Masum muyuz?

Risaleler hangi şartlar altında yazıldı; eminim az çok hepimiz bilgi sahibiyizdir.
O günün şartlarını bu günün şartları ile kıyaslayınca başta nefsim olmak üzere nefislerin/insanların Risaleler’e hak ettiği değeri vermediğini görüyor ve Konuşan Yalnız Hakikattir’deki mektubun son paragrafında geçen ‘vasiyete’ sadık kalmadıklarına inanıyorum. Çünkü Bediüzaman’ın orada dile getirdiği vasiyetin zamanla ülfet peyda ettikçe unutulduğunu ve ihmal edildiğini görüyorum.

Hani yaşı ilerleyen, kendini kabre yakın gören büyüklerimiz hep vasiyet ederler ya, “ben öldükten sonra mezarımı şuraya gömün, hayır olarak benim adıma şunu dağıtın, şunları yapın, bunları edin” diye. Ve o kişi öldükten sonra o ‘vasiyete’ sadık kalınır, yerine getirilmeye çalışılır. Çünkü vasiyeti yerine getirmek, vasiyet etmekten daha çok önem arz etmektedir. Getirilmediği takdirde vicdani bir rahatsızlık duyulur, ruhî bir sıkıntıya bürünür kişi. Hatta çoğu kimse, vicdani ve ruhi bu sıkıntıları yaşamasın diye önemle konunun üzerinde durur, ne yapar ne eder vasiyeti yerine getirir.

Şimdi bize dönelim; Bediüzzaman’a ve Bediüzzaman’ın Nur Talebelerine verdiği vasiyete.
Önce bir vasiyeti hatırlayalım: “Nur mekteb-i irfânının yüz binlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i îmâniyede onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddî ve mânevî herşeyden ferâgat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızâsı için çalışacaklardır. Medresetü’z-Zehranın Risale-i Nur talebeleri bu vasiyetimi unutmasınlar.
Vasiyet gayet açık bir üslup ile dile getirilmiş. O da, maddi ve manevi feragat mesleğinden ayrılmamak.

Saff-ı evvel dediğimiz nur talebeleri ağabeylerimizin bu vasiyete uyduklarını hayatlarına baktığımızda çok rahat bir şekilde görebiliyoruz.
Peki ya biz? Kendi hayatımıza baktığımızda ne görüyoruz?
Maddi ve manevi her şeyden feragatle Risaleler’i sahipleniyor ve hizmet ediyor muyuz? Veya edebiliyor muyuz?
Bu sorunun cevabı, Risaleler’e hak ettiği değeri verip vermediğimizle de alakalı bir durum.  Sahi, Risaleler’e hak ettiği değeri veriyor muyuz acaba?
Risaleler’e hak ettiği değeri vermek demek ne demek?
Risaleler’i okumak, yaymak, bireysel olarak davranışlarımıza ve hayatımıza yansıtmak Risaleler’e hak ettiği değeri vermek ise, biz bunu yapıyor muyuz?

 

Katılır mısınız bilmem ama ben şuna inanıyorum;
Biz Risaleler’i sahiplendiğimiz ölçüde Risaleler bizi sahiplenir.
Biz Risaleler’i muhatap aldığımız ölçüde Risaleler bizi muhatap alır.
Biz Risaleler’e değer verdiğimiz ölçüde Risaleler bize değer verir.
Biz Risaleler’e değer kattığımız ölçüde Risaleler bize değer katar.
Biz Risaleler’i el üstünde tuttuğumuz ölçüde Risaleler bizi el üstünde tutar.
Biz Risaleler’i koruduğumuz ölçüde Risaleler bizi korur.
Biz Risaleler’e açıldığımız ölçüde Risaleler bize açılır.
Biz Risaleler’i kabul ettiğimiz ölçüde Risaleler bizi kabul eder.
Biz Risaleler’i ışık gördüğümüz ölçüde Risaleler bizi aydınlatır.
Peki, bunları yapıyor muyuz?  Veya kaçta kaçını yapıyoruz acaba?

Risaleler’i sahiplenen, el üstünde tutan, koruyan, bu günlere ulaşması adına canını dişine takan Bediüzzaman ve saffı evvel ağabeylerin yanında bizim Risaleler’i sahiplenmemiz, el üstünde tutmamız, korumamız ne kadar gerçekçi acaba?
Onların Risalelerle olan muhatabiyeti ile bugünün talebelerinin Risalelerle olan muhatabiyeti birbirine ne kadar yakın/uzak?

Esaretler, zindanlar, sürgünler, idam sehpaları, hakaretler, tazyikler, zehirlenmeler gören bir Bediüzzaman’ın Risaleler’i sahiplenmesi ve ona değer vermesinin yanında; Risaleler’i arada bir eline alıp okuyan, arada bir canı istedikçe derslere/sohbetlere katılan, keyfi yerinde ise müzakereli dersler yapan biz nur talebelerinin masumiyetinden bahsedilebilir mi?

Risaleler’e geceli gündüzlü çalışan bir Bediüzzaman’ı ‘üstat’ kabul eden bizler; arada sırada, zamanı belli belirsiz anlarda Risaleler ile muhatap oluyor ve o zamanlarda da üç beş sayfa Risale  okuyorsak masum olduğumuz söylenebilir mi? Günde iki yüz sayfa Risale okuduğunu söyleyen Said Nursi’nin yanında günde iki üç sayfa Risale okuyan bizler ne denli masumuz acaba?
Milletin iman ve selameti uğrunda dünyasını feda eden bir Bediüzzaman’ın talebeleri olarak bizler neleri feda ettik ve etmeye hazırız?
Milletin iman ve selameti uğrunda bir Said değil bin Said feda olsun diyen bir Bediüzzaman’ın talebeleri olarak değil bini, biri dahi feda edebildik mi, edebiliyor muyuz? Bir Özkan’ı, bir Mustafa’yı, bir Ahmet’i, bir Ayşe’yi, bir Fatma’yı feda edemeyen bizler nasıl da binleri feda edebilir, hangi yüzle masum olduğumuzu dile getirebiliriz?

Yirmi sekiz sene eza ve cefa çekmiş, türlü işkencelere maruz kalmış, kasaba kasaba dolaştırılmış, ithamlara maruz kalmış ve tüm bunlara rağmen Risaleler’i  ‘yazma’ işinde muvaffak olmuş bir Bediüzzaman’ın talebeleri olan bizler ‘okuma’ işinde gevşek davranıyorsak nasıl bir masumiyet oluyor bizimkisi?

“Dünya zevki namına bir şey bilmiyorum” diyen bir Bediüzzaman’ın talebelerinin dünya zevki namına sinemalar, tiyatrolar, konserler, alış veriş merkezlerinden elleri dolu poşetler ile çıkma, lüks restoranlarda yemek yemeler gibi birçok şey bilmesini hangi masumiyet ifade eder?

Bütün ömrüm harb meydanlarında, esâret zindanlarında yâhut memleket hapishânelerinde, memleket mahkemelerinde geçti” diyen bir Bediüzzaman’ın talebelerinin bütün ömrünün internette, facebookta, twitterda ve sosyal paylaşım ağlarında geçmesini hangi masumiyetle açıklayabiliriz?

Yarın mahşerde tüm bu yaşanmışlıklar bir sinema perdesi gibi göz önünde bulundurulup izlendikten sonra Bediüzzaman Hazretleri bize ‘masum musunuz?’ diye sorarsa ne cevap vereceğiz acaba?
Sahi, masum muyuz acaba?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum