Ahmet Nebil SOYER
Miraç izlenimleri
Miraca neden lüzum görülmüştür? Türkçe’de hani lüzumuna binaen diye bir ifade vardır ya, neden gerek duyulmuştur? “Her veli kalbi içinde O’nunla görüşebilirken…” Nasıl oluyor da her veli kalbi içinde Cenab-ı Hakla görüşüyor? Biz görüşüyor muyuz, nasıl bir şey, bir veli kalbi içinde Allah ile Cenab-ı Hak ile görüşüyor? Her gün beş defa huzuruna gidip, kırk kere kendisi ile mükamele ettiğimiz, konuştuğumuz, O’nun azametini O’na anlattığımız, bizim küçüklüğümüzü O’nun azametine sığınmak için gerekçe gösterdiğimiz Allah ile görüşüyor muyuz, kitabı ve ameli olarak öyle. Dilimiz ve kalbimiz, muhayyilemiz böyle bir görüşmeyi mütemadiyen yapıyor.
Bahsin en çok tekrar edilen kelimeleri, görüşme, münacaat, mükaleme, sohbet, hitap, iltifat, konuşmak, müşerrefiyet. Yarım sahifede sekiz kelime, birbirine yakın ama farklı anlamları taşıyor.
Bu kelimeler kulun Allah ile resmi yani ibadet ilişkilerinde en çok kullanılan ve yaşanan kelimeler.
Din Allah ile görüşmek demek. Abdest görüşmeye hazırlık demek, namaza gitmek görüşmeye gitmek. Cami mülakat mekanı, onun için dekore edilmiş, ilişkinin ciddiyetinden, bütün mabedler ilişkinin ciddiyetine göre tezyin edilmiş. Hristiyanlar da en büyük mimari itibarı kiliselerine vermişler. Müslümallar da camilerine. Namaza durmak görüşmede ile yüz yüze olmak. Namazın bitişi görüşmeden ayrılmak.
Görüşme insanı değiştiren bir iksirdir, boyadır, Allah ile görüşmeden önce heyecan sonra görüşme anında ciddiyet ve dalınç, istiğrak, namazdan sonra aynaya baktığında değiştiğini hissetmek. Bir seven sevdiği ile buluşmadan döndüğünde bir başkası “yüzüne bir başkalık gelmiş” demiş.
Din Allah’a münacaat demek.
Din Allah ile mükaleme demek.
Din Allah ile sohbet demek.
Din Allah’a hitap demek.
Din iltifat demek, namaz da iltifat demek.
Allah’ın huzuruna giden Peygamber (asm) insana evamir-i Rabbaniyeyi getirir ve Allah ona iltifat eder. Allah’dan miraca gelinceye kadar ne isteyeceğini bilemez insanlık. Peygamberimiz (asm) birden ne istediğini beyan eder. Başta namaz ve sair evamir ve ibadet, bu kadim asırlarda bilinmiyordu, insanlık bir şeyler yapmaya inansa da ne yapacağını bilemiyordu.
Din Allah ile konuşmak demek.
Konuşmak, mükaleme, sohbet, hitap hepsi namazın ve miracın oluşumunu hazırlayan kelimeler. Namaz hitap demek bizim O’na O’nun bize hitabı. Hazinede yaşıyoruz ama hazinenin altınları ülfet ile tenekeye dönüyor, Allah’ım Sen bizi o altınların parlaklığı ile yaşat. Bunları düşünmeden yaşayan bir toplum samimiyet zaafına uğramıştır, bu yüzden başımıza gelen felaketler...
Din Allah ile müşerrefiyet demek, şereflenmek.
Şerefül mekanı bil mekin, mekan orada oturanla şereflenir. İnsanlar makama şeref vermiş, insan makamın şerefi ile şereflenir. Hangisi doğru düşünmek lazım. İnsan Allah ile mülakatında o mekanın şerefi ile müşerref olur. Padişahla görüşmenin kamuoyunda insana kazandırdığı bir şeref vardır. İnsan hergün kırk kere uğradığı mekanın şerefi ile şereflenir.
Bu sekiz şeyin hepsi namazın içinde var. Miraç’ta Peygamberimiz (asm) namazın küllisi olduğuna göre o da bu fiilleri tazammun ediyor. Miraç, namaz sinemasının büyütülmüş sahnelerini ve seyahatlerini ortaya koyar. Küçük planda Miracı namazı getirmekle seyahatinin çekirdeğini insanlara verir. “İşte size bir çekirdek onu büyütün, büyüttüğün kadar sizin miracınızdır, siz bilirsiniz” demek.
Namaz bir ekme faaliyetidir. Dokuzuncu Söz’deki, üç büyük kelime, Subhanallah, Elhamdülillah, Allahuekber insan ağzından ahiret toprağına ekilir, herkes bir gün ektiklerini görecektir orada. Her müminin ibadetleri cennetin toprağına ekilir, orda her cennetlik kulun oradaki malikanesi bu mühendisler tarafından düzenlenir, gittiğinde hazır bulur. Bediüzzaman “Cennet yemişleri suretinde sana verileceğine” diyor.
Bediüzzaman bir idarecinin, hükümdarın, padişahın idareciliği gereği olarak görüşmenin zaruretini anlatır. Raiyyetiyle ve özel görevlileriyle konuşmayan bir hükümdar ve idareci idareyi yapamaz. Bir hükümdar veziriazamı ile konuşurken başka bir boyutta konuşur ama halktan birisi ile konuşunca başka yapar. Halktan biri cüzi bir ihtiyacını arzeder ve kabul görür, umuma taalluk eden bir şey yoktur. Ama veziriazam, sadrazam kendinden ziyade padişahın ve cumhurbaşkanının yönetimi gereği konuşur keyfiyet itibariyle farklıdır.
“Mirac velayet-i Ahmediyenin (asm) bütün velayatın fevkinde bir külliyet ve ulviyet suresinde bir tezahürüdür ki bütün kainatın Rabbi ismiyle, bütün mevcudatın Halık’ı ünvaniyle Cenb-ı Hakk’ın sohbetine ve münacatına müşerrefiyetidir.”
Velayet-i Ahmediye ne demek? Halktan birisi çalışır, milleti temsil eden bir makama gelir, milleti temsil eden şahıs çalışırsa, ulviyet kesbederse başbakan olabilir, daha çalışırsa cumhurbaşkanı olur. Yani temsili hüviyet veya velayet kazanmak çalışma ile elde edilir. Bir velinin cüzi gayretiyle veli olması nerede bütün insanlar tarafından keyfiyeti kabul edilen ve keyfiyetin yönetimin başındaki tarafından kabulü ile onu temsilen bir yere gelmesi cüzi bir yükselme değil. Şümullü ve kapsamlı bir temsil hüviyetine kavuşmaktır.
Hz. Peygamber (asm) kırk yaşına kadar peygamber olma niteliğini tıpkı velayet gibi kazanmış ve o yaşta liyakatı ile nübüvvetle şereflendirilmiştir. Yani bir denemeden, imtihandan geçmeden birden ona bu büyük sorumluluk yüklenmemiştir. Sonra o (asm) peygamber olacağını da bilmemektedir. Peygamberliğin kısmi tezahürleri zamanında bile ne olacağını bilememektir. Hz. Hatice’ye “ben kahin mi olacağım ya Hatice” der. O “sen iyi işler yapan, yoksulları doyuran, fakirlere yandım eden birisin, böyle bir şey olmaz Ya Muhammed“ der onu teselli eder. Hayatının bütün safahatı bu göreve gelmesini doğuran parça parça denemeler ve liyakat sınavlarından geçer, bu ciddi bir araştırmadır. Bir gün çocukluk veya gençliğinde Kabe’ye mutad olarak tapınmaya giden kalabalığın içindedir. Bir yerde bayılır ve düşer. Uyandığında herşeyin bittiğini görür, nübüvvetle görevlendirilecek şahsın böyle bir adi fiilin içinde olması onun kabiliyetini ve velayetini rencide eder. Demek onu denetleyen büyük bir göz tarafından korunur, takib edilir, geleceğe liyakatı hazırlanır.
İşte velayet-i Ahmediye bütün velayetin fevkindedir, küllidir, ulvidir, ona uygun bir tezahürle Rabbinin sohbetine müşerref olur, akabinde görevlendirilir. Büyük görev üstlenecek şahısların hayatında da bu denetimler vardır. Mevlana, Bediüzzaman, Abdülkadir Geylani’de de bu vardır. Onlar da ne olacaklarını bilmezler. Bilinmezlik içindeki liyakat sınavları ile bir yere gelirler, bir de bakarlar ki onlar odur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.