İsmail AKSOY
Merhûm Hacı Hulûsî ağabey (2)
Bu başlık altında kaleme aldığımız birinci yazımıza; Merhûm’un şahs-ı mânevîsi, meslek/meşrebi, mensup bulunduğu Kur’ân hizmeti, verâset-i mâneviyye’ye mazhariyeti, muhterem ve mübârek şahsiyeti adına değerli okuyucularımız tarafından yoğun olarak gelen değerlendirmeler, kendi aralarındaki soru/cevaplar, mümâileyhin Kur’ân talebeleri ve Risâle ehlince ne kadar hakkaniyetle ve yakından takip edildiğinin bir işâreti olmakla, O yâdigâr-ı Bediüzzaman’ın ne derece kadrinin yüce, kıymetinin bâlâ olduğunun bir katre ile dahi anlaşılmasının hazzını ve heyecanını yaşatmış olmasından dolayı Rabb-ı Rahîmimize sonsuz şükürler olsun…
Kıymetli yorumlarda ve değerlendirmelerde bulunan kardeşlerimize, müktesebatlarının derinliği, nezaket kaidelerine riâyetleri, seviyeli ve kitâbî kayıtları sebebiyle teşekkürlerimi ve hürmetlerimin arzını bir vazife addediyorum. Böyle mübarek ve ferasetli bir topluluğa hitap etmenin zorluğunun da farkındayım. Allah’ın tevfîki cümlemize refîk olsun…
Evvela bir mektubun bazı kısımlarını birlikte tezekkür edelim:
“…Sen selâmetle, bulaşmadan, süratle mescide eriştiğin, herkesten evvel envâr-ı Kur'âniyeye sahip çıkıp, kalbini bozmadan sağlam kaldığına işarettir… O cemaat, telsiz Âletlerin âhizeleri hükmünde, bütün dünyaya ders işittirmek istemek işareti ve hakikati ise, inşaallah tamamıyla sonra çıkacak. Şimdi efradı birer küçük çekirdek iseler de, ileride tevfik-i İlâhî ile birer şecere-i Âliye hükmüne geçerler ve birer telsiz telgrafın merkezi olurlar. Sarıklı, küçük, genç bir zat ise, Hulûsi'ye omuz omuza verecek, belki geçecek birisi, naşirler ve talebeler içine girmeye namzettir. Bazılarını zannederim, fakat katî hükmedemem. O genç, kuvve-i velâyetle meydana atılacak bir zattır. Sair noktaları sen benim bedelime tabir et…” (Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup)
Demek ki “Sarıklı küçük genç bir zât ise;
a) Hulusi’ye omuz omuza verecek, belki geçecek birisi;
b) nâşirler ve talebeler içine girmeye namzeddir. Bazılarını zannederim, fakat kat’î hükmedemem.
c) O genç kuvve-i velâyetle meydana atılacak bir zâttır.”
Bu mevzuya dâir ortalıkta çok söz dolaşmaktadır… "Falandır, filandır, bizim hocamızdır, falan abidir v.s..”
Ben şimdi desem ki, “O dedikleri zât değildir.” Sevenleri bana kızacaklar…
En iyisi cevabı yine Hulûsî ağabey merhûma bırakalım : (1973 yılında kendisine sorulan bir suâl üzerine verdiği cevap)
Suâl: “Sarıklı genç zuhûr etmiş midir?”
Cevâb: “Sarıklı genç, bana Âlem-i Ma'nâ’da görünen meczûb Şeyh Mustafa’dır. Üstâd’ın ta'bîrinde bahsettiği gençler, o târihten sonra Risâle-i Nûr dâiresine giren, meşrû' hidemâtta bulunan mübârek genç kardeşlerimizdir. Bir kişi demek değildir. Kanâatim böyledir.”
Başka bir mürşide bağlı olup olmadığı hususuna şu sözü cevap olarak yeter sanırım:
“Hayâtımda ilk def'a birine Üstâd dedim. Hatâ etmedim, isâbet ettim.“
Yorumlarda sorulan veya tereddüt edilen konularda; 26. Lem’anın, 15. Ricasının haşiyesine, kardeşlerimizin bütün yorumlarına ve hassetsen muhterem Mustafa Kaplan beyin yorumuna bakılması tavsiye olunur.
“Ecel gizli olmasından, vasiyyetnâme yazmak sünnettir. Benim metrûkâtım ve Risâle-i Nûrdan olan benim husûsî kitâblarım ve güzel cildlenmiş mecmûâlarım vesâir şeylerimin bütününü, Gül ve Nûr fabrikalarının hey’etine, başta Hüsrev ve Tahirî olarak o hey’etten on iki (**) kahramân kardeşlerime vasiyyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki; emr-i hak olan ecelim geldiği zamân, benim arkamda o metrûkâtım, benim bedelime o sâdık ve mübârek ellerde hizmet-i nûriyye ve îmâniyyede çalışsın ve isti’mâl edilsin…” (Emirdağ Lâhikası)
Bu Kur’ân hizmetinde mânevî verâsetin hususiyetini göz ardı etmemek lâzım.
“Benim vârisim olan sen.” (Mektûbât)
“Azîz âhiret kardeşim ve hizmet-i Kurânda gayretli arkadaşım ve ders-i esrâr-ı îmânîde zekâvetli ve ferâsetli talebem. VE VEFÂTIMDAN SONRA SADÂKATLİ VÂRİSİM, BİRÂDERZÂDEM...” (Barla Lâhikası)
““Azîz kardeşim, çendan Abdülmecid benim nesebî kardeşim ve yirmi sene talebemdir. Fakat, ne o, ve ne hiç birisi BENİM HULÛSÎme yetişmiyor. O mektûblar (ekseriyyet-i mutlaka) senin nâmınla yazılmış ve sana gönderiliyor.” (Barla Lâhikası)
“Risâle-i Nûr’u tebdîl ve tağyîr etmemek ve sadâkat şartıyla, o eserler hem ma’nevî hem de maddî olarak bütün ümmetin malıdır. O hâlde, Risâle-i Nûr’un da ne maddî ve ne de ma’nevî vârisleri inhisâr altına alınamâz. Kur’ân’ın mu’cize-i ma’neviyyesi olan bu eserler
“Lâ ilâhe illallâh Muhammedü’r-Rasûlullah” diyen bütün ümmetin malıdır”
“Ma’nevî vârisler: Dellâl-ı Kur’ân olan Bedîüzzamân Said Nursî Hazretlerine ma’nevî ve ilmî cihette vâris olan ve hakáik-ı îmâniyye ve esâsât-ı İslâmiyyeyi insânlara teblîğ etmekle vazîfedâr olan eşhâsdır. Bu eşhâs, zâhirî ilimleri elde ettikten sonra bâtınî ilimleri de elde etmek sûretiyle Risâle-i Nûr vâsıtasıyla hakíkate geçmek isteyen kimselerdir. Bu zevât-ı âliyye, Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri ve Risâle-i Nûr’un irşâdâtıyla tekâmül edip -Âyetü’l Kübrâ risâlesinde beyân edildiği tarzda- hakíkatü’l-hakáika geçen ve o hakáikın hakíkí zevkını tadan başta Hacı Hulûsî Bey olmak üzere Hoca Sabri, Hüsrev, Mehmed Feyzi, Hâfız Ali, Hasan Feyzi, Hâfız Tevfîk gibi erkân ve esâslardır. Bunlar Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın irşâdıyla tasfiye-i zihin eden ve ilm-i zâhir ile ilm-i bâtını mezceden kimselerdir. Bunların içinde daha yüksek bir makám olan “asrın imâmı” vazîfesiyle tavzîf edilmiş biri vardır ki, o da el-Hâc İbrâhîm Hulûsî (rh.a) Bey’dir.”
“Terakkí netîcesinde zâhirden hakíkate geçen herkes de Risâle-i Nûr’un ma’nevî vârisi olabilir. Risâle-i Nûr’un maddî ve ma’nevî vârisleri herhangi bir sayıyla da mukayyed değildir. Çünkü, şahıslar fânî, hizmet-i îmâniyye ve Kur’âniyye ise bâkídir. Demek, da’vâlar fânî şahıslara binâ edilemez”
“Cenâb-ı Hak, her iki kısım vârislere sadâkat ve samîmiyyeti muhâfaza etmek şartıyla ve Risâle-i Nûr’u tağyîr ve tebdîl etmemek şartıyla hayr-ı kesîr ihsân eylesin.”
Yine şu hâtırası önem arz eder :
“Bedre’li Hoca Sabri (Hulûsî-i Sânî), trafik kazâsında vefât ettiği zamân cenâze namazını Üstâd kıldırır ve bana haber gönderir ki: “Hulûsî-i Sânî vefât etti, ona duâ etsin.” Ben şahsen ona imrendim, keşke ben vefât etmiş olsaydım diye düşündüm.”
Merhûm’un, Ahkâm-ı Kur’âniyye ve şer’î hükümlere bakış açısınını bir nebze yansıtan cümlesi şöyle:
“Risâle-i Nûr Allâh’a, îmâna, Kur'ân’a taarruz edenlerle mübâreze ediyor. O zamân şer'î hükümlere hücûm yoktu. Bu zamânda ise şer’i hükümlere hücum var. Onun için, Risâle-i Nûr talebesi, ihtiyâc hâsıl olduğunda şer'î hükümleri öğrenmek için ilmihâllere bakabilir. Yoksa hâşâ, “Risâle-i Nûru bırakıp da başka şeylerle meşgúl olmak yasaktır. Risâle-i Nûr talebesi hiçbir eseri okumaz” denilmez. Sırası geldi mi, şer'î hükümlere bakabilir. Zîrâ, Üstâd eserlerinde havâle etmiştir.” (Târih: 13.04.1980. Saat: 15.30.)
Yine O’nun tesbitlerinden bazıları :
“Üstâd, Kastamonu Mahkemesinde iken şöyle buyurmuştur:
لَوْ مَزَّقْتُمْ جَسَدِى لاَ اَسْكُتُ عَنِ الْحَقِّ “Benim cesedimi parça parça etseniz, ben da'vâmdan ve hakkı söylemekten sükût etmem.”
“Lâhika mektûbları bir çok zevâtın mektûblarını ihtivâ etmektedir. Benim de orada bir çok mektûblarım var. Fakat, bunlar Risâle-i Nûr diye okunmaz.”
“Vazîfemiz:
1) Kur'ân-ı Kerîm’i düzgün okumak,
2) Kur'ân-ı Kerîm’in lâfzını ezberlemek,
3) Kur'ân-ı Kerîm’in ma'nâsını anlamak,
4) Ma'nâsıyla amel etmektir. “
“Risâle-i Nûr iki ma'nâ üzerine söylettirilmiştir:
1) İlm-i Hakìkat. Yâni, bir mes'elede o mes'elenin hakìkatını, iç yüzünü ilim yoluyla isbâtlayıp hâlletmektir.
2) Sülûk-i velâyet. Yâni, bir mes’elede veyâ bir mevzû'da tefekkür yoluyla esmâ ve sıfât-ı İlâhiyyeye vukûf peydâ edip kurbiyyet-i İlâhiyyeye ihlâsı nisbetinde nâil olmaktır.”
“Harf düşmanlığı, Kur'ân’a kadar gider. Arap düşmanlığı, Hazret-i Rasûlullah (sav)’e kadar gider.”
“Her gün bedenden ayrılan zerrât, o şahsın günlük ameline göre şehâdet ederler.”
Tavsiye ettiği bir duâyı teberrüken buraya kaydettik:
“On gün üst üste olmak şartıyla Bismillâh ile berâber her murâd için şu duâ 100 defa okunur: يفعل الله ما يشاء بقدرته ويحكم ما يريد بعزته
El-Hâc İbrahim Hulûsî Yahyagil’i (rh.a) bir kez daha rahmet, şükran ve minnetle yâd ederken, yazımızı O’nun kısa duasıyla hitâma erdirelim:
"Mağfiret: Yâ Rabbî! Kusûrlu geçen günümüzü de ibâdetle geçmiş gibi kabûl et.”
“Yâ Rabbî! İlim yolu ile bizi zengin kıl. Yumuşaklıkla beze. Takvâ ikrâm et. Âfiyetle techîz eyle. Âmîn.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.