Ömer ÇELEBİ
Mehmed Yavuz’u anlamak
9 Ağustos’tan beri tam dört gün geçti ve elim bir türlü klavyenin başına geçip de Mehmed Yavuz’un bu dünyadan göç ettiğini yazmaya varmıyor.
Olmuyor, yapamıyorum.
Yapamıyorum ama kendimi kimseye de anlatamıyorum. Hayat bıraktığımız yerde, güneş doğmaya, dünya ahengiyle dönmeye devam ediyor.
Dört gündür Mehmed Yavuz’u sözlü olarak anlatamamanın kahrını çekiyorum.
Bu mümtaz ve muazzez insanı tasvir edememenin vicdansızlığında adeta boğuluyorum.
Ya ben konuşunca ülfet olur da bu şahsiyeti halkın nazarında sıradanlaştırırsam!
Ne haddime…
‘O, insana kalemle yazmayı öğretti’ ilahi fermanınca Mehmed Yavuz’u kalemlere dökmenin, sayfalar dolusu tasvir etmenin ve onu anlamanın vakti geldiği kanısındayım.
Ben ya da biz Mehmed Yavuz’u yazınca onu yüceltmeyeceğiz, ona olduğundan farklı bir şey katmayacağız, ona fazladan rüchaniyet vermeyeceğiz.
Bilakis merhum bu şahsiyeti yazmakla kalemimizi güzelleştireceğiz. O bize değer katacak.
Bahtiyar olacağız.
Evet, Kâhta değil Türkiye büyük bir değeri kaybetti.
Kürdler değil; Türkler de, Araplar da hülasa ümmete müntesip umut bekleyen hangi kavim varsa arefeden bir gün evvel hüzün dehlizlerine girdi.
Yeri nadir dolduracak bu zatın kırk altı yıllık ömrü hep takva ve ilayı kelimetullah üzere geçtiğine ailesini yakinen tanıyan biri olarak şahidim.
Mehmed Yavuz Hoca bir dışlanmışın, bir ötekileştirmenin gazabına uğradıkça yüceldi.
Yeknesak rahat döşeğinde kalıp da bu kadar kitleyi tesir eden bir yola asla tevessül etmedi.
Engelleri yara yara, prangaları yıka yıka geldi.
Türkiye’nin sulhu ve selameti için durmadan emek ve mesai harcıyordu.
Ortadoğu coğrafyasının, zulme maruz kalmış bu ümmetin kurtuluşu için gecesini gündüzüne katarak çalışıyordu.
Nefesini hususi dünyası için tükettiğine asla rast gelmiş değiliz.
O, Allah’a halis ve muhlis bir abd ve toplumda aidiyet kesbetmiş muttaki bir liderdi.
Mehmed Yavuz (Hoca) bütün zorluk ve şeraitlere aldırmadan İslamî hassasiyetle ses getiren öncü ve öncelikli bir insandı.
Siz Yavuz Hoca’yı Batı’nın gözünde dar bir bölgeye sıkışmış, dünya görüşleri kısıtlı ve dünyanın hızla gelişen siyasi ve ictimaî akımlarına geride durduğunu mu sanıyordunuz?
Mehmed Yavuz, skolâstik bataklığına saplanmış bir medrese hocası değildi!
O; okuyan, yazan ve hitap eden iyi bir entelektüeldi.
Türkiye, daha çok Habertürk’te çıktığı programda tanımaya başlamıştı.
Hitabından bilgi ve birikimine, Türkiye’de çözüm bekleyen siyasi meselelere olan yaklaşımından İslamî hassasiyetine karşı tüm Türkiye’yi adeta mest etmişti o programda.
Türkiye, Mehmed Yavuz’u anlasa ve anlatsaydı belki bugün umum şarkta cereyan eden meseleler tarihin derinliğine gömülecek ve her tarafta barış iklimi hâkim olacaktı.
Ama olmadı. Allah daha da yıpranmasını murad etmemiş ki gencecik yaşında yanına aldı.
Onun tüylerimizi diken diken eden son vasiyetinde bahsettiği gibi: ‘İmtihan böyledir. Allah verir de, alır da. Verirken de Allah’a şükretmek lazım, alırken de sabretmek lazım. O bizim rabbimizdir, O ne imtihan vermişse içinde bizim için bir rahmet gizlemiştir…’
Mehmed Yavuz siyaset üstü bir insandı.
O, hakikat adamıydı.
Hakikat uğrunda canı pahasına mücadele eden tevazu abidesi bir hoca ve bir ağabeydi…
Selam verdiği düşmanını bile eriten latif, nazik ve gönül abidesi özel bir insandı.
Uhuvvetin ve umumi sulhun gönüllerin fethedilmesi ile geleceğini idrak eden husumeti olan kavimlerin arasında ulvi bir hakem ve muteber bir barış elçisiydi.
Belki Mehmed Yavuz’un Hz. Eyüp Aleyhisselamvari çektiği hastalığı en iyi anlayanlardan biri de benim.
Doksanlı yılların ateş ve barut kokan dönemlerinde henüz tıfıl yaşta Dicle Üniversitesi Tıbbın belki aynı onkoloji koridorlarında kemoterapi alan biri olarak Mehmed Yavuz’u anlamakta beis görmeyin lütfen.
Uzun yıllar tedavi alıp yeniden hayata merhaba diyen biri olarak keşke Mehmed Yavuz ağabey de kurtulabilseydi, keşke…
Mehmed Yavuz’u hafızamda asla sildirmeyecek görüntülerden biri de Urfa’da merhum Abdulkadir Badıllı ağabeyin taziyesine katıldığında Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden ve daha sonra onun da terk-i diyar edeceği Abdullah Yeğin ağabeyle olan muhabbetiydi.
Mehmed Yavuz oradaki konuşmasında: ‘Bizler Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin yürümüş olduğu bu yolda eğer o hakikatlere temessük etmediğimiz takdirde muhakkak surette yanlış yollara sapacağımızın bilinci içerisindeyiz. Biz Üstad Hazretlerini yolumuzun öncülerinden birisi olarak görüyoruz’ diyerek adeta bir manifesto niteliğinde açıklama yapmıştı.
Hatta latif bir mana ile ‘Ben müsaade etmeyeceğini biliyorum, Üstad hazretleri bizim aramızdaki münasebet uhuvettir, ben Abdullah Yeğin ağabeyin elini öpmek isterdim’ deyince Abdullah Yeğin ağabey de Kuran’ı uzatarak eli yerine Kuran’ı öptürmüştü.
İşte dünya hayatı bu güzel insanlar için ücret ve mükâfat alma yeri olmadığını ruhlarının terk-i diyar edeceğini mütevatir surette anlıyoruz.
Allah, Mehmed Yavuz’a rahmet eylesin.
Makamını âli eylesin.
Ruhu şad olsun.
O şimdi sonsuzluk diyarlarında dünya meşakkatinin olmadığı ebedi bir kurtuluşa gitti.
Az zamanda vazifesini hakkıyla ifa edip de gitti…
Geride binlerce sevenlerini bırakıp da…
Kabri başında dua eden Mehmed Göktaş hoca’nın da dediği gibi: ‘Sana doyamadık ey güzel insan. Allah’ım bizi yetim bırakma, biz Sen’den Mehmet Yavuzları istiyoruz Ya Rabbi! Ve biz senden Mehmed Yavuzların yerini dolduracak kişileri istiyoruz Ya Rabbi...!’
Merhumu tarihi bir manifesto özelliği taşıyan şu cümle ile ömür boyu hatırlayacağım: ‘Allah’ım! Bize öyle bir duruş ver ki, hiçbir düşmanımız kendisine haksızlık yapacağımız gibi bir kaygıya; hiçbir dostumuz kendisine iltimas geçeceğimiz gibi bir ümide kapılmasın.’
Ben de diyorum ki Allah, Mehmed Yavuzları ve davasını anlamayı ve anlatmayı bize ve bizden sonrakilere nasip etsin.
Baki Allah!
Twitter: https://twitter.com/omercelebiresmi
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.