Mevlânâ Halid-i Bağdadî’den Bediüzzaman’a 'cübbe' devir teslimi
Cübbeyi götürüp, “Efendim bu sizindir veya sizin olsun” desem, belki Üstâd kabul etmeyecek diye, kendi kendine şöyle bir plân düşünmüştür
Abdülkadir Badıllı ağabey Mufassal Tarihçe-i Hayat eserinde bu mübarek cübbenin hikayesini Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine ulaşması ve devir teslimini şöyle anlatıyor:
EMANETİN SAHİBİ BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ OLDUĞUNA KANÂAT GETİRMİŞ
Tahminen 1940’lı yıllarda, Âsiye nâmındaki bir mübarek hanım, kocası Kastamonu’ya hapishane müdürü olarak tayini çıkıp gelince, Âsiye Hanım da burada Hazret-i Üstâd’la tanışıp talebesi olmuş ve yanlarında uzun zaman muhafaza ettiği mübarek cübbeyi Üstâd’a teslim etmiştir.
Mevlânâ Halid Hazretlerinin halifelerinden olan ve “Küçük Aşık” lâkabıyla ma’ruf şeyh Muhammed bin Abdullah el Hâlidî’nin torunlarından olan mübarek Asiye Hanım; dedesinin mübarek yadigarı olan o cübbeyi, kendisi ve ailesi çok itina ve titizlik içerisinde uzun zaman muhafaza etmiş ve bir çok yerlerde beraberlerinde gezdirmişlerdir. Nihayet bu mübarek emanetin sahibi Bediüzzaman Hazretleri olduğuna kanâat getirmiş ve Üstâd’a sağ salim teslim etmiştir.
Mevlânâ Halid Hazretleri; önceleri Bağdat’ta ilim tahsili için gitmiş olan Afyonkarahisarlı Küçük Mehmedi, (Küçük Aşık) ilmini bitirdikten sonra, daire-i irşadına almış ve Halife ta’yin ederek Anadolu’ya gönderdiği zaman, mübarek bir cübbesini de ona hediye etmiştir. Bu zat ise, Anadolu’ya geldikten bir müddet sonra Mısır’a gitmiş, orada Nakş-i Bendî tekyesinde irşada başlamış... Ve nihayet Rumi 1300, Miladi 1884 Mısır’da vefat etmiştir.
Amma bu mübarek cübbe, acaba ailesi tarafından tekrar Mısır`dan Anadolu’ya mı getirilmiş, yoksa o zat, Mısır’a giderken onu burada mı bırakmış bilinmemektedir. Lâkin bu cübbe o zatın vefatından sonra; Asiye Hanımın babası olan ve küçük aşığın oğlu Muhammed Bahaeddin Efendiye intikal etmiş olduğu ve uzun bir zaman yanlarında mahfuz kaldığı Asiye Hanımın ifadeleriyle sabittir.
Asiye Hanım, Afyonkarahisar’da 1885’te, yani dedesinin vefatından bir sene sonra dünyaya gelmiş... İstiklal savaşında Yunanlıların Afyon’u işgallerinde Asiye Hanım, ailesi ile birlikte bu cübbeyi her şeyden önce muhafazasını düşünmüş, memleketlerini terke mecbur kaldıkları ve muhacir oldukları günlerde bile, cübbeyi en mukaddes bir emanet şeklinde bilmiş ve yanlarından hiç ayırmamışlardır. Nihayet Tahir Bey isminde bir zatla evlenen mübarek Asiye Hanım, yukarda kaydedildiği üzere Kastamonu hapishane müdürlüğüne tayinleri çıkınca, ailece gelip Kastamonu’ya yerleşmişler. Böylece mübarek cübbede asıl sahibine ulaşmıştır.
MÜBAREK CÜBBE’NİN ÜSTÂD’A TESLİM ŞEKLİ
Nur talebeleri bir çok zatlardan duyduğumuz kadarıyla ve Kastamonu’daki Üstâd Bediüzzaman’ın büyük talebelerinden Mehmed Feyzi Efendinin rivayetiyle; Cübbenin Üstâd’a teslimi şöyle gerçekleşmiştir:
Asiye Hanım, mübarek yadigâr cübbeyi ve büyük emaneti sahibine teslim etmek istiyor... Amma Üstâd Hazretlerinin hiç kimseden hiç bir hediye almadığını da biliyor. Cübbeyi götürüp, “Efendim bu sizindir veya sizin olsun” desem, belki Üstâd kabul etmeyecek diye, kendi kendine şöyle bir plân düşünmüştür. Mehmet Feyzi’yi araya koyacak ve “Bu mübarek cübbe, sizde emanet kalsın” diyecektir. Planladığı şekilde cübbe götürülüp Üstâd’a arz ediliyor. Üstâd ise, sanki bu cübbe kendi öz malıymış gibi sahib çıkıyor ve Feyzî Efendi’ye, temiz bir kab içinde, suyunu da yere döktürmemek şartıyla yıkattırıyor, astar çektiriyor. Üstâd’ın bu haline hem Asiye Hanım, hem Mehmed Feyzi Efendi, hem diğer talebeleri hayret ediyorlar.
Ehl-i Hakikat bir âlim olan Üstâd’ın talebesi ve hizmetkârı Mehmed Feyzî Efendi cübbenin Üstâd’a teslimi hususunda şunları anlatıyordu:
“... Asiye Hanım (Mülazimoğlu) dedesi Küçük Aşık’ın, Mevlânâ Halid Hazretlerinden aldığı cübbeyi getirmişti. Cübbeyi yıkadım, suyunu kabristana döktüm... Ve Üstâd’a ben giydirdim. Hayatta iftihar ettiğim bir husus da budur..”
11 SENE KADAR YANINDA BIRAKMIŞ VE ÇOĞU ZAMAN GİYMİŞTİR
Hazret-i Üstâd bu mübarek cübbeyi üç sene Kastamonu’da, sonra Denizli hapsinde ve ilk Emirdağ hayatında ve Afyon hapsi ve sonrasında onbir sene kadar yanında bırakmış ve çoğu zaman da onu giymiştir. Nihayet 1951 sonlarında cübbeyi, diğer bazı eşya ve kitapları ile birlikte Urfa’ya göndermiştir. Gönderirken de kendisinin de yakında Urfa’ya geleceğini söylemiş ve buna dair bir yazı kaleme almıştır. Ancak bu “yakında” dediği geliş, on sene sonra gerçekleşebilmiştir. Hem Urfa’ya geldiğinde de yalnız bir buçuk gün ve iki gece hayatta kalabilmiş, buradan Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş, Dar-ı Ahirete rıhlet etmiştir.
RİSALE-İ NUR'DA CÜBBE
Mübarek cübbenin tarihçesi bahse medar olması hasebiyle ve Üstâd’ın hayatında manevî büyük bir hadise olarak kaydedildiği için, Risale-i Nur’da ondan bahseden umum mektupları burada cem etmek münasib olur diye düşündük. Tâ ki, mübarek cübbe bahsi ikmal edilmiş olsun. Tesbit ettiğimiz kadarıyla cübbeden bahseden beş mektup vardır. Bunların ikisi Kastamonu Lahikası’nda, ikisi Denizli hapsi mektuplarında, biri de Emirdağ-1 lahika mektuplarındadır.
Mübarek cübbenin Kastamonu’da Bediüzzaman Hazretlerine ilk gelişiyle ilgili olarak, Üstâd şöyle bir mektupla Isparta’daki talebelerine bildirmiştir:
“...İkincisi: Eski zamanda ondört yaşında iken icazat almanın alâmeti olan Üstâd tarafından sarık sardırmak, bir cübbe giydirmek vaziyetine maniler bulundu. Yaşımın küçüklüğü, memleketimizde büyük hocalara mahsus kisveyi giymek yakışmadığı...
Saniyen: O zamanda büyük âlimler bana karşı Üstâdlık vaziyeti değil, ya rakib ve yahut teslimiyet derecesine girdikleri için, bana cübbe giydirecek ve Üstâdlık vaziyetini alacak kendilerine güvenenler bulunmadı... Ve Evliya-i azimeden dört beş zatın vefat etmeleri, elli altı senedir icazetin zâhiri alâmeti olan cübbeyi giymek ve bir Üstâd’ın elini öpmek, Üstâdlığını kabul hakkımı bu günlerde yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlânâ zülcenaheyn Halid-i Ziyaeddin (K.S.), o cübbeye sarılan bir sarık; kendi cübbesini pek garib bir tarzda bana giydirmek için gönderdiğini bazı emarelerle bana kanaât geldi. Ben de o mübarek ve yüz yaşında cübbeyi” giyiyorum, Cenab ı Hakka a yüzbinler şükür ediyorum...
Kastamonu Lahikasında cübbeden bahseden ikinci mektup şöyledir:
“.. Dua’da namı zikredilen ve Hazret i Mevlâna’nın cübbesini tam muhafaza edip bize yetiştiren Asiye Hanımın lisanına gelen bir fıkra size gönderilecek...”
Denizli Hapsi Mektuplarında Cübbe Bahsi
Birinci Mektup:
Aziz Sıddık Kardeşlerim!
Yüzyirmi yaşında” bulunan Mevlânâ Halidin (K.S.) cübbesini size bir gün göndereceğim. O zat, onu bana giydirdiği gibi; Ben de onun namına sizin herbirinize teberrüken giydirmek için hangi vakit istereeniz göndereceğim...”
İkinci Mektup:
“Aziz Sıddık Kardeşlerim! Risale-i Nur şakirtleriyle çok alâkadar Hazret-i Mevlânâ Halid’in cübbesini; kardeşlerimizden sebat ve sadakatını muhafaza etmek şartıyla, hem Mevlânâ Halid’in hem Risale-i Nur’un dâimî talebesi olur niyetiyle giymeli. Hem başka koğuşlardaki kardeşlerimize de verebilirsiniz. Fakat ben o cübbe ile namaz kıldığım için, mezhebimizce, şiddetli temizlik şart olduğundan, yaş yere konulmasın veya yaş eller yapışmasın.
Cübbeden bahseden Emirdağ-1 Mektuplarından birisinin içindeki parça:
“...İnayet-i Rabbaniye, sizleri bu kırılmış, bozulmuş, ihtiyar Said yerinde; kırılmaz, bozulmaz, genç, dinç, metin, sebatâr pek çok Saidleri o hizmette istihdam ediyor. Ben de kemal-i sürur ile dayanıyorum. Evet, biliniz! Denizli hapsinde Mevlânâ Halid’in (K.S.) cübbesini giyen zatlar, sadakat ve sebat etmek şartıyla derecelerine göre kendi yerimde kabul edip vazifemi de onlara havale ediyorum... İzin veriyorum."
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.