İsmail AKSOY
Merhûm Hacı Hulûsî ağabey’den tesbitler (1)
Nûr’un birinci talebesi ve muhâtabı El-Hâc İbrâhîm Hulûsî Bey, Üstad Hazretlerinin takdir ve övgüsüne mazhar olmuş, Müceddid-i A’zam’a tam ve hâlis ve müdakkik/muhakkik bir talebe olmanın ötesinde bir “İmam” sıfatıyla Kur’ân hizmetinde yerini almış, mühim müjdelere mazhar olmuş ehl-i fazl ve ilim olarak gönüllerde yerini almıştır.
Üstad Hazretleri’nin O mübârek zât hakkında söylediklerinden biri şöyledir:
“Hulûsi Bey, benim yegâne manevî evlâdım ve medar-ı tesellîm ve hakikî vârisim…Demek oluyor ki, bu şahsı, Cenab-ı Hak bana hizmet-i Kur'ân ve imanda bir talebe, bir muin tayin etmiş. Ben de bilmeyerek onunla onu görmeden evvel konuşuyormuşum, ders veriyormuşum…” (Barla Lâhikası, Mukaddeme)
Bu zât, ehl-i Kur’ân ve ehl-i irfân olması hasebiyle; فَسَْلُوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَاتَعْلَمُونَ “Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun” (Nahl, 16/43) âyet-i kerîmesinin sırrına mazhar idi. Gerçekten, o nûrânî zât, Risâle-i Nûr gibi îmân-ı tahkíkí dersini veren hakíkatlı bir Kur’ân tefsirinin birinci muhâtabı olmakla âyet-i kerîmede ifâde edilen اَهْلَ الذِّكْرِ “bilgi sahipleri, bilenler) nurlu zümresine dâhil olduğu ehlince tasdik edilmektedir.
Kezâ bu zât, ehl-i Kur’ân ve ehl-i ilim olduğundan, da’vânın ve ilmin her cebhesi ile alâkadârdı.
Hem افة العلم النسيان “İlmin âfeti, unutmaktır” hadîs-i şerîfi de, ilmi unutmamak için yazı ile onu muhâfaza etmeyi bize ders vermektedir. Mezkûr káide ve hadîs-i şerîfe binâen Hacı Hulûsî Bey merhûm kendisi bizzat cemâatine derslerde not almalarını emreder ve, “Bir şey duyduğunuz zamân, fâideli ise kitâbetle not ediniz ki zâyi’ olmasın” tavsiyesinde bulunurdu
İşte biz de böyle muazzam bir deryanın bereketli bahr-ı ummanından bir kaç katreyi istifadelerimize sunmak istiyoruz.
Buyurunuz birlikte takip edelim:
“İhlâs Risâlesi, Risâle-i Nûr talebelerinin iç ta'lîmâtıdır. Bu dersin yazıldığı zamândaki vaz'ıyyete göre yazılmıştır.”
“Bu zamân, ene zamânı değil; cemâat zamânıdır. Bu zamân uzlet zamânı değil, cemâat zamânıdır. “
“Dînsiz felsefe, hakìkatsız bir safsatadır. Kâinâta bir tahkírdir. Felsefenin hâlis bir şâkirdi Fir’avundur, menfaati için her şeyi fedâ eden bir fir’avun-i zelîldir. Her menfaatli şeyi kendine rab tanır.
“İnsân, ilim tahsîl ettikçe cehlini anlar. İlmin nihâyeti de yoktur.”
“Siz (yaşça) benim emsâlim değilsiniz, ammâ Kur'ân hizmetinde kardeşiz. Üstâd bir küçük çocuk görse, önce ona “kardeşim” derdi. Biz, hepimiz İlâhî bir sofrada bulunuyoruz.”
“Ma'nen kalkınmak, Rabbine takarrub etmektir. İşte kalkınma budur. Hâlâ geçmişi arıyorum. Çünkü, bu zamânda ihlâs yoktur.”
“Üstâd Hazretleri, “Ben namaz için el bağlamadan siz elinizi bağlamayınız” derdi. Arkasında bulunan bütün cemâatı huzûra götürürdü. Hattâ beş sefer tekbîr aldığını hatırlıyorum.”
“Benim kanâatimce, hâfızsız meclis, meyvesiz bahçeye benzer.”
“Harput’ta Sârâ Hatun Câmii’nde Üstâd’la berâber Gavs-ı A'zam’ı ma'nen gördüm. Kurşunlu Câmii’nde Hazret-i Ali Efendimizi gördüm. Gavs-ı A’zam’ı gördükten sonra Üstâd Hazretlerine “Kerâmet-i Gavsiyye” adlı eser, İmâm-ı Ali’yi gördükten sonra da “Kerâmet-i Aleviyye” adlı eser yazdırıldı. Bu câmi’ler, feyiz verici câmi'lerdir. Ben çok büyük zâtların arkasında namaz kıldım. Fakat, Üstâd’ın arkasında kıldığım namazdan daha fazla feyiz aldım.”
“Ben ma'nen bu işe vazîfeli adamım. 51 senedir bu işin içindeyim. Cenâb-ı Hak, benim rûhumu burada ve bu işte kabzetsin.”
“Üstâd zehirlenmeden evvel, Âlem-i Ma'nâ’da Üstâd’ın bıyıklarını yeşil olarak gördüm. Kendisine mektûb yazdım, cevâb vermedi. “Ru'yân mübârek olsun!” dedi. Yeşilden murâd, zehirlenmeye alâmetmiş. 1957 senesinde son görüşmemizde, 19 sefer zehirlediklerini söyledi.”
“... Zafer inşâallah îmân-ı tahkìkìnin olacaktır. Me'yûs olmak yok, rahmet-i İlâhiyyeden ümîd kesmeyeceğiz. Kuvvet ayrılmakta değil; bir araya gelmekle olur. Yeter ki gàye bir olsun, bir şeye hizmet edilsin.”
“Cemâat içinde sorulan suâllere, cemâatın güzel ve ihlâslı niyeti, o suâle cevâb verdiriyor.”
“Uykunuz kaçtığı zamân salevât-ı şerîfeyi okumaya devâm edin.”
“Biz gazete ve roman okumuyoruz. Burası huzûr ister. Cenâb-ı Hak insânın akıl ve kalbine bakar.”
“Abdülmecid Efendi (Bedîüzzamân Hazretlerinin kardeşi), bize bir gün misâfirliğe gelmişti. 21. Söz’den 33. Söz’e kadar yanımda vardı, ona verdim. Bilâhare okumasını söyledim ve yatağını hazırladım. O gece yatmamış, sabaha kadar o sözleri okuyup bitirmiş. Sabahleyin kalkıp baktım, yatağa el sürülmemiş, yatak serildiği gibi duruyordu. Üstâd Hazretleri o zamân sağdı.”
“Abdülmecid Efendi, bir gün Üstâd Hazretlerini ziyârete gidiyor. Üstâd, o zamân mağarada münâcâtını yapıyormuş. O hâl ile meşgúl iken, -Abdülmecid’i görmeden- “Kardeşim sen misin?” diye sorar. O da, “Belî kurbân” diye cevâb verince, Üstâd Hazretleri ona, “Çocukların yatağını değiş!” der. Zîrâ, akıl ve bâliğ olan iki çocuğun -kız olsun, erkek olsun- bir örtü altında yatmaları harâmdır.”
“Vitir namazı:
a) Amelen farzdır, terk olunmaz.
b) İ’tikáden vâcibtir, münkiri tekfîr edilmez (İnkâr eden kâfir olmaz).
c) Sübûten sünnettir, çünkü fiilen sâbittir.
“Üstâd’ın yanında az bulunduk. Ama, iltifâtı da çok olmuştur. Bana akşam ile yatsı arasında okunması lâzım olan vird için izin vermiştir. Bana, “Sen de istediğine izin ver” demiştir. “Risâle-i Nûr’un virdi var mı?” diye soran olursa, “Evet vardır” deriz.”
“Sabahleyin kalkarken, “Yâ Allah, Yâ Fettâh, Yâ Rezzâk, Yâ Alîm” demeliyiz. Kur'ân’ın hakkını ödeyebilmek için günde bir hizb Kur'ân okumalı ki, âhirette Kur’ân da'vâcı olmasın.”
“İmâm-ı Ali (ra), 1300 yıl sonra, Bağdad fırkası askerlerinin Kafkas cebhesine gidip orada savaşacağını haber vermiş.”
“Üstâd’ı oradan oraya sürmeleri karşısında sabırsızlık gösteriyorduk. Çok sıkıştığımda Âlem-i Ma'nâ’da hatırıma geldi: “Senden zarâr kaldırıldı.”
“Elazığ’lı İmâm Efendi (Harput’ta türbesi var), “Papucunuzu dahi İstanbul’a atmayınız” derdi.”
“Tenbellikten dolayı namaz kılmayan fâsıktır.”
“Risâle-i Nûr’da eksik kalan yerler, ileride bir nûrcu tarafından te'lîf edilecektir. Te'lîf edecek zât, Üstâd gibi meşakkatlere ma'rûz kalacağı gibi, ilhâma da mazhar olması gerekir ki, te'lîf edebilsin. Eddâî’de, Üstâd buna işâret etmiştir kanâatimce. Hakìkaten Risâle-i Nûr’da te'lîf edilecek şeyler vardır. Bunlar Üstâd’ın sağlığında te'lîf edilmedi. Hikmetini bilmiyorum. Fakat, bunlar bugün bize ihtâr ediyor ki, hâdiseler karşısında müteessir olmamak lâzım. Risâle-i Nûr’un hizmeti bitmedi. Bunlar bize istikbâle ümîdle baktırıyor”
“Kur'ân’ın bütün kaleleri yıkılmıştır. Kur'ân tek başı ile kendini muhâfaza eder. Bu eserler roman değildir. Bu eserler îmânla göçürecek, Sırat’tan geçirecek ve cadde-i kübrâyı açacak eserlerdir. Bu eserlerin şükrü, yalnız hizmettir. Beni Rabbim bu işe lâyık görmüş ve beni bu işte istihdâm ediyor.”
“Risâle-i Nûr hâdimlerine karşı gelenler, muhakkak kahrolacaklar, kahrolunacaklar. Fakat, korkarım ki, onlara yazık olur ve memleketin başına bir felâket dahi kopar. Beni ve bizleri ipe çekseler dahi, bu nûrlu yoldan aslâ dönmeyeceğiz. İsterseniz bu sözleri bir yere yazın, getirin altını imzâ edeyim. Bu hizmetin hâdimleri ile uğraşanların muhakkak Allah haklarından gelecektir. Benim hiç kimse ile pakim yoktur. Üstâd’la son görüşmemizde ayrılırken, “Kardeşim (Hulûsî)! Ne senin için, ne benim için korkma! Fakat, Sözler için ihtiyât et. Bir gün gelecek bunlar aranacak, fakat bulunamayacak” dedi. Cenâb-ı Allah bize o günleri göstermesin. Çatlasalar da, patlasalar da Allâh’ın nûru devâm edecektir. Hiç bir şey yapamazlar! Açık konuşuyorum.”
“Cenâb-ı Hak, bize açtığı şu mübârek kapıyı aslâ kapamasın, âmîn.”
“Ehl-i bid’a, ehl-i dalâlettir. Yâ Rabbî! Bizi dînde musîbete uğratma, dînde musîbete uğratma, dînde musîbete uğratma! Dînimizle uğraşanları, îmânımıza ilişmek isteyenleri, Yâ Rabbî, Senin azametine havâle ediyoruz. Ancak Sen onların hakkından gelebilirsin. Onları yerle bir et! Onların şerlerinden Ümmet-i Muhammediyye (asm)’ı muhâfaza eyle. Yâ Rabbî! Aramızdaki nifâk ve şikàkı kaldır. Bizi yine bir araya getir. Tek vücûd hâline getirip aramızdaki dargınlığı ortadan kaldır, birlik ve berâberlik içinde yaşayalım, âmîn.”
Biz dahi bu dualara âmîn diyoruz…Yüce Rabbim, cümlemize başta Efendimiz (asm) hürmetine, Üstadımız ve bu mübarek zâtlar hürmetine; sahih bir akîde, sağlam bir imân, amellerimzde ihlâs, hizmetimizde şevk, aramızda muhabbet, Kur’ân’ı, Sünnet-i seniyye’yi ve onların bu zamanda mânevî tefsiri olan Nurları hakkıyla anlamayı, anlatmayı ve neşretmeyi, hüsn-i hâtime ve imân-ı kâmil dairesinde son nefesimizi vermeyi nasîp ve müyesser eyle.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.