Medrese hocaları, Said Nursi'nin 'bana ihtar edildi' sözleri için ne diyor?

Medrese hocaları, Said Nursi'nin 'bana ihtar edildi' sözleri için ne diyor?

Medrese hocalarının Bediüzzaman Said Nursi'ye bakışı nasıldı? Muhammed Salih Ekinci Hocaefendi anlatıyor

Muhammed Salih Ekinci Hocaefendi ile Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin tecdidi, getirdiği yeni kelam anlayışı ve üstün şahsiyeti hakkında yaptığımız röportajın 3. bölümü.

Salih Okur/cevaplar.org

-Bediüzzaman’ın kısa sürede medrese ilimlerini bitirmesi ve akranlarının fevkinde ilmi bir seviyeye ulaşmasını bazı kimseler anlayamıyor. Selefte bunun emsali yok mudur?

-İlk sorunuz vesilesiyle neden böyle olması gerektiği üzerinde durduk. Cenab-ı Hakk’ın neden onu üstün sıfatlarla yarattığı meselesini işledik. Bu üstün vasıflar sahibi, zaten herkesten üstün olur. Okuduğunu hemen anlar, hemen kavrar ve tahsilini erken bitirir. Bu sıfatların gereği budur.

Ama “İslam tarihinde Bediüzzaman’dan başka böyle insanlar var mıdır?” derseniz, deriz ki; İslam tarihi böyle insanlarla doludur.

-Misaller verebilir misiniz?

-Ebul Hasan Eş’ari’yi, Abdülkadir Geylani’yi, İmam Gazali’yi misal olarak verdik. Ama şimdi size asrımızdan müşahhas bir misal vereceğim. Benim beraber yaşadığım, gördüğüm, yirmi seneden fazla yanında bulunduğum insandan, Şeyh Muhammed Arapkendi’den misal vereceğim.

Bizim elinde yetiştiğimiz, hem ilim açısından, hem de tasavvuf terbiyesi açısından yirmi seneden fazla kendisinden feyz aldığımız bir üstaddı kendisi. Cenab-ı Hak o insana o kadar büyük kabiliyetler vermişti ki. Üstün zekâ, üstün akıl, üstün hafıza, üstün zühd, üstün cömertlik gibi sıfatlarla o selef döneminde bile nadir görülebilecek bir simaydı.

Kendisi talebelik döneminde pek fazla okuyamadı. Çünkü başında devamlı bir ağrı ve gözünde problem vardı. Medrese arkadaşları diyorlar ki; “dersi okuyup, kitabı bırakıyordu, çalışamıyordu.”

Sonradan medrese sıra kitaplarını bitirmeden, gözünün görmesi kitap okuyamayacak derecede azaldı ve tahsilini yarım bırakıp evine dönmek zorunda kaldı. Yaklaşık 15 sene bu durum devam etti. Bu süre zarfında gözleri görmediğinden, hiçbir kitabı eline alıp okuyacak durumu yoktu.

Normalde böyle bir duruma düşen ve tahsilini yarıda bırakan bir insan hiç okumamış insanlar seviyesine düşer. Ama bu insan 15 sene sonra gözlerine şifa gelmesiyle kaldığı yerden ilme başladı ve yörenin tüm âlimlerinden daha üstün bir seviyeye çıktı. Kendisi bana söylemişti; “Ben hangi hocadan okuduysam, okuduğum meseleleri o hocadan daha iyi biliyordum. Ama bazı şeyleri hocadan okumak gereklidir. Hocalardan dinlememiz lazımdır. O noktada faydası olmuştur.”

İşte size müşahhas bir misal… Kısaca, İslam tarihi Bediüzzamanlarla dolu…

BÜYÜK İNSANIN YAPACAĞI ŞEY BUDUR

-Seyda, bir de daha önce bana Antakyalı bir zattan bahsetmiştiniz. Yeri gelmişken onu da analım mı?

-İsmi Abdurrahman Zeynelabidin. Atatürk zamanında Antakya’dan babasıyla beraber Halep’e hicret etmişler. Hayatının okudum. Çok acaib bir insan. Hemen hemen kabiliyeti, zekâsı, hafızası, ilmi, cesareti ile Bediüzzaman’dan aşağı bir insan değil. İnsan onun hayatını okuduğunda “nasıl bu kadar meziyetleri cem etmiştir” diye hayretler ediyor.

Yaklaşık yirmi küsur sene evvel vefat etmiş. Bediüzzaman’la herhalde görüşmemiş, ama gıyaben tanışıyorlarmış. Hayatına dair kitapta yazdığına göre, Bediüzzaman talebelerini “ondan istifade edin” diye ona havale ediyordu. Yani Bediüzzaman onu bir nevi talebesi kabul ediyordu.

Maalesef Bediüzzaman İslam’ın yasaklandığı dönemler ve memleketlerde yaşadığı için, âlimlerden uzak kalmıştır. Ona ittiba eden insanların çoğu âlim değildi. Onun için, nerede böyle bir âlim olduğunu duysa, ona değer veriyor ve talebelerini ondan istifadeye teşvik ediyordu.

-Mesela İstanbul’da da Ömer Nasuhi Efendiyi tavsiye etmiş.

-Tabii… Zaten büyük insanın yapacağı şey budur. Herkes kendisiyle gelip haşir neşir olamaz. Mecburen, bir memleketin güvenilir insanı, büyük âlimi kimse onu tavsiye etmiştir. Büyük insanlar böyle şeyleri ihmal etmezler.

"KALBE İHTAR EDİLDİ" NE DEMEK?

-Bediüzzaman bazı yerlerde “kalbe ihtar edildi” diyor. İlhamı bu zamanın bazı insanları anlayamıyor. Bu konuda neler dersiniz?

-Bakınız, şimdi insanın aklı vardır değil mi? Aklı kim vermiştir? Allah (cc). Akıl da çeşit çeşit. Keskin akıl var, orta akıl var, zayıf akıl var. Kim vermiştir? Allah.. İşte Cenab-ı Hak Bediüzzaman’a keskin bir akıl vermiştir.

Bir de salih insanlar da “feraset” vardır. Bu da ikiye ayrılıyor; Bir “akli feraset” vardır, bir de “imani feraset” vardır. Cenab-ı Hak ona akli feraseti verdiği gibi, imani feraseti de vermiştir. Bu ikinci feraset takvaya göre verilir, özel bir ferasettir. Rasulullah (Aleyhissalatu vesselam) اتقوا فراسة المؤمن فإنه ينظر بنور الله “Müminin ferasetinden sakınınız. Zira o Allah’ın nuruyla bakar.” (Tirmizî, Tefsîr, 15) buyurur.

Tabii biz Bediüzzaman’ı göremedik. O vefat ederken ben yaklaşık sekiz yaşında bir çocuktum. Biz bu feraseti Şeyh Muhammed Arapkendi’de hep görüyorduk. Bir insana baktığı zaman, o insan nedir, kabiliyeti nedir, ameli nedir, yüzünde okuyordu. Mesela çoğu zaman bana diyordu; “Falan adama söyle, filan işe niye devam etmiyor” veya “neden şunu yapıyor” diyordu. Bu da yine imani ferasettir.

Cenab-ı Hak yine böyle insanlara:

﴿وَاتَّقُواْ اللّهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّهُ﴾

“Allah’tan korkun ) takva sahibi olun(. Allah size öğretir” (Bakara: 2/ 282) sırrıyla kalbi ilhamlar veriyor, Sadık ilhamlar bahşediyor.

Tabii bunlar çok zeki ve salih insanlar. Böyle çok zeki insanlara çok derin ilhamlar veriliyor. Cenab-ı Hak herkese her şeyi vermez. Çünkü herkes her şeyi kaldıramaz. Çok salih bir insan olabilir, ama birçok bilgiyi kaldıramaz. Onun için her salih insana her ilhamı vermiyor. Büyük, üstün kabiliyet sahibi insanlara ise üstün ilhamlar veriyor. Bu manada –İmam Rabbani’nin de sıkça kullandığı-Arapça bir söz vardır; İnnema yahmilu ataya’l meliki matayahu”(Melikin hediyelerini ancak onun güçlü kuvvetli develeri taşıyabilir)

Cenab-ı Hak, üstada da böyle yüksek ilhamlar vermiştir. Onun gibi birçok insana da vermiştir. Bunda taaccüp edilecek bir şey yoktur. İlhamdan taaccüb eden, önce akıldan taaccüb etmesi lazım. Aklı veren kim ise ilhamı veren de odur.

Cenab-ı Hakk’ın vermesine ise bir mani yoktur. “Lâ mânia limâ a'tayte, velâ mu'tiye limâ mena'te” (Allahım, senin verdiğine mani olacak yoktur ve mani olduğunu verecek yoktur.)

Cenab-ı Hak bu insana da böyle ilhamlar vermiştir. Yazdığı kitapların büyük çoğunluğu ilhamdır, sünuhattır. Nakil değildir, toplama değildir, araştırma neticesi değildir. Nasıl biz araştırmanın neticesi olarak, derleyip toplayıp kitap yazıyoruz. Onun böyle bir durumu yoktur. Kitaplarında nakil çok azdır.

-Üstad “hem meşrebimde, yazdığım eserlerde nakil suretiyle, kale-kile suretiyle gitmemiştim” diyor.

-Evet..Eserlerinde bazı insanların nakilleri geçiyor. Mesela bir yerde Mısır’lı Muhammed Abduh’tan bir nakil var. (İşarat’ül İ’caz tefsirinde) Bir yerde Hüseyin-i Cisri’nin ismi geçiyor. Bazı yerlerde çok nadir olarak bazı alıntılar yapıyor. Geri kalan Sünuhattır.

Hadis-i şerifte buyruluyor ki,

من أخلص لله أربعين يوما ظهرت ينابيع الحكمة من قلبه على لسانه “Kim kırk gün Allah'a ihlâsla amel ederse, kalbinden lisanına hikmet çeşmeleri fışkırmaya başlar." (Feyzu'l-Kadir- 6, 43)

Tabii Bediüzzaman hazretleri muhlis bir insan, zahid bir insan, fazıl bir insan, hayatını Allah yolunda feda etmiş bir insan. Cenab-ı Hak ona böyle ilhamları vermezse kime verecektir?

-Seydam, izninizle mevzu gelmişken Üstaddan iki nakilde bulunacağım. Bir yerde “hem kuvve-i hafızam, musibetler neticesi olarak sönmüştü” diyor. İstanbul’dan Enver Galip Ceylan Hocamızın nakline göre de onlara şöyle demiş; “Evet, hainler bana zulmettiler. 17 defa zehir verdiler. Cenab-ı Hak beni muhafaza buyurdu. Ama onların verdiği zehirler benim hafızama tesir etti” demiş.

-Bende de o problem vardır.

-Ama sizi zehirlemediler değil mi?

-Zehir değil ama menfi bir doktor bir hap verdi. O, hafızamın yüzde altmış, yetmişini götürdü.

-Ne zaman oldu bu?

-Yaklaşık otuz sene önce. Elhamdülillah zekâyı etkilemedi, ama hafızamı çok etkilemiştir. Benim şu andaki ezberimin yüzde seksen- doksanı ondan önce ezberlediklerimdir. Ondan sonra çok az..

CENAB-I HAK BEDİÜZZAMAN'A DEĞİŞİK BİR KELAM METODU İHSAN ETMİŞ

-Bediüzzaman’ın Kelam ilmindeki tecdidi hususunda neler dersiniz?

-Başta söylemiştik, Cenab-ı Hak, asrın ihtiyacına göre o ihtiyacı temin edecek insanları gönderir. Bediüzzaman’ın yetiştiği dönemde akideye yönelik çok hücumlar vardı. Cenab-ı Hak, Bediüzzaman’a o yanlışları çürütecek, İslam hakikatlerini gösterecek bir kelam metodu bahşetmiştir.

Kelam ilminin gayesi nedir? Kelam ilminin gayesi, İslam akidelerini akli delillerle ispat etmek ve akli yollarla şüpheleri, tenkitleri defetmek, ona ters düşünceleri çürütmek ve onların hatalı olduğunu beyan etmek olan bir ilimdir.

Kelam ilmi sabit bir ilim değildir. Yani değişime elverişlidir. Mesela İmam Eş’ari ve İmam Gazali dönemlerinde nasıl bir kelama ihtiyaç vardı? Felsefi bir kelama ihtiyaç vardı. Çünkü hücumlar genelde felsefeden geliyordu.

Ama Bediüzzaman’ın döneminde gelen hücum ve şüpheler Yunan felsefesinden değildi. Bundan dolayı Cenab-ı Hak ona değişik bir kelam metodu ihsan etmiştir.

-Zira eski kelam metodları bu zamanın sorunlarını karşılayamaz.

-Karşılayamaz. Çünkü şüphe o zamanki şüphe değildi. İnsanların akılları o akıl değildi. Bundan dolayı Cenab-ı Hak ona “Kur’ani bir kelam” bahşetmiştir.

Kur’ani kelam deyince bazılarına garip gelebilir. Şöyle açıklayalım; Kur’an-ı Kerim İslami bir akide beyan ederken çoğu yerde o akideyi isbat edecek akli delillerle birlikte beyan ediyor. Yani akideyi beyan ediyor, akli delillerle teyid ediyor.

Mesela:

﴿لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ ﴾

“Eğer yerde ve gökte Allahu Teâlâ’dan başka ilahlar olsaydı yer ve göklerin düzeni bozulur, fesada ve bozguna uğrardı.”(Enbiya:21; 22) buyruluyor. Mesela bu, vahdaniyeti ispatlamak için en kuvvetli akli bir delildir.

Başka bir ayet-i kerimede ise şöyle buyruluyor;

﴿مَا اتَّخَذَ اللَّهُ مِن وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ إِلَهٍ إِذاً لَّذَهَبَ كُلُّ إِلَهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ﴾

“Allah hiçbir veled ittihaz edinmedi ve O'nunla beraber hiçbir ilâh da yoktur. O zaman her ilâh, kendi yarattığını muhafaza edip başka ilahları ondan engelleyecekti. Ve birbirlerine üstün gelmeye çalışacaklardı.(Böylece çatışma çıkacak ve âlemin düzeni bozulacaktı) Allah ise onların vasfettiklerinden münezzehtir. “(Muminun; 23; 91)

Hakeza, Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de devamlı akla hitap ediyor. Kendi varlığını, azametini, vahdaniyetini isbat etmek için hep akli deliller getiriyor ve insanı düşünmeye davet ediyor. Kur’an-ı Kerim bu gibi delillerle doludur.

İşte bu Kur’ani kelamdır, felsefi kelam değildir. Ki, felsefi kelam zaten belli hastalıkların tedavisinde yararlıdır. Her insan için yaramaz, her zaman için yaramaz. Bazı insanlara mahsus, bazı hastalıkları tedavi etmek için kurulan bir ilimdir. İnsanların çoğu için ise, aklı karıştırıcı, kalbe şüpheler verici bir şeydir.

Amma Kur’an-ı Kerim’in delilleri ise tatlı su gibidir. Herkesin susuzluğunu giderir. Herkesin ihtiyacını temin eder. Herkesin aklını tatmin eder. Herkesin kalbini rahat ettirir. Ve bir de, kalpte ve kafada iz bırakmaz. Ama felsefi deliller ise, herkesin aklına uymaz, herkes onları kaldıramaz. Çünkü zor, isbata muhtaç, tartışmalı meselelerdir ve bir de arkasında iz bırakmaktadır. Yani yan etkileri çoktur.

Bediüzzaman’ın yaptığı şey, Kur’ani kelamı geliştirmek oldu. Yani Kur’ani delilleri tafsil etti, geliştirdi. Bazı yerlerde münasip temsiller ilave etti. Ama asıl üzerinde durduğu Kur’an’ın delilleridir. Mesela Haşir meselesinde şu ayetler gibi;

﴿وَضَرَبَ لَنَا مَثَلاً وَنَسِيَ خَلْقَهُ قَالَ مَنْ يُحْيِي الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ﴾

(Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: “Çürümüşlerken kemikleri kim diriltecek?”(Yasin: 36/78)

﴿قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ﴾

“De ki: “Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir.”(Yasin:36/79)

﴿أَوَلَيْسَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُم بَلَى وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ﴾

“Ya Gökleri ve Yeri yaratan onlar gibisini yaratmağa kadir değil midir? Elbette kadir, hallâk o, alîm o”(Yasin: 36/81)

﴿إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئاً أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ﴾

“O'nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece «Ol!» demektir.” (Yasin: 36/82)

Haşirle alakalı olsun, vahdaniyet mevzuunda olsun, Cenab-ı Hakkın varlığı, birliği, azameti konusunda olsun, Bediüzzaman’ın yaptığı şey, Kur’an’ın delillerini geliştirmek ve herkesin anlayacağı ve tatmin olacağı duruma getirmektir.

Yani “Bediüzzaman yeni bir kelam metodu getirmiştir” diyebiliriz, çünkü açıklamıştır. Ama “Yeni bir kelam metodu getirmemiştir” de diyebiliriz. Zira geliştirdiği şey yeni bir kelam değil, Kur’ani kelamdır.

Bir de Bediüzzaman’ın kelamı asrın ihtiyacını temin edecek bir kelamdır. Hem avama yarar, hem havassa yarar, hem de havass-ül havassa yarar ki, Kur’an’ın delilleri böyledir. Ama felsefi kelam ise havassa değil, havas-ül havassa yarayıp yaramadığı dahi tartışmalıdır. Oysaki Kur’an’ın delilleri herkes içindir, çünkü herkese gönderilmiştir.

Hülasa, Bediüzzaman’ın yaptığı, Kur’ani delilleri tafsil edip, halkın seviyesine uygun arz etmektir. Diyebiliriz ki, kelam ilminde bir imam, zamanın ruhuna uygun yeni bir kelam anlayışını açıklayan bir zattır.

MEDRESE HOCALARI SAİD NURSİ HAKKINDA NE DİYOR?

-Bediüzzaman’ın eserlerinden en çok hangilerinden etkilendiniz?

-Ben talebeyken Bediüzzaman’ın Arapça kitaplarının tamamını defalarca okudum.

-Muhammed Arapkendi’nin yanında mı?

-Daha onun yanına gitmeden önce..Ve onun yanında da okumaya devam ettim. O zaman İşarat’ül-İ’caz vardı. İşarat’ül-İ’caz’ı defalarca okudum ve ona bir fihrist yaptım.

Bir de Mesnevi-yi Nuriye vardı. Onu da defalarca okudum. Yine Arapça Hutbe-i Şamiye vardı, İhlâs Risalesi vardı, El-Saykal’ul İslami vardı, bir de Kızıl İ’caz vardı. O zaman hatırladığım kadarıyla piyasada Arapça olarak bu eserler vardı.

Bu altı kitabı defalarca okuduğum kanaatindeyim. Hep okumaya gayret ediyordum tabii. Risale-i Nur kitapları mübarek kitaplardır, onlardan istifade ettik, etkilendik, büyük bereketler ve bilgiler aldık.

-Medresede okurken hocalarınızdan Üstad hakkında bir şeyler duyar mıydınız?

-Herkes onu takdir ederdi. Herkes “büyük bir zat, büyük bir insan” olarak onu kabul ederdi. Bir de ben, Bediüzzaman’ın talebesinin talebesiyim. 1966 senesinde, Diyarbakır Çınar’a bağlı Sergelya köyünde, Bediüzzaman’ın eski talebelerinden Molla Abdullah Koği’den Mantık’a dair İsagoci’ye Molla Fenari’nin Şerhi üzerine Kul Ahmed’in Haşiyesinden ders aldım. Molla Abdullah Efendi o sıralar 70-80 arası bir yaştaydı.

“BU ZATIN BU KADAR BÜYÜK BİRİSİ OLDUĞUNU BİLSEYDİM..."

-Muhammed Arapkendi hazretleri Üstad’dan bahseder miydi?

-Münasebet geldikçe üstaddan hürmetle bahsederdi. Ve diyordu ki; “Onun görevi insanları inkârdan çekip çıkarmaktır. Bizimkisi ise Müslümanları iyi yola koymak, iyi ameller işlemeye teşvik etmekten ibarettir.”

Bir de üstadın vefatıyla alakalı dediği bir şey var. Onu da anlatayım. Bediüzzaman vefat ettiği gün bizim oralarda gündüz vakti birden hava karardı.. Şimdiki gibi hatırlıyorum. İkindi vakti ortalık akşam yatsı arası gibi oldu. Hatta Ramazandı, çok insanlar iftar oldu diye oruçlarının açtılar. Ve bir de bir yağmur yağdı. Kırmızı yağıyordu. Sabah kalktığımızda her yer kıpkırmızıydı.

Seyda’nın yanında o zaman olan talebeler bilahare bana anlattılar; “Seyda o zaman bu hadiseler için “Bu büyük bir zatın vefatına işarettir” demişti. Haber bekliyordu. Tam o sırada Bediüzzaman’ın vefat haberi gelince dedi ki; “Bu zatın büyük bir zat olduğunu biliyordum. Ama bu kadar büyük birisi olduğunu bilseydim, muhakkak onu ziyaret ederdim. Ama artık geçti.”

-Büyüklerimizi anlatırken nelere dikkat etmeliyiz ve nelerden sakınmalıyız?

- Tarihte büyük insanlar, varlığını ispat eden, çalışmasını isbat eden insanlardan kim olursa olsun, onları saygıyla anmalıyız.

İnsan insan olduktan sonra, ne kadar büyük olursa olsun eksiklikleri, zayıflıkları vardır. Ama Müslüman’ın görevi nedir? İnsanların büyük taraflarını, önemli taraflarını örnek almak ve onları anlatmak. Zayıf taraflarından bahsedilmez.

Zaten Resulullah(Sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde bu hususa işaret etmiştir; اذكروا موتاكم بخير “Ölülerinizi hayırla yâd edin” (Nesai; 1909)

Başka bir hadiste de; اذكروا محاسن موتاكم وكفوا عن مساويهم “Mevtaların iyi taraflarının anlatın. Ama kötü yönleri hususunda ise dilinizi tutun”(Ebu Davud; 4900,Tirmizi;1019) buyrulmuştur.

Bu husus değil sadece böyle büyük zatlar, bütün ölmüş müslümanlar için geçerlidir. Onların zayıf taraflarını dile getirmek İslam ahlakına aykırıdır, Peygamberimizin emrine aykırıdır, insaniyete de aykırıdır.

Son olarak sözlerimi şöyle bağlayayım; Cenab-ı Hak bu büyük insanın bereketinden bizi mahrum etmesin. Bizi de onun yoluna koysun. Cenab-ı Hak bize iyi niyetler, iyi çalışmalar ve hüsnü hatimeler nasip eylesin.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.