışları vicdanımızın öngördüğü gerçekleri olarak biliriz. Ama bu bir yanılgıdır; uyuşukluktur, düşüncenin dumura uğramasıdır. Bu hal çoğunlukla iç dünyamızın zenginliklerinden, içsel özgürlüğünden, bireysellik bilincinden bizi uzaklaştırır. Ve bu gidiş vicdanımızın körelmesine kadar gider.
Doğrusu, kâinat, Kur’an ve Yüce Peygamber gibi insanın iç dünyası da Allah’ın birliğine kuvvetli bir delildir her an bizden ayrılmayan ve her nefes bize fısıldayan.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.