Mehmet Asıf IŞIK
Fırtınalı Havada Kapı-Pencere Açmak
(Mehmet Okuyan’a Bir Reddiye)
Toplumlar da insanlar gibi imtihanlara tabi tutulurlar. Bundan dolayı toplumların hayatı onları oluşturan fertlerin hayat maceraları gibi iniş-çıkış, yükseliş-düşüş, oluşum-gelişim-çözülüş, varlık-darlık gibi hallerle doludur. Hayat yolculuğu bazen düzde, bazen dar geçitlerde, bazen de yokuşlarda seyreder. Bu yolculuk sırasında bazen canlılık fışkıran ılık baharlar ve yazlar, bazen yaprak dökümlerine şahit olunan hazan mevsimleri, bazen de ilikleri donduran soğuklarla, fırtına ve boranlarla önündekileri savurup dağıtan sert ve çetin kışlar yaşanır.
Sebep ve hikmetleri ayrı bir konudur, fakat İlahi kader, İslâm dünyasını son 150-200 yıldan beri halden hale geçirerek kâh korkular ve açlıklarla sınadı, kâh yoksulluk ve cehaletle yerlerde süründürdü, kâh güçlü ve ezici düşmanlar karşısında dağıtıp bozgunlara uğrattı. İslâm coğrafyasındaki siyasi, sosyal, ilmi ve iktisadi alanlardaki çalkantılar ve çetin kış şartları bugün halen devam ediyor; ortalık ve zihinler henüz durulup selamete erilmiş değil.
Ayrıca, modern zamanlarda ortaya çıkan akıl ve fikirleri sarsan çeşitli inkâr ve küfür fikirlerine ilave olarak nefis ve hevaları sürekli tahrik eden cazibeli fitnelerin cereyanlarıyla insanlarımız ya sapkın fikirlere ya da sefahate kapılıp sürükleniyor. Bu akımların etkisiyle bugün fikri ve felsefi alanlarda zorluklarla dolu kış şartları devam ediyor. Uzun zamandan beri travma yaşayan insanımızın zaten zihinleri karışık ve bulanık, iman ve itikadları darbeler almış, dinle ve mânevi değerlerle bağları gitgide zayıflamaktadır. Bu durum genç nesillerimiz bakımından ne yazık ki, oldukça tehlikeli boyutlara ulaşmış, İslâm’ın ilim, irfan, kültür ve medeniyetine lâkayt kalma, sırt çevirme, hatta red etme raddesine gelinmiş haldedir.
Daha fazla kayıp vermeden elde ve avuçtakini muhafaza etmenin zaruri olduğu bu çetin şartlarda, din adına güya yeni şeyler söylemek ve yeni bakış açıları ortaya koymak adına, insanların zayıflamış ve gün geçtikçe de kuvveti azalmakta olan iman ve akidesini sarsacak, şüphelere karşı daha dayanaksız hale getirecek tarzdaki söylemlerin, kış ortasında ve fırtınalı havada, içinde yaşanan hanenin kapı ve penceresini açıp içini soğuklara, yağmura, çamura, kara ve borana maruz bırakmaktan farkı yoktur. Halbuki öylesi zamanlarda binanın selâmeti için en dar ve küçük deliklerin bile kapatılması gerekiyor.
Aslında bu hususu müstakil bir yazı konusu yapmak niyetindeydim. Fakat aşağıda açıklanan sebebe binaen hem niyetimizin tahakkukuna hem de kışta açılan pencerelerden birinin belki kapanmasına vesile olması duasıyla, izahat kabilinden bir cevap yazma ihtiyacı hasıl oldu. Buyurunuz…
Yakın bir akrabamız tarafından sosyal medya vasıtalarından biriyle aile gurubumuza iyi niyetle gönderilen birkaç dakikalık kısa bir videoda İlahiyatçı Prof. Dr. Sayın Mehmet Okuyan, tv programındaki konuşmasının bir bölümünde şöyle diyordu:
“Salât ve selâmın içini boşalttı bu ümmet. Yani “Allahumme salli ala Muhammed” deyince ne demek istiyorsun, ne demiş oluyorsun? Bunun mânâsını düşünelim deyince o zaman kızıyor adam. Mânâyla uğraşma. Çünkü mânâyı anlarsa başka bir şey yapması lâzım geldiğini de fark edecek. Sözü oraya getirmiyor. Allah-u Te’âla Ahzap Suresi 56.âyetinde bize hitaben buyuruyor ki: اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ “İnnallahe ve melaiketehu yusallune ale’n Nebi” Allah ve melekleri Nebi’ye salat ediyorlar. يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يماً “Ya eyyuhellezine âmenu sallu aleyhi ve sellimu teslime” Ey imân edenler siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyet gösterin. Şimdi Allah bizden öyle bir şey istiyor ki, O’nun ve meleklerinin yaptığı neyse bizim de ona benzer bir şey yapmamızı istiyor. Ama bunu tercüme ederken nasıl yapıyorlar? Allah ve melekleri Peygambere salavat getiriyorlar diye yazıyorlar. Allah ve melekleri Peygambere salavat getirir mi canım? Böyle bir şey olur mu? “Salât” kelimesi “yardım etmek” demektir, “destek olmak” demektir.”
Yıllardır tv seyretmiyorum. Bahse konu ettiğim videonun alındığı programın tamamını izleme imkânım olmadı. Programın hangi kanalda yayınlandığını, konuşmanın öncesinde ve sonrasında neler dendiğini, hocanın sözlerini bilâhare tashih ve/ya tavzih edip etmediğini de bilmiyorum. Fakat videoda “salât” ve “salavât” hususunda dinlediğim cümleler beynime kan sıçrattı âdetâ. Hocanın kesin ve oldukça kararlı ifadeleri karşısında bu konuda bir şeyler yazma mecburiyeti hasıl oldu.
Esasen, Sayın M. Okuyan hoca salavât hakkında söylediklerinde bir ölçüde haklıdır ve sözlerinde doğruluk payı vardır. Aynen, dediği gibi, ümmetin bir kısmı bu emrin mânâsını tam olarak bilmiyor. Tabii ki, ümit ve temennimiz, dini/imâni hakikatlerin, ıstılahların, ibadet hayatımıza dair meselelerin lâyık-ı veçhiyle anlaşılmasıdır. Dileriz, kendisi de şu bilmemekle itham ettiklerinden olmasın.
Eğer Kur'an-ı Hakim'in hitabı kıyamete kadar devam edecekse -ki şüphesiz öyledir- hitabı da Nebi’nin risaletiyle "kâffeten lin nas"tır. (Sebe/28) Yani bütün zamanlara ve insanların bütün tabakalarınadır. Madem Peygamber Efendimiz, İlâhi Kelâmın beyanıyla, bulunduğu çağdan kendi zamanına, o zamandan sonraki asırlara, çağımıza ve bizden sonrakilere de hitap etti. O halde, Sayın M. Okuyan hocanın atıf yaptığı Ahzap/56. âyette bütün inananlara “salât edin” emri bugüne olduğu gibi kıyamete kadar da geçerli olacaktır.
İlgili âyette “yusallune” beyanıyla, geniş zaman siğâsıyla ve çoğul fiiliyle, Cenab-ı Allah’ın ve meleklerin Nebi’ye salât ettikleri ifade edildikten sonra, mü’minlerin de ona salât edip tam bir teslimiyetle selâm etmeleri emredilmiş. Bu mü’minler için kesinkes bir emirdir ve her mü’min Nebi’ye salât-u selâm etmekle yükümlüdür. O vakit “salât edin” emrinden ne anlaşılmalıdır?
“Salât” kelimesi sadece “yardım etmek” veya "destek olmak" diye anlaşılırsa -ki, bu açıklamaya hiçbir lügatte rastlamadım- âyetin mânâsı daraltılıp sınırlanmış olur. Çünkü, milâdi takvime göre, 632 senesinde vefat etmiş olan Peygambere, Allah ve melekler 1391 seneden beri nasıl yardım edip destek veriyor? Yahut biz, “salât edin” emriyle, asırlar önce vefat etmiş Peygambere nasıl yardım edip destek vereceğiz? Şu halde “salât” kelimesinin mânâsını ve İlâhi emrin muradını Kur’an’da geçtiği âyetlerden aramalıyız. Tereddüde düşülmemesi bakımından âyetlerin Arapça olarak da verilmiştir.
SALAT NE DEMEKTİR?
Diyanet İslâm Ansiklopedisi’nde “salât” kelimesine namaz diye karşılık verilmiştir. Arapça etimolojik sözlük “salât” kelimesi şöyle açıklanmıştır: “şlv” kökünden gelen şala secde, secde ederek yapılan ibadet. Ayrıca Aramice/Süryanice dillerinde secde ile aynı anlama gelen “şeluta” sözcüğü olduğu yazılıdır. Arapça lügatlerde ise “salât” kelimesine dua, tazim, rahmet, bereket gibi mânâlar verilmiştir.
“Salât” kelimesinin anlamını yüce kitabımızdan bumaya çalışalım: “Salât” kelimesi onlarca âyette “ekamu’s salet”, “ekimi’s salet”, “yukimune’s salet”, “ekimme’s salet”, “fesalli” vs gibi tabirlerle, inananların namazı ikame ederek Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine getirmeleri emredilmiş. Nisa/103. âyetinde geçen “salât” kelimesine, namazdan başka hiçbir bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir ifade vardır: “فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلٰى جُنُوبِكُمْۚ فَاِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَۚ اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ كِتَاباً مَوْقُوتاً” (Namazı bitirince de ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken (daima) Allah´ı anın. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli (belirlenmiş) bir farzdır.)
Meselâ, Ankebut/45.âyette: اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ “(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab´ı oku ve namazı ikame et (kıl). Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah´ı zikretmek (anmak) elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir” buyurulur. Âyette açık ve net olarak, “salât” yani namaz Kur’an’dan okunmak suretiyle Allah’ın zikredilmesi diye tarif edilmiş ve böyle zikretmenin de Allah’a yapılan ibadetlerin en büyüğü olduğu bildirilmiş. Allah’ın kullarını zikredişiyle ilgili olarak Bakara/152.âyette: فَاذْكُرُون۪ٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ
“Öyle ise siz beni zikredin (anın) ki ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!” Allah’ın kulunu anması ile kulun Allah’ı anmasının keyfiyeti aynı mıdır?
Meselâ, Cum’a/9.âyette: يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نُودِيَ لِلصَّلٰوةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِ وَذَرُوا الْبَيْعَۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah´ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilseniz, elbette bu sizin için daha hayırlıdır.” Bu âyette de Allah’ın zikredilmesinin “salât” yani namaz ibadetiyle yerine getirileceği beyan edilmiş.
Benzeri emir bu defa Ta-ha/14.âyette şöyledir: اِنَّـن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي “Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah´ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.” Aynı mânâ Kevser/2.âyetindedir: فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْۜ “Şimdi sen Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.” Bu emir âyetinde de Rab için “salât” ibadetinin eda edilmesi, yani namaz kılınması buyurulmuştur. Mearic/34.âyette ise وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَۜ mü’minler kasd edilerek “onlar ki Namazlarını titizlikle koruyanlar” diye tarif ediliyor. Gerek örnekleri verilen ve gerekse “salat” kelimesinin geçtiği ve ayrıca diğer onlarca âyette, yapılması istenen ibadetin, belirli vakitlerde eda edilecek ve kaçırılmaması için itina gösterilmesi istenen namaz olduğu açıktır.
“Salat” kelimesi, Sayın M. Okuyan hocanın ısrarla iddia ettiği gibi sadece “yardım etmek” ve “destek vermek” ise, âyetlerin beyanına göre belirli vakitlerde ayakta, otururken ve yanımız üzere yattığımızda Allah’ı anıp belirli vakitlerde eda edilmek üzere yazılmış ve biz kullara da Allah için namaz kılmak suretiyle emredilmiş bir ibadeti yerine getirmekle, yani “salât” ı ikame etmekle kime yardım edip nasıl destek olacağız? Ne verilen örneklerde ne de namazla ilgili diğer âyetlerde “salât” kelimesinde yardım etmek veya destek olmak anlamı yoktur. (Yazının sonraki kısımlarında yardım ve destek ile ilgili âyetlerden örnekler verilecektir.)
NEBİ’YE SALAT
Nebi’ye “salat” edildiği beyan edilen Ahzap/56. âyetindeki ifadeler aynı surenin 43. âyetinde bu defa mü’minler için kullanılmış. Âyete bakalım: هُوَ الَّذ۪ي يُصَلّ۪ي عَلَيْكُمْ وَمَلٰٓئِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَكَانَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَح۪يماً “Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size “salât” eden O´dur ve melekleri de. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir.” Âyette Allah'ın meleklerle mü'minlere “salât” ettiği buyurulur ve hemen ardından bu "salât" ın da ne olduğu açıklanır: “Allah'ın mü’minlere karşı rahim” yani merhametli oluşu, Zatıyla tekil fiiliyle “yusalli” yani salât etmesi ve meleklerin de buna iştirak etmesi ile mü’minlerin küfür karanlığından çıkarılıp hidâyet nuruna mazhar kılınmasıdır. Bu âyette fiziki/maddi yardım ve/ya destek mânâsı var mı? Elbette ki hayır. Âyette Allah’ın mü’min kullarına "salât" etmesi rahmettir, hidâyettir, nurdur, manevi yardımdır ve sonucu da karanlıktan aydınlığa çıkarılıştır. Meleklerin salat etmesi ise af dilemesidir. Nitekim meleklerin mü’minler için istiğfar etmekte oldukları Mü’min/7 ve Şura/5. sure ve âyetlerde beyan edilir. Âyetler öncesiyle ve sonrasıyla da okunursa mânâ zihinde daha iyi açılacaktır...
Mümin/7.âyetinde meleklerin mü’minler için Allah’tan ne istedikleri ise şöyle beyan edilir: اَلَّذ۪ينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِه۪ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚ رَبَّـنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَحْمَةً وَعِلْماً فَاغْفِرْ لِلَّذ۪ينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَب۪يلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ “Arş´ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O´na iman ederler. Mü’minlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru! (derler).”
Bu son iki âyetteki Allah’ın mü’minlere “salât” etmesi “merhametinden” yani rahmetindendir ve rahmettir. Meleklerin “salât” etmesi ise -Allah-u A’lem- mü’minlerin affedilmeleri için dua ve istiğfar iledir. Kulun Rabbine “salât” etmesi ise Allah’ı tazim ve ona secde etmektir.
Toparlanacak olursa, Ahzap/56.âyette Allah’ın ve meleklerin “Alemlere rahmet olarak gönderilen” Nebi’ye “salat” etmesi ona rahmet etmesidir. Mü’minlere Nebi’ye “salat ve selam edin” ise onun için rahmet dileyip ona verilene ve onunla gönderilene teslim olun, diye anlaşılmalıdır.
EĞER YARDIM DİYE ANLAŞILACAK OLURSA…
Allah kullarına “salât” etmekle yardım edip destek olmuşsa, oluyorsa veya olacaksa, biz kullara yapmamız emredilen, Allah’ın ve meleklerin Nebi’ye “salât etmesi” ile kulun “salât” etmesi aynı mânâda anlaşılmaması gerekir. Şâyet bir kelime Allah için kullanıldığı mânâyla kullar için aynı mânâ ile anlaşılırsa nasıl bir anlam karmaşası yaşanacağına dair birkaç örnek verelim:
Meselâ, Cenab-ı Allah bazı âyetlerde kendi Zatını “şehid” ismiyle tanıtır. (Al-i İmran/98, Nisa/33-41-79-166 vd) Fakat Allah yolunda öldürülenler de “şehid” dir ve bu “şehidlerin peygamberlerle, sıddıklarla ve salih kimselerle beraber olacakları” (Nisa/69) bildirilmiştir. Allah’ın şehid olması ile kulların şehid olması aynı (mânâda) mıdır?
Keza, Müzzemmil/20.âyetin bir kısmında “Allah’a gönül hoşluğuyla borç (karz-ı hasen) verin” (Ayrıca Teğâbun/17, Mâide/12, Hadid/11) buyurulmuş. Bir başka âyette ise mü’minlerin “gönül hoşluğuyla (ihtiyaç sahiplerine) borç vermeleri” hususunda birbirlerine yardım etmeleri tavsiye edilmiş (Bakara/245). Cenâb-ı Allah “Samed” tir. O hiçbir şeye muhtaç olmayıp her şey ve her varlık ona muhtaçtır. Muhtaç olmayan Allah’ın kullarından borç istemesiyle aciz, zavallı ve muhtaç kulların borç istemesi veya onlara borç vermek aynı fiil midir veya aynı mânâda mı anlaşılacak?
Ve keza, Muhammed/7.âyette “İn tensurullahe yensurkum” (Siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder) buyurulmuş. Allah’a yardım etmek ne demektir ve nasıl olacaktır? Allah -haşa- yardıma muhtaç mıdır da kendisine yardım edilmesinden bahseder? Allah’ın istediği yardım O’nun bize yapacağı yardım gibi midir?
Bir şeyin Rab nezdindeki keyfiyeti ile kul için durumu birbirinden elbette ki çok farklıdır ve öyle de anlaşılmalıdır. Bu farklılıklar dikkate alınmaz ve hassasiyetle birbirinden ayrılmazsa mânânın dengesi alt üst olur ve hakikat anlaşılmaz. Belâgat ehli ve kelâm alimleri tarafından ittifak edilen bir husus var ki, mânânın binlerce makâmı, tabakaları ve mertebeleri vardır ve herkes bu mânâlardan kendi ilmi kâmeti nisbetinde istifade edebilir.
KUR’AN’DA YARDIM ve DESTEK İFADELERİ
“Salavât” meselesine gelelim. Hazret, “salât” kelimesinin çoğulu olan “salavât” ile Allah’ın ve meleklerin Nebi’ye, salavât ile kasd edilenin “yardım” edip “destek” olduğunu iddia etmişti. Yardım ve destek mânâsında kullanılan ifadelere bakalım:
Türkçe’deki karşılığı “yardım etmek” olan “nasr/nusr” kelimesi çeşitli ifade şekilleriyle, belki yüzden fazla âyette “nasara”, “nasrullah”, “yensurun”, “tensurun”, “yunsarun”, “nasrakum” gibi kelimelerle ifade edilmiştir. Cenâb-ı Allah, Zâtını “nasr” kelimesinin faili olarak “Nasır/Nasir” isimleriyle onlarca âyette zikreder.
Destek veya kuvvet vermek anlamındaki “te’yid” kelimesiyle örnekler verelim: “yueyyide bi nasrihi” (Al-i İmran/13), “yardımıyla destekler”, “eyyedekum bi nasrihi” (Enfal/26), “eyyedeke bi nasrihi” (Enfal/62) “seni yardımıyla destekledi”, “ve eyyedehu bi cunudi’l lem teravhe” (Tevbe/40) “onu göremediğiniz ordularla destekledi” ifadeleriyle te’yid edilmek, yani desteklenerek yardım edildiği, beyan edilmiştir.
Yardım anlamındaki bir diğer kelime ise masdarı “avn” olan “iane” dir. Bu kelimeyi Fatiha suresinde günde onlarca defa okuruz. 5.âyet: اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ “(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz/umarız” deriz. Yine yardım demek olan “Avn” kelimesinden türetilen “veste’inu” (Bakara/45) “yardım isteyin”, aynı mânâ “iste’inu” (Bakara/153) diye de ifade edilmştir. “İ’ane” ve “inâyet” iyle yardım edip medet veren Cenab-ı Allah’ın Esma-i Hüsna’dan olan bir ismi, “yardım” karşılığındaki “avn” kökünden türetilen fail ismi “Mu’in”, yani “yardımcı” dır.
Birbirlerine sırt (kuvvet) ve destek vermek suretiyle yardım anlamında kullanılan bir diğer kelime ise İsra/88.âyette şöyledir: قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِه۪ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَه۪يراً “De ki: Andolsun, bu Kur´an´ın bir benzerini ortaya koymak üzere ins-ü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.” Mealde yardım ve destek anlamı verilen kelime âyette “zahira” ile ifade edilmiştir.
Verilen örneklerde görüldüğü gibi, âyetlerde geçen “nasr/nusr”, “eyd”, “avn” masdarlarından (kök) türetilen kelimeler maddi/fiili/fiziki “yardım” ve “destek” anlamlarında kullanılmış. “Salât” ve bunun çoğul ifadesi olan “salavât” ise yine yukarıdaki örneklerde verildiği üzere, “yardım” ve “destek” değil, rahmet, bereket ve dua anlamları taşımaktadır.
"Salât" kelimesine her müellif âyetten kendi anladığına göre farklı bir anlam yükleyip mealine öyle yazmış ise de, âyetlerin siyak-sibakıyla, (öncesi-sonrası) ve âyetin genel mânâsıyla düşünüldüğünde rahmete delâlet ettiği net olarak anlaşılacaktır.
“SALAT”/”SALAVAT” EĞER YARDIM İSE…
Şöyle bir soruyla başlayalım: Miladi 632 yılında, bundan 1391 sene evvel vefat eden Peygambere, Allah'ın ve meleklerinin "salât" etmesi, mü’minlerin de “salât etmekle” emredilmesi maddi/fiziki olarak ona yardım ve destek vermek midir?
Elbette değil. Çünkü ona zaferle, inâyetle, görünmez ordularla vs. maddi/fiziki yardım edilip destek verildiği bildirilen âyetlerde hangi kelimelerin kullanıldığı yukarıdaki izahlarda örneklenmiş. Çok zorlayarak “salât” ve “salavât” kelimeleriyle yardım mânâsı anlaşılacak olsa bile yine "salât" kelimesiyle Allah'ın ve meleklerin Peygambere yardımı ve desteğinin maddi değil manevi, yani "RAHMET" suretiyle olacağıdır.
Allah zaten Peygambere "RAHMET" etmişti, ediyor ve elbette Ahzap/56.âyetin beyanıyla etmeye devam edecek. Bizler de mü'minler olarak yaptığımız ve yapacağımız “salavât” larla hem rahmetin sahibinden Peygambere rahmet etmesini, onun dinine ve davasına maddi ve manevi destek vermesini, hem de Peygambere ve onunla gönderilene bağlılığımızı pekiştirmiş oluyoruz.
SON OLARAK
Fikir namusu taşıyan her ilim erbabının ve irfan sahibinin farklı görüşleri olabilir ve bu gâyet tabiidir. Her insandan her konuda aynı şekilde düşünüp aynı fikri neticeye varması da beklenemez. Doğru bir istikamette olup esastan sapmadıkça farklı fikirler, düşünceler, bakış açıları, farklı usuller vs. meselenin farklı yönlerine ışık tutar, -var ise- birbirinin eksiğini tamamlayıp ikmal eder. Birinin göremediğini bir diğeri görür, ifade eder, bazen birbirlerinden de beslenerek gelişir ve ilmi hamule ve miras zenginleşerek kemâle doğru seyreder. Bütün medeniyetler bir önceki neslin bir sonraki nesle bıraktığı ilmi miras ile teraküm ederek büyüyüp kökleşmişler. Bundan dolayı her alimin ve bilgi sahibinin söyleyip açıkladıklarını hürmetle karşılar ve istifade etmeye gayret ederiz.
Bu ümmet doğudan batıya, her coğrafyadan, kültürden ve milletten 1400 yıldır, kametlerine kolay erişilemeyecek Cürcaniler, Sekkakiler, İbn-i Arabiler, Zemahşeriler, Raziler, Taftazaniler, Gazaliler, Rabbaniler, Bediüzzamanlar gibi dil, lügat, tefsir, hadis, kelâm, mantık ve fıkıh ilminin dâhilerini yetiştirerek insanlığa büyük ve ölümsüz eserler kazandırmıştır. Sayın M.Okuyan'ın talebesi bile olmayacağı sayılan ve emsalleri allâmelerin eserleri de ortadadır. Bu şahsiyetler eğilip bükülmeden ilmin izzetini muhafaza etmek, hakkı ve hakikati rencide etmemek için yeri gelmiş zalim ve gaddar otoritelere karşı boyun eğmeyip dik durarak kimisi zehirlenmiş, hapsedilmiş, sürgün edilmiş, kırbaçlanmış, kimisine de insan tahammülünün takat getiremeyeceği işkenceler çektirilmiştir.
Sayın M.Okuyan hoca da bir ilim adamıdır ve ilim tahsil etmenin bedelinin nice meşakkatlere göğüs germek, ne zorluklar yaşamak, ne denli düşünce sancıları ve çileleri çekmek olduğunu en iyi bilenlerdendir. Bu cümleden olarak bugün bizlere kadar intikal eden İslâm kültür ve medeniyetinin bunca ilmi müktesebatını “yanlış yapmışlar”, “bilememişler”, “içini boşaltmışlar” gibi ifadeleriyle önceki ve bugünkü nesillerin gayretlerini yok saymak veya hafife alıp küçümsemek en hafif tabirle vefasızlık olur.
Kur'an, Allah'ın Kelâm sıfatından "Allâm'ul Ğuyub ve’ş Şehâdeh" ünvanıyla, yani, maddi ve manevi, görünen görünmeyen, fizik ve fizik ötesi alemlerin Rabbi olarak bütün zamanlara ve insanlığın bütün tabakalarına ezeli ve ebedi hitabıdır. Mânâlarının binlerce katmanı ve tabakası vardır. Bazen aynı kelimelerden müteşekkil âyetler aynı mânâda gibi anlaşılsa da kullanıldıkları yere, zamana, olaylara ve şartlara göre aralarında çok farklı mânâlar ortaya çıkar. O sebeple, âyetlerin iniş sebeplerini ve sair keyfiyetlerini görmezden gelmek veya âyetin bir kelimesini alıp daraltmak ve/ya tek bir mânâya hapsetmek ilmi bir tutum değildir.
Bu münasebetle şu hususun da ifade edilmesi gerekir. Bir meselenin ilim erbabı nezdindeki derin, geniş ve çok yönlü mânâları ile halkın avam tabakası tarafından anlaşılan yüzeysel mânâsı tabii ki bir değil ve olamaz! Çünkü “bir elma bahçesine giren ancak boyunun yetişebildiği, elinin uzanabildiği kadarını alabilir.” Avam bir meseleyi bir yönüyle eksik ve/ya yanlış anlamış veya anlıyorsa bu hususu genelleme yaparak İslâm ümmetinin tamamına teşmil ederek küçümsemek, mevcut dini ve itikadi gevşetip çözerek yapının/binanın yıkılıp darmadağın olmasına sebep olmak, zihinleri ifsad etmek, bu münasebetle sağlaması yapılmamış harici fikirler katarak fitnelere yol açmak, bünyeyi akılda ve kalpte yeterince hazmedilmemiş çiğ düşüncelerle zorlayıp hasta etmek yerine, yeni görüş ve fikirler olsalar bile söylenmek ve açıklanmak istenen hususlar hikmet lisanıyla yanlış olan/bilinen hususlar tashih, tekmil, tamir ve tadil edilse olmaz mı yani?
Bu ümmet, “bütün alemlere rahmet olarak gönderilen” Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa’ya "salât" ve "salavât" kavramlarını imanıyla ve irfanıyla çok iyi anlamış ve mânâsını da hayatına aktarmıştır.
Sayın M. Okuyan hocaya ve ilim erbabına yakışan “Ben böyle biliyor ve öyle anlıyorum” demektir. Kendi anladığını “hakikat sadece budur” diye dayatmak hakikati ketmederek sadece kendi akıl ve idrak mertebesine hapsetmektir. Hele önceki ve başka alimlerin izah ve açıklamalarını delillerle ispat etmeden “yanlış ve batıl” olduğu iddiasıyla red etmek insaf ve vicdan ölçüleriyle bağdaşmaz.
Sayın M. Okuyan hocanın “bu ümmet salât ve selâmın içini boşalttı” ifadesi, sevâd-ı azamı terk ederek kendisi veya şu sünnet ve hadis karşıtı olan şu nevzuhur ve nereye gittiği meçhul ve muamma zümre hariç ümmetin neredeyse tamamını bilgisizlik ve cehaletle ithamı hatırımıza hocanın da hemşehrisi bir dostumuzun vaktiyle anlattığı Temel fıkrasını hatırımıza getirdi:
Temel her nasıl yapıp etmişse otomobiliyle otobana ters yönden girmiş ve yolda hızla gidiyormuş. Otoban polisi tehlike arz etmekte olan bu durumu bütün radyo kanallarından sürücülere şöyle anons ediyor:
“Dikkat dikkat! Lütfen çok dikkatli olun. Bir sürücü otoyola ters girmiş ve çok tehlikeli biçimde yolda gitmeye devam ediyor!..”
Temel’in kendilerine yaklaştığı bütün vasıtalar telaş ve panikle sağa sola kaçışıyor. Anonsu duyan Temel ise, “Ne bir sürücüsü, hepsi hepsi, bütün sürücüler ters yönde gidiyor” demez mi?!..
Sayın Okuyan hoca ve epeyce bir zamandan beri, Temel’in otoyoldaki gidişini andırır gibi kendisiyle aynı fikri kulvarda yürüyen bazı zevat, bir tek kendilerini akıllı ve alim zannediyorlar galiba. İman ve akide zaafiyetinin yaşandığı şu fırtınalı kış şartlarında binada her fırsatta yeni bir kapı ve pencere açarak içerideki havayla beraber insanları dine karşı soğutuyor, hatta bu kargaşa şartlarında bazı genç dimağları şüphelere ve bazısını inkâra sürüklüyorlar.
Bu akımda yol alanlar selef-i salihini beğenmeyip İslâm kültür ve medeniyetinin ilmi hamulesini görmezden gelerek koca ümmeti cehaletle ve bilgisizlikle itham edeceklerine, kibirlerini bir yana bırakıp keşke o muhteşem bilgi hazinesini anlasalar ve istifade etseler!..
Ve iman ettikleri, asırlardan beri ümmetin devamlı surette ettikleri salât-u selâmlarla kendisine “Makâm-ı Mahmud”un (İsra/79) verileceği, “bitip tükenmeyen mükâfatların va’dedildiği” (Kalem/3), Rabbin, sana razı oluncaya kadar lütuflarda bulunacağı (Duha/5),
Buna karşılık ümmetin de Nebi’ye itaat ve inkiyad ederek salih amelleriyle, ona bağlılıklarıyla, ona indirileni özümseyip yaşayarak ve ona ümmet olmanın bilincini daima diri ve zinde tutarak aynı karşılıkla mükâfat göreceği (Fussilet/8, İnşikak/25, Tin/6),
Ve yarın da hamd sancağı altına girmek için huzuruna çıkacakları sevgili Peygambere salavât-ı şerifeleri çok görmeyip salât-u selâmlarla ona Allah'tan rahmet dileseler...
İZAHAT: Bu yazının ilham kaynağı Bedi’üzzaman Said Nursi’nin Sözler isimli şaheserinin 27.Sözündeki İçtihad Risalesi’dir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.