Himmet UÇ
Mehmet Akif Ersoy Özgürlük Peşinde-4
VE SAVAŞ
Savaşı bütün benliği ile yaşayan Akif, başka şeylerle uğraşan insanlara öfke doluydu. O sıralarda bir arkadaşının terfi için uğraşmasına kızmış “Memleket batarken bununla ilgilenilir mi?” demişti. Bu savaşın sonunda Türkler Balkanlardaki bütün topraklarını kaybettiler. Yenilginin kesinleştiği bir gün bir arkadaşı ile buluşmuştu. Durumu konuşacaklardı. Halbuki kabahati yakalanmış bir çocuk gibi, önüne bakıyor utanç içinde susuyordu. Bir aralık yüzünden sakalına doğru ince bir çizgi uzanıyordu. Ağlıyordu. Büyük insanların vatan ve millet sevgisi böyledir, onlar başkalarının sebeb olduğu hatalardan bile utanırlar. Yenilgi çok büyüktü, fakat asıl yenilgi umutsuzluğa kapılmak olacaktı. Akif’in yaşanan felaket karşısında yükselen sesi umutsuzluğu daha da şiddetlendirdi.
Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak
Alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak
Sahipsiz olan memleketin batması haktır
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.
Akif’ in savaş sırasında çıkan şiirlerinden oluşan üçüncü kitabı Haziran 1913’te Hakkın Sesleri adıyla yayımlandı.
MEMURLUKTAN İSTİFA
Ziraat Nazırı’nın Baytarlık Dairesi Müdürü Abdulah Bey’i anlaşmazlıktan ötürü görevinden alacağı konuşuluyordu. Bazı veterinerler de Akif’e gelerek “Abdullah Bey görevinden alınınca siz müdür olun. Eğer isterseniz müdürlüğü atanmanız muhakkaktır” diyorlardı. Olanlar oldu ama Akif bir haksızlıktan çıkar sağlayacak adam değildi. Müdürlüğünü istemek şöyle dursun tam terzini yaparak memurluktan istifa etti. Bir çırpıda yazdığı dilekçesinde “Abdullah Efendi’nin yerden göğe kadar haklı olduğu bakteriyolojine meselesinden dolayı azledilmesi üzerine, memuriyetten kesinlikle istifa ediyorum.” Akif Abdullah Bey’i cimriliğinden dolayı sevmezdi. Onu sevmediği için ona yapılan haksızlığa göz yumacak değildi. Ama o tek bir insanın gözyaşında ağlayan bütün insanların gözyaşını görüyordu. Akif‘in yirmi yıllık memuriyet hayatı 11 Mayıs 1913 tarihinde sona erdi. Maddi durumu sarsılmış düzenli bir gelirden mahrum olmuştu.
Önemli eserleri beraber okumak için her Cuma sabahı Akif’e uğrayan Mithat Cemal o günlerde Akif’e öğleden sonra gelmeye başladı. Çünkü sabah geldiğinde mecburen yemeğe kalıyor, bu da ailenin gittikçe göze batan fakirliği sebebiyle onu rahatsız ediyordu. Bir Cuma gönü yine Akif’e uğradığında evde sekiz çocuğun gürültüsüyle karşılaşan Mithat Cemal şaşırdı. Bunların beşi Akif’indi. Bu çocuklar komşunun mu? “Onlar benim çocuklarım. Hasan Efendi öldü de.” Hasan Efendi Akif’in Baytar mektebinden arkadaşıydı. Okulda kim önce ölürse diğeri onun çocuklarına bakacak diye birbirlerine söz verdikleri arkadaşı.
Hasan Efendi ölmüş, çocukları Cevdet, Süheyla ve Bedia’nın sorumluluğu Hasan Efendi’nin kardeşine kalmıştı. İşte Akif sözünde duruyor çocukları rahmetli arkadaşının kardeşinden alıp evine getiriyordu. Akif’in oğlu Emen “Bek küçükken Süheyla’yı öz kardeşim zannederdim” diyecektir. Akif‘in Baytar mektebinde okuttuğu Cevdet 17 yaşında öldü. Süheyla öğretmen okulunu ve üniversiteyi bitirdi. Akif onu Ankara’da Hayrettin Bey ile evlendirdi.
MISIR’A BİR GEZİ
Akif’in kimi yazılarından rahatsız olan bazı devlet görevlileri ona siyasi yazılar yazmaması için baskı yapmaya başladı. Üniversitede hocalık bir tür memurluktur. Memurlar ise böyle siyasi yorumlar yapmamalı diyorlardı. Akif kimsenin isteğine göre yazılarına sınır çizmedi. 1913 sonunda üniversitedeki görevinden istifa etti. Ocak 1914’te Mısır’a gitti. Bu gezinin masraflarını Sadrazam Said Paşanın kardeşi Abbas Halim Paşa karşıladı. O ve Akif birbirini çok seven samimi iki dost idi.
Akif, Mısır‘da önce EşŞaab gazetesine giderek orada çalışan ve Sebilürreşad’a Mısır’dan yazılar gönderen Ömer Rıza Doğrul’u ziyaret etti. Yazılarını Türkçeye çevirdiği Ferit Vecdi ile görüştü. Bu ziyaret sırasında Ömer Rıza onu Mısırlı edebiyatçı Sadık Anberi ile tanıştırdı.
Anberi sohbet sırasında Akif’e “Acaba kasideleriniz hangi konulardan ihlam alıyor?” diye sordu. Bu soruya Akif “ben kaside yazmıyorum” cevabını verdi.
Bu görüşmeden sonra ehramları, Nil kıyılarını ve El Uksur’u da gezip gören Akif Kahire’ye dönüşünde Anberi ile yine karşılaştı. Anberi merakla sordu. “El Uksur’u size kim tavsiye etti.” “Prens Abbas Halim Paşa. Zaten bu seyahati onun yardımı ile yapıyorum” dedi.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.