Mavi Marmara,Kara Uludere ve adaleti mahza
Dr. Mücahit Bilici'den uludere tartışmalarına farklı yorum
Risale Haber-Haber Merkezi
City University of New York'ta Sosyoloji Profesörü Dr. Mücahit Bilici, Uludere tartışmalarını Mavi Marmara benzetmesi ile yorumladı. "Bir gemide hiç cani yokken 9 masumu katleden zalim ile, bir kafilede hiç cani yokken 35 masumu katleden arasında ne fark var" diye soran Bilici dindarlara da seslendi. Bilici, "Bu memleketin ruhu olan İnsaniyet-i Kübra olan İslamiyet dururken, hakkın hatırını İslamiyet-i Suğra olan insaniyetin himmetine terkeden dindar kardeşlerim, adalet-i mahza dururken adalet-i izafiyeye tenezzül etmek hiç yakışıyor mu?" diye sordu.
İşte Mücahit Bilici'nin yazısı:
Mavi Marmara ve Kara Uludere
Uludere konusunda hükümetin (hikmetinden sual ettirilmeyen) tavrı evet ne insaniyetle ne de İslamiyetle bagdaşır bir şey değildir. Fakat asıl acıklı olan durum kendilerini hükümetin netameli tercihine vagon yapmış ulema-i su'nun hak va adalet yerine iktidarın hükmünü nasıl hayra yorarız şeklindeki teslimiyetkâr yaklaşımlarıdır. Uludere konusundaki sessizlik ve umursamazlık utanç verici boyutlara varmıştır.
Evet adalet ise, işte size bir örnek: Yakın zamanda Ortadoğuda bir devlet, kendi sınırlarının dışında seyreden ve muztar bırakılmış Müslüman kardeşlerine (resmi olarak kaçak yollardan) gıda ve insani yardım götürmeye çalışırken o devletin şimdi medyamızda haklarında kırmızı bülten çıkarılabileceği yazılan ordusunun mensuplarının saldırısına uğradı. İnsani yardım taşıyan gemideki 9 masum Türkiye vatandaşı hunharca katledildi. Terörist zannıyla katledilen bu insanların masum olduğu ve gemilerinde hiçbir silahın olmadığı ortaya çıktı. Bütün Türkiye haklı olarak ayağa kalktı ve o zalim ve kibirli devletten üç şey istedi: Özür, tazminat ve Müslüman kardeşlerinin üzerindeki ambargonun sona ermesi. Zalim ve kibirli devlet, tazmınatı cömertcesinden rüşvet olarak vermeyi teklif etti ama sadece katledilmiş insanların aileleri değil, bütün Türkiye'nin (ve insanlığın) vicdanı bunu ahlaksız bir teklif olarak gördü. Çünkü özür dilemeyen bir tazminat, hayata fiyat biçmek ve hakka ve adalet duygusuna hakaretten başka birşey değildi. "Özür" dilenmedikçe Mavi Marmara'da adalet yerini bulmayacak.
Yakın zamanda kendi sınırlarının dışında seyreden ve muztar kaldıklari için yaptıkları hükümetçe de kabul edilen rutin kaçakçılıklarından evlerine dönmek üzere olan kendi vatandaşlarına Ortadoğu'da bir devlet, terörist oldukları zannıyla, savaş jetleriyle bomba yağdırdı. Tam 35 masum insan katledildi. Yaşları yirminin altında olan bu insanların terörist olmadığı resmi olarak da kabul edildi. Ve şimdi devlet bu katliamdan dolayı genç çocukları katledilmiş ailelere bir "özrü" çok görüyor. Evet, özürsüz bir tazminat teklifi ile açtığı vicdan yarasının üstünü kapatacağını sanıyor.
Tarafgirlikte boğulmamış vicdanlara ve hakka hürmeti olan herkese soruyorum: Bu iki hadise arasında ne fark var?
Biri sınırötesi denizde operasyonu, diğeri karada. İkisinde de masum insanlar terörist zannıyla/iddiasıyla katledildi. Birinde ölen taraftayız, diğerinde öldüren. Biri için istediğimiz adaleti diğeri için çok görüyorsak, adalet terazimizde bir bozukluk var demektir. Bir gemide hiç cani yokken 9 masumu katleden zalim ile, bir kafilede hiç cani yokken 35 masumu katleden (ve ölenlerin masum olduğunu farkettikten sonra bundan nedamet etmediği için zalim olan) arasında ne fark var?
Hem Uludere'deki katliami hem de bu mukayeseyi uluslararası komplo olarak yorumlamaya teşne tiplere bir sözüm var: Hırsız adam herkesi hırsız görür. Milliyetçi adam etrafındaki herkesi milliyetçi görür. Sadece kendine adil, herkesi sadece kendine adil görür. Daha düne kadar adalet için ağlayan dindar kardeşlerimiz şimdi kendi temsilcilerinden sadır olan tahakküm ve zulümlere karşı sessiz kaldıkça İslamiyetin ruhuna ve Müslümanlığın şanına yakışmayan bir yerde duruyorlar.
Düşünün: Rusya hükümeti Çeçenistan'da terörist avı yaptığı zannıyla 35 masum Çeçeni öldürseydi, (resmi olarak vatandaşlarımız olmasalar bile) bu masum dindaşlarımız için Türkiye'de yer yerinden oynamaz mıydı? Yahut Karadeniz'de Dev-Sol türü bir örgütün üyeleri oldukları zannıyla bira içip serserilik yapmak için ormanda günübirlik kamp yapan 35 solcu genç askeri bir operasyonla katledilseydi, Türkiye'de yer yerinden oynamaz mıydı? Oynardı. Kürtlere adaleti çok görmek, evet Kürtlere hakarettir. Ama Allah için, adalete de hakarettir. Adalet ve vicdan için sesini çıkaranlara Kürtçülük/PKK'cılık etiketi yapıştırmak için ellerini oğuşturan zalimlere yazıklar olsun.
Hakan Albayrak gibi hakperest sesler nerede? Herkes iktidarın nimetlerinden yararlanmanın derin sessizliği içinde kayıplara mı karıştı?
Kendileri mazlum iken liberal hakperestleri yere göğe sığdıramayanlar, mazlum başkası olunca aynı hakperestleri liberal diye tan edenlere yazıklar olsun.
Laikler kendilerinden güçlü iken onların tazyikli taleplerine karşı gevşeklik fetvası verip şimdi kendinlerinden zayıf gördükleri Kürtlere "kundakçı"lık atfeden mutekebbir fetvacılara yazıklar olsun.
Bu memleketin ruhu olan İnsaniyet-i Kübra olan İslamiyet dururken, hakkın hatırını İslamiyet-i Suğra olan insaniyetin himmetine terkeden dindar kardeşlerim, adalet-i mahza dururken adalet-i izafiyeye tenezzül etmek hiç yakışıyor mu?
Uludere'de 35 masum genci öldüren, bütün Kürtleri, bütün Türkiyeyi, bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Vicdanlarımızın borcunu ödeyelim: bu zulmü en azından kınayalım.