Mehmet Yusuf AKBAŞ
Modern köle isyanı
2014’te yayımlanan “La France périphérique” (“Periferik Fransa”; periferik: merkezden uzak, taşra, kırsal bölgeler) kitabıyla Fransa’daki merkez-çevre ilişkisini yazar Christophe Guilluy; “yeni bir sınıf savaşının” ve “modern köle isyanı”nın eşiğinde olduğumuzu söylüyor.[1]
Geçen günlerde ajanslara böyle bir raporun haberi düştü. Oxfam raporuna göre 2018’de dünyanın en zengin 26 kişisinin varlıkları, 3,8 milyar yoksulun toplam varlığına eşit hale geldi. Dolayısıyla dünyada servet eşitsizliği uçurumu derinleşiyor. Zengin-fakir arasındaki uçurumun giderek büyüdüğünü bu durumun aynı zamanda ‘öfkeye’ neden olduğuna dikkat çekiliyor.
Devir ve çağın vaziyetine göre bu öfke ve mücadeleler şekil değiştirebiliyor. Eskiden bir devletin diğer bir devletle savaşı sınırlı ve mevzi olduğundan, Said Nursi buna “hafif muharebe” diyordu. Şiddetlisini ise şöyle tarif ediyor: “Devletler, milletlerin hafif muhârebesi, tabakat-ı beşerin şedid olan harbine terk-i mevkî ediyor.”[2] Sınıf çatışmasını daha şiddetli görüyor. Bugün sınır, hudut, coğrafya, ırk, din, mezhep ve cinsiyet tahdidi olmayan sınıflar ve insan tabakaları arasındaki geniş mücadele daha ciddi ve tehlikelidir.
“Zîrâ beşer, edvârda esirlik istemedi, kanıyla parçaladı. Şimdi ecîr olmuştur; onun yükünü çeker, onu da parçalıyor. Beşerin başı ihtiyar; edvâr-ı hamsesi var. Vahşet ve bedeviyet, memlûkiyet, esâret, şimdi dahi ecîrdir, başlamıştır, geçiyor.”[3] İnsanlık, tarihsel süreç içinde beş devre ve evre geçirmiştir. Üstad Hazretleri bu devirleri şu şekilde kısımlara ayırıyor. 1- Vahşet ve bedeviyet 2- Memlukiyet 3- Esaret 4- Ecirlik 5- Malikiyet ve Serbestiyet olmak üzere 5 devirden söz etmiştir. [4] İnsanlık da sosyal, siyasi ve iktisadi açıdan böyle bir tekamül evresi geçirmiş ve geçirmektedir.
Malikiyet dönemine kadar kuvvete ve güce dayanan muharebeler, malikiyet döneminde ilme, fenne ve diplomasiye dönmüştür. Toprağın ve kuvvetin gücü yerine, bilimin ve aklın gücü gelmiştir. Kendi sistemlerini koruma gayretinde olan güçler, sömürü düzenini hafifletmekle birlikte yine de halk isyanlarına çare bulamıyorlar.
Bediüzzaman, toplumdaki kavgaların ve fesadın asıl kaynağı olarak şu iki kelimeyi ifade eder: "Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne", "İstirahatim için zahmet çek, sen çalış ben yiyeyim." Birinci kelime benmerkezciliği, ikinci kelime de çıkarcılığı sembolize eden düşünce ve davranış kalıplarıdır.
Bediüzzaman "ref-i imtiyaz"ı, yani imtiyazların kaldırılmasını, fikir hürriyetini, şiddeti dışlayan bir muhalefetin serbest olmasını ve örgütlenme hürriyetini savunmaktadır. Nasıl ki, eski savaş gereçleri, yerini yenilerine terk etti. Eski sosyal yapılar da yerini yeni sosyal yapılara terk ediyor. Mücadele devletlerin ve milletlerin elinden toplumsal sınıfların eline geçti. “Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevkî ediyor.” [5]
İnsanı merkeze alan ve özüne uygun tanımlayan Bediüzzaman Said Nursi, sosyal tabakaların arasındaki problemlerin ortadan kaldırılabilmesi için kariyere, makama, mevkiye bakmadan her ferdin başta insan olarak kabul edilebilmesi gerektiğini belirtir. Kapitalist düzenin temeli sömürüdür; sömürünün en kuvvetli vasıtalarından birisi de faizdir. Sömürü ve faiz ise, dünya malının belli bir azınlığın elinde toplanmasına sebep olmuştur. Böylece insanlık iktisadi açıdan zengin ve fakir kamplaşmasına gitmiştir. Bu kamplaşma da komünizm kapitalizme bir tepki olarak doğunca, sınıflar arasında, yani zengin ile fakir arasında bir çatışma kaçınılmaz hâle gelmiştir.
İnsanlar, başkalarının yanında çalışmak, emeğini sermayesi olan birisinin emrinde kullanmak yerine kendi işini kurmak, kendisine çalışmak istemesi doğal bir duygudur. İnsanların çoğu ücretli olarak başkasının yanında çalışmak yerine hiç olmaz ise başkası ile ortak olmayı bile tercih ediyor.
"Şu âlemin ihtilâli nedir?"
Say'in sermaye ile mücadelesidir.
"Acaba ikisini barıştırmak çaresi yok mudur?"
Evet; vücub-u zekât ve hurmet-i ribâ, karz-ı hasen şerâit-i sulhiyedir. Şu riba (faiz) taşını altından çeksek, şu zalim medeniyet kasrı çökecektir.”[6] Kısacası zekâtın verilmesi, faizin haramlığı, faizsiz verilen borç ve barış şartlarıdır.
Sınıf kavgasının ancak iki sınıf arasında bir köprü kurmak ile çözülebilir. Yoksa her iki tarafın birbirlerini inkâr ile yok saymaları çözüm değildir. İslam bu hususta hem fıtrata, hem de gerçeklere uygun bir nizam getiriyor. Onun için hem dünyada hem ahirette saadeti temin ancak İslam ile mümkündür. Faizin kaldırılması zekâtın işler hâle getirilmesi, bu iki sınıf arasında dengesizliğin giderilmesinde ve hakça bir paylaşımın oluşmasında önemli iki reçet-i İslamdır. Bu yüzden zekât, zengin ile fakir arasında güzel ve sağlıklı bir köprü vazifesini görüyor. Vücub-u zekât ve hürmet-i riba da sınıfların kantarası yani köprüsü niteliğindedir. Sıla-ı rahim, insanların iyi ilişkiler içinde olmasıdır. Sınıf çatışması bu iyi ilişkilere zarar verdiği için, zekâtın emredilmesi ve faizin yasaklanması doğrudan sıla-ı rahim ile ilişkili oluyor.
“Beşer esirliği (köleliği) parçaladığı gibi ecirliği (ücretliliği de) parçalayacaktır.” Ecir devrinden sonra insanlığı malikiyet ve serbestlik devri bekliyor. İnsanlığın bu evresi en kamil ve en olgun dönemidir diyebiliriz. Bu devrede insanlar arasında katı ve geçilmez sınıflaşmalar olmayacak, iktisadi düzen hakça bir paylaşım şeklinde şekillenecek. İnsanlar bir cihetle kendi mülkündeymiş gibi rahat şartlar içinde geçimini temin edecek bir kıvama gelecektir.
[1] https://medyascope.tv/2019/01/19/sari-yelekliler-hareketini-4-yil-onceden-goren-fransiz-teorisyen-christophe-guilluy-yeni-bir-sinif-savasi-modern-kole-isyani-yaklasiyor/
[2] Tarihçe-i Hayat, s, 118
[3] Sözler, s. 650
[4] Sözler, s.649
[5] Tarihçe-i Hayat, s, 118
[6] İçtimâi Reçeteler-I, s. 230, 231
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.