Mehmet Asıf IŞIK
Sözümüz Bazı Hatunlaradır: Lütfen Örtünmenin Hakkını Veriniz!
Garip bir ülkede yaşamaktayız; Bu toprakların çocukları, bugün sahip oldukları her bir hak için yakın geçmişte çok ağır bedeller ödedi. Bu memlekette insan olmak hasebiyle doğuştan gelen ve her bir ferde analarının ak sütü gibi helâl olan bazı haklar, uğruna çileler çekilip hapislerde işkencelere maruz kalındıktan sonra alınabildi. Bu ülkede yaşayan pek çok insan için en zor şey hakkını istemek, en pahalısı ise hakkını almak oldu. Bizim nesil yazılanların pek çoğunu bizzat görüp yaşamıştır ve hâlen hafızalardadır.
Yaradılış itibariyle kişi ve/ya toplulukların farklılıkları, evrensel hukuk normlarına göre fikir ve ifâde, ekonomik, dini inanç, basın-yayın vs. her insanın kendi hür iradesiyle tercihini yapmak ve inandığını yaymak gibi pek çok haklar, çetin mücadelelere göğüs gerilmeden alınamadı. Bu ülkede güçlü olan, gücü eline alan ya da topuzu elinde tutan “öteki” saydığının hak ve hukukunu tanımaz. İstenince veya nice kavgadan sonra ve eğer canı isterse, o da bin bir minnetle lutfedermiş gibi vermek istediği kadar verir!..
Bugünkü mevcut idareyi kuran pozitivist irade o vakit, dini ve dinle ilgili olan hemen her şeyi red eden yeni bir ideoloji inşa etmişti. Halkının irfan mirasından, örfünden, inancından ve mukaddesatından koparak kendisine farklı bir yol tayin etti. O meş’um ve kibirli zihniyetini yıllar yılı “halka rağmen” zorla ve zorbalıkla halka dayattı. Şâirin ifâdesiyle, millet kendi “öz yurdunda garip ve öz vatanında parya” muamelesi gördü. Tarih, arşivler dolusu nice belgeyle bu ibretlik hadiselerin şahididir.
Statükonun tanımadığı haklardan biri de büyük çoğunluğu müslüman olan halkın kadınlar için dini vecibesi olan örtünme hakkı idi. Eğitimli ve nitelikli dindar bir nesil yetişmesine mani olmak için milletin kendi öz malı olan, bilhassa yüksek ve diğer öğretim-eğitim kurumlarındaki kız öğrencilerin eğitimi engellendi. Kabiliyetlerini geliştirmek, geçimlerini sağlamak veya mesleklerini icra etmek isteyen kadınların resmi kurumlarda çalışmalarına müsaade edilmedi. Otorite örtünme hakkını vermemek için ülkenin hukuk ve adalet müesseselerini de ağır baskılar altında tuttu. Güyâ hukuk adına, fakat aslında hukuk ayaklar altında çiğnendi. Haksızca, zorba ve keyfi uygulamalarla dindar kitle senelerce mağdur ve mahrum edildi. 28 Şubat ve sonrası utançlarla dolu bu zulmün unutulmayacak dönemidir.
Başörtüsüyle çalışma ve eğitim hakkı alabilmek için birkaç nesil uzun, zorlu ve büyük bir mücadele verdi. O asil direnişin azim ve kararlılığı birkaç neslin heyecanını ve mânevi değerlerini diri tuttu. O vakitler başörtüsü ve örtünme denildiğinde dini bir yükümlülüğü samimi olarak eda etme arzusu, hayâ, edep ve iffet gibi bir mü’mine hanımefendiye yakışan vasıflar akla gelir ve saygı uyandırırdı. Gerçekten de o sebat ve dik duruş son 80-100 yılın en şerefli ve değerli mücadelesi denilmeyi hak ediyor. Tafsilâtı geçelim.
Ve bugün…
Bahse konu edilen örtünme hakkı bugün sağlam ve anayasal bir zemine oturtulmaya çalışılıyor ise de, şu iğreti haliyle bile isteyen örtünerek eğitimini alabilmekte ve/ya kamuda çalışabilmektedir. Mevcut durum önceki vaziyete göre en azından zihni bir engelin aşıldığına dair önemli bir aşamadır. Dün bu anlamsız ve hukuksuz yasağı dayatan ve destekleyenler bugün milletle “helâlleşme” ve barışma çabası içindedir. Doğrusu pek güzel bir gelişmedir. Dileriz ki diğer hak ve hukuk ihlâlleri için derin muhasebeler yapılsın ve hakiki bir helâlleşmenin ve mağduriyetleri telâfi etmenin devamı gelsin.
Serbestlikle birlikte dinin kadınlara yönelik bu farizesinin toplum hayatında vekar ve ciddiyet içinde güzel örnek olunacak ve saygı uyandıracak yansımalarını ümit ediyorduk. Elbette ihlâs ve samimiyetle kadınlık onurunu ve istikametini muhafaza edenler baş tacı edilerek hürmet ve takdire lâyıktır ve zaten onlar bahse konu değildir. Fakat diğerleri var ya, işte o bazısı için insanın “keşke bunlar başlarını örtmeseler” diyesi geliyor!
Bir yandan sürekli kışkırtılan hevâ ve heveslerin, fitnelere bulanmış zamane anlayışların ağır ve şiddetli baskısı, diğer yandan ahlâki erozyonun sonucu olarak pek çok dindar ve muhafazakâr ailelerin evlâtları, özendirici modalarla gelen bu çürümüşlüğe maruz kalıp yozlaştı. Özellikle gençliği sefahate ve kural tanımamaya çağıran cazibedâr ve keyif verici tuzaklar dini şuuru yeterince oluşmamış genç kızları ve mânevi değerleri olgunlaşmamış kadınları girdabına çekmiş durumdadır!
Esefle ve hüzünle görmekteyiz ki, bazı mesture kızlar ve kadınlar fantaziyeli akımlarla gelen bu sele teslim olmaya teşne imişler gibi başörtülerinin altında vücut hatlarını ve kıvrımlarını belli eden dar elbiseler ve tuhaf kıyafetler tercih eder oldular. Uzun ve geniş elbiselerin enleri ve boyları kısalmış, ayrıca vücudu saran ve daha ötesi, bel altının hatlarını gösteren ve “tayt” denilen şu garip giysiyi ve dar pantolonları pervasızca giyinerek dünyevileri bile geri bırakır oldular.
Evet, başörtüsü mücadelesini kazandık, fakat örtünmeyi büyük ölçüde kaybettik, edep ve iffetimiz ciddi bir hasara uğradı!..
Halbuki örtünmeyi emreden âyete bakalım: “Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. …” (Nur/31) Meali verilen ayette kadınların göstermemeleri emredilen ve “ziynet” yani süs tabiriyle kasd edilenin, pek çok tefsirde “kadın vücudu güzel ve çekici yaratıldığı” için yüz ve elleri dışındaki bütün bedeni olduğu beyan edilir. Kadının bu özellikleri “ziynet” sayılmıştır; Anne-baba, kardeş, evlât-yeğen gibi yakın akrabaları olan istisnalar dışındakiler için “vücudunun tamamının herkese karşı örtülmesi gerektiği” kesin olarak emredilmiştir. Ayetin devamında ise “ziynet” diye gizlediğini (örttüğü vücudunu) ayaklarını yere vurarak dikkat çekmemesi için de ayrıca uyarılmıştır.
Bu husus Ebu Hureyre’den (ra) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimizin (sav) şu mealde buyurduğu ifade olunmuş: “Ateş ehlinden (cehennem halkından) iki sınıf var ki henüz görmedim. Biri; …, Diğeri ise; Giyindiği halde çıplak olan (teni/vücudu gösteren ince elbise giyinen, bedenlerinin bir tarafı açık veya vücut hatları belli olan) … Bu kadınlar cennete giremez ve cennetin kokusunu dahi koklayamazlar.” (Müslim, Libas, 125)
Büyük hadis alimi İmam Nevevi (ra) hadiste ifâde edilen giyinik çıplaklığı “elbise olarak giyiniktirler, ancak güzelliğini göstermek için bedeninin bir kısmını açarlar. Vücudunun iç kısmını belli eden ince elbiseler giyerler. Bunlar giyinik çıplaktır” diye izah etmiş. Alimler bu bahsi birbirine yakın ifadelerle açıklamışlar. Hadis-i şerifin devamında, “giyinik çıplaklıkla” beraber sayılan diğer hususların “Allah'a taatten dışarı çıkıldığı ve başkalarını da baştan çıkarmaları” (Müslim, Cennet 53/2857, 52/2128) yani fitneye sebep oldukları veya olabilecekleri sebep olarak gösterilmiştir.
Mü’mine bir kadına, sâliha bir hanımefendiye fitne sebebi olmak yakışır mı? Halbuki bir çok ayet-i kerimede meâlen (ve bil mânâ) “Rabbim, bizi fitne sebebi kılma” diye fitneden uzak durma hususunda mü’minler uyarılmıştır.
***
Bugün maalesef –güyâ– başı örtülü bazı genç kız ve kadınlar, ayetin açık emrine aykırı olarak çok fakat çok dikkat çekiyor. Ellerinde sigaralarla ve yüzlerinden vıcık vıcık akan makyajlarla, son derece rahat, aldırmaz ve pervasız davranışlarıyla, hatta bazen erkek mi kadın mı diye fark edilemeyecek biçimde lakaydi ve serbestiyle, boş-kof konuşmalarla ve daha nice ibretlik hallerle “giyinik çıplaklar” olarak ortalıktalar. Bu acıklı ve hazin vaziyete ne yazık ki her yerde rastlanabiliyor; sokaklarda, kamuya açık alanlarda, parklarda, kafelerde vs. Artık başı örtülüdür ya, ötesi mühim değil, altına ne giyerse giyinsin!..
Örtünmenin kadın için Allah’ın emri olduğunu, emri yerine getirmenin de ibadet olduğunu ifade etmiştik. Başa bağlanan örtü özü itibariyle örtünmenin, ırzı muhafaza etmenin, temizliğin, nezahetin, iffetin ve asaletin timsalidir; Peygamber hanım ve kızları olan Hazreti Aişelerin, Fatımaların, Zeyneplerin, Meryemlerin iffetli pak örtüsüdür. Başlara bağlanan o örtü orta yere serilen ve görenlerin yüreğini kanatan arsızlıkları ayıpları örtemez. Yarın o annelerimizin karşısına hangi yüzle çıkılacak? Şu iç acıtan hal ve vaziyet, başörtüsünün mânâsına ve maksadına yakışmıyor, onu bir aksesuara çeviriyor, kirletip lekeliyor. Başörtüsü için verilen o destansı mücadeleyi hafife alıyor.
İşte sözümüz bazı hatunlara, şuursuz kadın ve genç kızlara, hadis-i şerifin ifadesiyle “giyinik çıplak” laradır: Lütfen kulluğa yaraşır ibadetin edeb ve ahlâkıyla istikamet dairesine girin ve örtülü haldeki her ân’ın ibadet halinde olduğunuzun farkına varınız. Çünkü ibadet yapılması emredilen şeyin Allah’ın rıza ve memnuniyetine uygun olmalıdır. Aksi takdirde yapılan şey ibadet olmaktan çıkar.
Örtünme ibadeti hususunda ciddiyet istiyoruz. Çünkü bu lâkayt vaziyet başörtüsüne ve ibadet ciddiyetiyle gerçekten başı örtülü mü’mine hanımefendilere mal edilmemeli; Buna hiç kimsenin hakkı yok!..
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.