Mehmed Âkif'in bütün şiirleri ilk kez bir arada
"Ölen insan mıdır ondan kalacak şey eseri;/ Bir eşek göçtü mü ondan da nihayet semeri." Meşhur atasözünü aruza uydurup böyle aktarır Mehmed Âkif Ersoy, 'Ne eser ne de semer' başlıklı manzumesinde.
Şiirin devamında, insandaki beka hırsına bir türlü akıl erdiremediğini, değer yargıları değiştiği için emekle meydana getirilen nice 'şah-eser'in yerinin bir müddet sonra mezbele olduğunu anlatır. Ve nihayetinde noktayı koyar: "O ne çok bilmiş adamdır ki gider sessizce/ Ne esermiş ne semer kimsenin olamaz haberi!"
Âkif, dünyadan gideli 74 yıl oldu. Ama günlerini 'çok bilmiş' edasıyla geçirmediği, kendi tabiriyle 'odun gibi' olsa bile doğruyu her zaman dillendirdiği için, ardında bıraktığı eserler hiçbir zaman değerinden bir şey kaybetmedi. Milletine İstiklâl Marşı hediye eden Mehmed Âkif'in Safahat'ı hâlâ en çok basılan ve okunan kitaplardan biri olmaya devam ediyor. Son olarak M. Ertuğrul Düzdağ'ın düzenlemesi ile İz Yayıncılık tarafından yayımlanan eser ise Safahat'ı oluşturan yedi kitabın eski ve yeni harflerle karşılaştırmalı metninin yanı sıra Âkif'in bunların dışında kalmış şiirlerinden ulaşılabilenleri de bir araya getiriyor.
Safahat'ın 704 sayfalık bu en kapsamlı basımının sonuna eklenen bölümde, toplam 3 bin 540 mısralık basılmış ve basılmamış şiirler bulunuyor. Dipnotlarda bu şiirlerle ilgili ayrıntılı bilgiler veriliyor, bizzat şair tarafından sonradan değiştirilmiş ifadeler varsa, bunların ilk halleri gösteriliyor. Bazen bir mektuba yazılan, bazen bir fotoğrafın ardına not olarak düşülen bu mısralarda Mehmed Âkif Ersoy'un şahsî dünyasının ve gönül zenginliğinin izlerini sürmek mümkün. Kemânî Sadi Işılay'ın Üsküdar Rufai Tekkesi'ndeki bir toplantıda yaptığı keman taksimi üzerine söylediği şu mısralar, onun kâinata nasıl kulak verdiğini gösteriyor: "Bütün eşyâ, Hudâ'yı zikreden bir sırr-ı hikmettir;/ Kemânın, bî-güman, Allahu Ekber'den ibârettir./ Hulûsumla seni tes'îd etsem çok mudur Sa'di,/ Tecellî eyleyen kudret elinde başka hâlettir."
1904-1906 yıllarında Edirne'de baytar olarak bulunan, daha sonra aralarına soğukluk giren arkadaşı Fazlı Yegül'e gönderdiği manzum mektuplardan birinde ise Âkif'in bir başka insânî tarafına şahit oluyoruz. Yazdıklarının okunup değerlendirilmesini, beğenilmese bile en azından bunun ifade edilmesini istiyor genç dostundan: "Haydi hepsinde haklısın Fazlı!/ Şu bizim hak da kalmasın saklı:/ Hasbihâlimde bir alay ebyât/ Yazmışım zannedersem, heyhât/ Galibâ hiç okunmamış ki biri,/ İntikada görülmemiş değeri!/ Yâve olmuş da olsa her tarafı,/ Bu sükûtun görülmüyor kâfî./ Serd-i fikret, 'Bu hoş bu nâhoş' de,/ Tâ ki bir ye's uyanmasın bende./ Onu ben az emekle yazmıyorum,/ Etmiyor sanki vâridât hücûm."
Hakîm Senâî'nin beytinden tercüme ettiği ve Mâhir İz'in naklettiği "Ne yazdıysam eser nâmıyle hepsinden rücû' ettim;/ Sözün ma'nâsı yok, ma'nâ için söz bulmak imkânsız!" ifadesi ise isminin başına kondurduğumuz 'şair' sıfatının ardında kelâma sığmayan bir gönül yattığını fısıldıyor.
1943 yılına kadar yeni harflerle baskısı yapılmayan Safahat için Âkif'in kızı Feride Hanım ile eşi Muhiddin Akçor, 1970'te İnkılâp Kitabevi'ne müracaat ederek hatasız bir baskının yapılmasını isterler. Mahir İz'den de gerekli tashihlerin yapılması talep edilir. Mahir hoca, bu görevi talebesi Ertuğrul Düzdağ'a havale eder. Ertuğrul Düzdağ'ın Safahat üzerine yaptığı çalışmalar o günden beri devam ediyor.
Zaman