Mehmed Âkif ve vefasız devlet!

1920 yılında, Şanlı Bayrağımızın ve Kahraman Türkiye Milleti’nin simgesi olacak milli bir marş yazılması için, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir yarışma düzenlenmiş ve kazanana, önemli bir miktar para ödülü verileceği ilân edilmişti.
Bu yarışmaya, ülkemizin her tarafından 724 şair, duygu ve heyecanlarını anlatan mısralarla katıldığı halde, çok ünlü bir şair olmasına rağmen Mehmet Âkif’in bu yarışmaya katılmaması dikkatleri çekti. Kendisine nedeni sorulduğunda ise:
-“Milli marş, para veya maddi bir değer karşılında yazılmaz!...” cevabını vermişti. Hatırlı dostlarının ısrarları üzerine ve kazanırsa, “ödül verilmemesi” şartı ile yarışmaya o da katıldı ve bu günkü on kıtalık İstiklâl Marşımızı yazdı.

Türk Milleti’nin zaferini, yüceliğini ve bayrağımızın kutsallığını en güzel duygularla anlatan İstiklal Marşı, 724 şiir arasından seçilerek, zamanın Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından, Büyük Millet Meclisi’nde okundu. Bütün milletvekillerince büyük bir coşku ve heyecan içerisinde, iki defa ayakta dinlenen İstiklal Marşımız, 21 Mart 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Milli Marş olarak kabul edildi.

O günün ünlü bestecilerinden Osman Zeki Üngör tarafından da bugün okunduğu şekliyle bestelendi. Mehmet Âkif Ersoy, İstiklâl Marşı’nı Türk Milleti’nin eseri olarak kabul ettiği için, Safahat’a koymamış ve Kahraman Ordumuza hediye etmiştir.

•Evet; bu coşkulu ve yanık ifadeler, coşkun ve yanan gönüllerden çıktığına göre, Mehmet Akif Ersoy nasıl bir kişiliğe sahipti? Öncelikle bunu tahlil edelim.

KISA BİYOGRAFİSİ: Mehmet Âkif Ersoy, 28 Aralık 1873, İstanbul/Fatih’te doğdu. 27 Aralık 1936’da, İstanbul/Beyoğlu’nda Mısır Apartmanı’nda vefat etti. Arnavut asıllı bir Türk ve Müslüman aileden gelen Âkif; Meşrutiyet, İttihat ve terakki, Cumhuriyet dönemi şairlerinden olup, aynı zamanda mütefekkir, veteriner, öğretmen, vaiz, hâfız, Kur'an mütercimidir. Sportmen bir kimliğe sahip olan Akif, iyi bir yüzücü ve güreşçidir. Burdur ve Biga milletvekili olarak da TBMM’de bulunmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal marşı olan İstiklâl Marşımızın güftekârıdır. En çok "Vatan şairi" ve "milli şair" unvanları ile anılır. “Çanakkale Destanı”, “Bülbül” en önemli manzumelerindendir…

II. Meşrutiyet döneminden itibaren Sırat-ı Müstakim (daha sonraki adıyla Sebil'ür-Reşad) dergisinin başyazarlığını yapmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında milletvekili olarak 1. TBMM’de yer almış, İstiklal Madalyası sahibi bir vatanseverdir.
Mehmet Âkif, son yıllarını Mısır’da Türkçe dersleri vererek geçirmiştir.

Kur’an’ın Türkçeye çevrilmesi konusunda çalışmalar yaptığı ancak, “engin bir derya olan Kur’ân mesajlarının, birkaç ciltlik çevirilerle karşılanmasının asla mümkün olmadığı” kanaatine hâkim olunca, çevirdiği nüshayı yaktığı bir vâkıadır...
Lübnan’da yaşayan Mekke Emîri Şerif Ali Haydar Paşa’nın daveti ile 1918’de bu ülkeye giden Âkif, Lübnan’da iken Şeyhülislamlığa bağlı Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye Cemiyeti baş kâtipliğine atandı. Ahmet Cevdet, Mustafa Sabri, Bediüzzaman Said Nursi gibi ünlü isimlerin kurduğu ve Osmanlı Devleti ile diğer İslâm ülkelerinde çıkacak dini meseleleri halletmek, İslâm aleyhindeki gelişmelere cevap vermek amacıyla kurulan bu cemiyette çalışırken, bir yandan da Said Halim Paşa'nın “İslamlaşmak” adlı eserini Fransızca’dan Türkçeye çevirdi.

•Bu dönemde Anadolu toprakları işgale uğramış; Türk halkı Kurtuluş Savaşını başlatarak direnişe geçmişti. Bu harekete katılmak isteyen M. Âkif, Balıkesir'e giderek 6 Şubat 1920 günü Zağnos Paşa Camii'nde çok heyecanlı bir hutbe verdi.
Halkın beklenmedik yoğun ilgisi karşısında, daha birçok yerlerde hutbeler verdi. Konferanslar ve konuşmalar yaptı ve İstanbul'a döndü…

1921'de Ankara'da Taceddin Dergâhı’na yerleşen Mehmet Âkif, Burdur milletvekili olarak meclisteki görevine devam etmekteydi. O dönemde Yunanlıların Ankara'ya ilerleyişi karşısında meclisi Kayseri'ye taşımak için hazırlık vardı. Bunun bir dağılmaya yol açacağını düşünen Mehmet Âkif, meclisin Ankara'da kalınmasını, Sakarya'da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerdi. Bu teklifi tartışılıp, kabul edildi.

Âkif’in; Helvan’da Mısır Firavunu için yazdığı “Firavunla Yüz Yüze”sinden bir mısra:
Bileydin, ey koca Mısır’ın ilâhî üryanı!
Mezara, heykele ait bütün bu velveleler.
Bekân için mi hakikat? Meramın oysa, heder!...
Evet, bütün beşerin hakkıdır BEKÂ EMELİ.
Fakat bu hakkı ne taştan, ne leşten istemeli!...

•AHVÂLİMİZİ ANLATAN ÜNLÜ BİR DÖTLÜĞÜ:
Geçmişten, adam hisse kaparmış, ne masal şey!...
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
•Tarih’i “tekerrür” diye tarif ediyorlar.
•Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?...

***

M. Akif, Mısır’da uzun süre yaşamış, yabancılarda görülen siroz hastalığına yakalanınca, “hava değişikliği iyi gelir” düşüncesiyle önce Lübnan’a, sonra Antakya’ya gitti. 17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a döndü. 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da, Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda Hakkın Rahmetine kavuştu. Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi. Cenazesine, maalesef o günkü ceberut yönetimin bir devlet ayıbı olarak “resmi katılım” olmadı. Ancak, büyük bir üniversiteli genç topluluk katıldı. İki yıl sonra da mezarı, yine üniversiteli gençler tarafından yaptırıldı. 1960’ta yol inşaatı nedeniyle, kabri Edirnekapı Şehitliği'ne nakledildi. Şimdi orada Süleyman Nazif ve yakın arkadaşı Ahmet Naim Bey'in arasında, HAŞİR sabahını beklemektedir...

***
Hiç kuşkusuz “bir devlet ayıbı” olan bu vefasızlık bana, bin-bir meşakkatlerle İstanbul’a su naklini sağlayan tarihi kemerlerin çoğunu inşa eden Mimar Sinan’a yapılan vefasızlığı hatırlattı. Koca Sinan 100 yaşına girerken ölüm döşeğindedir. Vefatı sırasında bir bezi suya batırıp da dudağına çalmak isterlerken bakarlar ki, evindeki musluktan su akmıyor. Padişahın özel emriyle evine su verildiği halde, kıskanç kişilerin şikâyeti üzerine meclis toplanmış ve ısrarlı itirazlarla o günkü meclis kararıyla suyu kesilmişi.

İstanbul'a su getiren Mimar Sinan, böylece susuz evde vefat eder. Vefatı sırasında, başı ucunda bu vefasızlık olayını konuşanlara verdiği cevap, çok enteresandır:
• -"Biz hizmetimizi dünyada bir bardak suya satacak kadar menfaat düşkünü değiliz. Biz hizmetimizi Allah için yaptık ve mükâfatını da ahirette O’ndan bekliyoruz. Dünyada evimize su verilmediği için müteessir değiliz..."
Mehmet Akif’e, Mimar Sinan’a ve nice İslâm âlimlerine karşı devlet ayıplarımızın dosyası, maalesef bir hayli kabarıktır. Ancak yakın tarihimiz; ısmarlama kadrolara, siparişler üzerine yazdırıldığı için, işi-gücüyle meşgûl olup, araştırma fırsatı olmayan halkımıza hâlâ meçhuldür. Mustafa Armağan, Yavuz Bahadıroğlu …..  v.b. gibi cesur tarihçilerimiz bu prangaları kırmış olup, gerçek tarihimizi gün ışığına çıkarmaya başlamışlardır. (Bkz.: Kayıt Dışı Tarihimiz. v.b.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.