Mehmet EVREN
Kalb Ayine-i Sameddir
Samed: “Allah'ın hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmadığı, ancak herşeyin kendisine muhtaç olduğu” [1] anlamına gelmektedir.
Cenab-ı Hak Fatır Suresinde; “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizlersiniz. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir…”[2] buyurarak Samed ismine mükemmel bir açıklama getirmiştir. Yani Cenab-ı Hak; Bu ayette bize, “Ey insanlar sizi yaratan ve ihtiyaçlarınızı en iyi bilen benim, bana muhtaç olan sizsiniz. Ben ise hiçbir şeye ve hiç kimseye muhtaç değilim.” mesajını vermektedir.
Evet Yüce Allah, hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir; ancak bütün varlıklar O’na muhtaçtır. Kâinata baktığımızda bütün varlıkların her an, her türlü ihtiyaçlarının görülmesiyle Samed ismine en geniş manada ayna olduğunu görmekteyiz. İnsana baktığımızda; Allah’ın her isminde olduğu gibi, Samed ismine de diğer canlılardan çok daha geniş manada ayna olduğunu görürüz. Çünkü “İnsan kâinatın pek çok nevine muhtaç ve alâkadardır. İhtiyaçları âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu ediyor. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, sonsuz güzellik ve haşmet sahibi olan Allah’ı da görmeye müştaktır. Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyaret etmek için o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi; berzaha (kabre) göçmüş yüzde doksan dokuz ahbabını ziyaret etmek ve firâk-ı ebedîden (ebedi ayrılıktan) kurtulmak için, koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir mahşer-i acaip olan âhiret kapıısını açacak, dünyayı kaldırıp âhireti yerine kuracak ve koyacak bir Kadîr-i Mutlakın dergâhına ilticaya da muhtaçtır.”[3] İşte bu nedenle insan, diğer varlıklardan daha geniş manada Samed ismine ayna olmaktadır. Bunu anlamanın yolu ise Allah’ı doğru tanımakla mümkün olabilir.
Bediüzzaman hazretleri; “Güzel değil batmakla gaibolan bir mahbup. Çünkü zevâle mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aşk-ı ebedî için yaratılan ve âyine-i Samed olan kalb ile sevilmez ve sevilme-meli.” diyor. “Çünkü, bâtın-ı kalb âyine-i Sameddir ve Ona mahsustur.”[4] diyerek, Samediyete en güzel ayna, insan kalbi olduğunu söylüyor.
Ondandır ki, “Kalbler ancak Allah’ı anmakla tatmin olur” buyuruyor yüce Allah. Gerçekten Allahtan başkasına yönlen ve meşgul ettirilen bir kalb, sürekli mutsuz ve huzursuzdur. Çünkü kalbin program ve plânı; Allah’ın kusursuz isim, sıfat ve zatına göre tasarlanmıştır. Yani onu sevmek ve onu kabul etmek üzerine programlanmıştır. Allah’ın dışındaki hiçbir şey, hiçbir varlık, kalbi tatmin edemez.
İşte bunun için kalp ile Samed ismi arasında doğrudan bir orantı ve gereklilik vardır. Bu gerekliliği bozmaya çalışmak, kendini acının ve azabın içine düşürmektir. İnsanların bir çoğunun dünyevi aşklardan şikayet etmeleri bunun açık bir delilidir. Onun için insan, imanın mahalli olan kalbini bu âlemdeki eşya ile değil, iman ile, marifet ve muhabbetle meşgul etmelidir. Dünyaya ait şeyleri severken de Onun adına ve hesabına sevmeli ve Ondan olduğunu bilmelidir. İnsan, Cenab-Hakkın bütün isimlerinin tacellisine mazhar olması yönüyle ehadiyete mazhardır.
Bütün varlık âlemine muhtaç olması yönüyle de en geniş manada samediyet aynadır. Bu nedenle “Kulun Samediyetin tecellisine mazhar oluşu, Allah’tan başka hiç kimseye ihtiyaç duymamayı gerektirmektedir. Yani insan, Allahdan yardım dilemekle Samediyete ayinedarlık liyakatını kazana biliyor.” Çünkü her “canlı, kâinatın birer küçük örneği ve yaratılış ağacının bir meyvesi olduğundan, kâinat kadar ihtiyâçlarını ummadığı ve bilmediği bir yerden kolaylıkla küçücük daire-i hayatına yetiştirilmesi, samediyet turrasını gösteriyor. Yani, "o hal gösteriyor ki, onun öyle bir Rabbi var ki, ona, herşeye bedel bir teveccühü var ve bütün eşyanın yerini tutar bir nazarı var; bütün eşya Onun bir teveccühünün yerini tutamaz." Bu da gösteriyor ki, onun o Rabbi, hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi, hazinesinden hiçbir şey eksilmez ve kudretine de hiçbir şey ağır gelmez.”
Demek, herbir zîhayatta (canlıda) bir sikke-i ehadiyet (birlik mürü), bir turra-i samediyet vardır. Evet, herbir zihayat (canlı), hayat lisanıyla قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ اَللهُ الصَّمَدُ “De ki: O Allah birdir, tektir. Allah Samed’dir. (Her şey O’na muhtaç fakat O, hiçbir şeye muhtaç değildir)[5]i okuyor. Bu da Cenab-ı Hakkın mümin kuluna Samediyetiyle teveccüh ettiğini gösteriyor.” [6]
Kalp gerek maddi ve gerek manevi olarak Yüce Allah’ın Samed ismine mazhar bir aynadır. Kalp, sadece bedene ait merkezî bir organ değil aynı zamanda ruhun ve nefsin ve insanın tüm duygu, düşünce ve hayat faaliyetinin de merkezidir. Onun için tüm organların kendilerine düşen görevleri daha güzel bir şekilde yerine getirebilmeleri, kalbin istikamet üzere olmasıyla mümkündür.
Bu gerçeği, Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselamın şu hadisinden öğreniyoruz: “Vücutta bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün beden iyi olur, o kötü olursa bütün beden kötü olur. Bu et parçası kalptir.”[7] hadisinde, insanın maddi ve manevi, huzuru ve sağlığı kalbe bağlı olduğu ifade etmektedir. Bilindiği gibi kalp, vücutta bulunmakta olan kanı pompalayarak, bütün organları beslemekte ve ayakta durmasını sağlamaktadır. Bu noktadan bakıldığında bütün organların kalbe muhtaç olduğu, ancak kalbin hiç bir organa muhtaç olmadığı görülmektedir. Ayrıca insan hayatı, kalbin atmasıyla devam ettiği, durmasıyla sona erdiği bir vakıadır. Kalpte meydana gelen en küçük bir arızayla bedenin ve diğer organların sekteye uğradığı da bir gerçektir. Bu yönüyle de kalbin, Allah’ın Samed ismine bir ayna olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Samad isminin anlamını bir daha hatırlayacak olursak; “O, hiçbir şeye muhtaç değil, ancak herşey O’na muhtaçtır.”
Kalb aynı zamanda; “zikir ve İlâhi marifetin mahallidir.” Bu yönüyle kalp bütün kainatla alâkadardır. Dünyayı dolduracak kadar emelleri ve düşmanları vardır.[8] El attığı şeye bütün kuvvetiyle, şiddetiyle bağlanmak ve kucaklamak ister. Daima onunla olmak ve kendini O’nda bulmaya çalışır. Onun için fani ve geçici olan şeylere asla razı olmuyor. “Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim âciz olanı istemem. Ruhumu Rahmân'a teslim eyledim; gayr istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.”[9] diyerek doyuma ulaşabilmenin yolu ancak O’nunla olabileceğini ilan eder. Bundan dolayı kalbin Esmay-ı Hüsna’nın nurlarına ihtiyacı var. Çünkü kalp, ebedül-âbâda açılmış bir pencere hükmündedir.[10] “Ezelî ve ebedî bir Zâtın âyinesidir. Onun için fıtraten ebediyeti istiyor.[11] ebedden ve Ebedî Zattan başkasına razı olmuyor. Ondan başkasını gerçek manada sevemiyor. Ondan başkasına tenezzül etmiyor. Bütün dünyayı ona versen, o fıtrî olan ihtiyacını tatmin edemiyor.” İşte o, duyguların ve lâtifelerin sultanı olan kalbdir. Ancak huzuru ve mutluluğu Ona itaat etmekte ve sevmekte bula biliyor.”[12] Evet “Onu tanıyan ve itaat eden, zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan, saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır.”
Sonuç olarak:
Cenab-ı Hak ‘Ben göklere ve yere sığmam, fakat mümin kulumun kalbine sığarım.’[13] kalb ebed için yaratıldığından arzu ve istekleri sonsuza uzanmıştır. Batıp giden, kaybolup son bulan şeylere mahkûm olmak istemiyor. Merak edip onlarla fazla ilgilenmek istemiyor. Arzu ve isteklerine cevap veremedikleri için, arkasından gam ve kederle teessüf etmeye de layık görmüyor. Sürekli arzu ve isteklerine cevap vere bilecek bâki bir mahbubu arıyor, arattırıyor. Onun peşinden gitmek istiyor. “Güzel değil batmakla gaibolan bir mahbup. Çünkü zevâle mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aşk-ı ebedî için yaratılan ve âyine-i Samed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli.” diyor ve İlahi sevgi ile doyuma ulaşmak istiyor. “Der-akap zevâlle (hemencecik son bulmakla) acılanan mülâkatlar (buluşmalar), keder ve meraka değmez; iştiyaka (aşırı derecede istenmeye) hiç lâyık değildir. Çünkü zevâl-i lezzet (lezzetin son bulması) elem olduğu gibi, zevâl-i lezzetin (lezzetin son bulmasının) tasavvuru (düşünülmesi) dahi bir elemdir.” [14]
[1] Osmanlıca Türkçe Sözlük, lügât
2 Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Söz Basım Yayım, İstanbul, (s:428)
3 Sözler, On Yedinci Söz, Söz Basım Yayım, İstanbul, (s:296)
[2] Fâtır Suresi ayet 15
[5] İhlas, 112/1. ayet
[6] Sözler, Yirmi İkinci Söz, Söz Basım Yayım, İstanbul, (s:398)
[7] Buhari, İman, 39; Müslim, Musakat, 207.
[8] Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2008, s. 100.
[9] Sözler, On Yedinci Söz, Söz Basım Yayım, İstanbul, s:304
[10] Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2008, s. 102.
[11] Sözler, Yirmi Birinci Söz, Söz Basım Yayım, İstanbul, s:363
[12] Lem'alar, On Yedinci Lem'a, Söz Basım Yayım, İstanbul, s:201
[13]Acluni, Keşfül hafa 2:165; imam-ı Gazali, İhya-ü Ulum-ü ddin 3:14
[14] Sözler, On Yedinci Söz,Söz Basım Yayım, İstanbul, s:297.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.