Şahin DOĞAN
Mücahit Bilici nereye koşuyor?
Takip edenler bilir bu köşede Mücahit Bilici’yi çok ağırladık. Birkaç gün önce ‘İslam’ın Güncellenmesi’ ile ilgili Ruşen Çakır’la yaptığı mülakatı dinledim. İbretle ve hayretle. Bir kısmı ‘heretik’ sayılabilecek çok ilginç tespitler. Güçlü ve vurucu aforizmalar. Kendime göre bazı kısa notlar aldım. Onun kelimelerinden ziyade o kelimelerden anladıklarımı kendi kelimelerimle yazmaya ve tartışmaya çalıştım. Şöyle diyor Bilici:
“Hakiki dindarlar dini tam bilmeyenlerdir. Bilmek çelişkileri, muammaları ve derinlikleri fark etmektir çünkü. Onun için dini çok iyi bilenler/tanıyanlar çok daha az dindar olur. İlahiyatçılar buna güzel bir örnektir. Bildikçe amelden ve saf imandan uzaklaşır insan. Çok amel ve samimiyet az bilmenin/bilginin sonucu. Çok bilen değil, çok inanan dindar olur.”
Sözün söylendiği makam her ne olursa olsun bu cümleler bazı hakikat daneleri barındırsa da bütünüyle hakikati ifade etmiyor. İslam’ı cehalet ile eşitleyen çok tehlikeli bir yaklaşım bu. “Anlamadığım için inanıyorum” diyen Batılı filozofun aczine benziyor. İman bütün bilgilerin şahı, padişahı değil mi? Dini sadece ilahiyatçılar mı biliyor? Sahabeler, mezhep imamları, büyük âlim, ârif, müfessir, muhaddis, mutasavvıf ve müçtehitler dini en iyi bilenler ve aynı zamanda en iyi yaşayanlar değiller miydi? Bilgi ile pratik birbirine ters değil bilakis kişi bilgisi nispetinde pratik yapar. Herkesin ameli marifeti kadardır. Onun için aziz Kur’an “Allah’tan en çok âlimler (bilenler) korkar” diyor.
“Deizm İslam’ın kabuk bağlamamış halidir. Fıtri İslam’dır. Fıtratın İslamı’dır. İslam’ın üzerinde zamanla birikmiş olan tarihsel/kurumsal kabuğu kaldırdığımızda geriye en saf haliyle Deizm kalır. Fıtratın hakikati arayışıdır deizm.”
Bu cümlelerin neresinden başlamalı, neresinden tutmalı? Deizm için dizilen bu methiyeler neden ve niçin? Deizm felsefi anlamda bir yaratıcıyı kabul eder fakat mevcut dinlerin, peygamberlerin, kutsal kitapların hiçbirine inanmaz. Sadece varlığına değil, gerekliliğine de inanmaz. Bu mu fıtri İslam? Tarihsel İslam’ı, yani kabuğu kaldırdığımızda geriye kalan deizm ise şayet başta Peygamberimiz (asm) ve ashabı -haşa- deist’ti, öyle mi? Deizm fıtratın hakikati arayışı değil, sorumluluktan, dinsel yükümlülükten, ibadetlerden, karar vermekten kaçıştır. Lakaytlıktır, laubaliliktir. Said Nursi’nin ifadesiyle “adem-i kabul”dür. Bu manada ateizmin dürüstlüğünden bile yoksundur deizm.
“Hakikat inhisar altına alınmaz. Kimsenin tekelinde değildir. Hatta hiçbir dinin bile. İslam hakikatten bir parçadır fakat hakikatin bütünü değil. Hakikati bir bütün olarak anlamak ve kucaklamak yeryüzünde yaşayan bütün insanlığın kollektif hakkıdır.”
Doğrudur, hak ve hakikat inhisar altına alınmaz, hak ve hakikat kimsenin tekelinde değildir çünkü. Biz insanların görevi hakikati temessül etmektir, temellük etmek değil. İslam hakikatin yegane ve tek adresi değilse (“Allah katında tek hak din İslam’dır” Ali İmran/19) birden çok hakikat var demektir. Bu bizi zorunlu olarak şuraya getirir: Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm, Hinduizm, Mecûsilik, Paganizm ve hatta ateizm hakikatten bir parça barındırır. Bir liberal böyle söyleyebilir/düşünebilir ama İslam’ın tevhid akidesine inanmış bir Müslüman bunları asla söyleyemez.
‘İslam’ın Güncellenmesi’ isim konulmadan her devirde yapılan bir şey. Tarihte güncellenmeden saf haliyle kalan bir din yok. Kurancılık bir çıkış yolu arıyor ama sahici bir temelden yoksun. Uydurulmuş din söylemi ise saçma çünkü tarihsel yorumlar açısından uydurulmamış din yok. İslam gerçek anlamda bireyi esas alır, bireyseldir ve özgürlükçüdür. Fıtrat dinidir çünkü. İnsanda fıtri olan bireysellik ve özgürlüktür.
Bu ifadeler öncekilere nazaran çerez gibi. Nispeten daha tehlikesiz ve sakıncasız. Söylenecek çok şey var ama uzatmanın lüzumu yok. Mücahit Bilici cidden nadir bulunur bir zeka. Seziş kabiliyeti olağanın üstünde. Yazı estetiği çok güzel. Okutturuyor kendini. Ama yazık ediyor zatına. En büyük zararı kendisi veriyor kendine. Ne kadar hazindir, nurculuktan neredeyse deizme varan bir düşünce yolculuğu. Aynı feci akıbeti Yaşar Nuri Öztürk de yaşadı. Dücane Cündioğlu’nun gidişatı da pek hayra alamet değil.
Şüpheci ve agnostik tutum muharref dinlere karşı bir parça anlamlı belki ama serapa hak ve hakikat olan İslam’a karşı bir kelimeyle anlamsızdır. Müslüman aydınların/entelektüellerin biz vasat insanlardan farklı olarak kafalarının biraz karışık, düşüncelerinin azıcık bulanık, duygularının bir parça melankolik olması çok doğal ama bu, siperi/mahalleyi terk etmeyi meşru/mazur göstermez asla! Çünkü bazen ne dediğimiz değil, nerden dediğimiz önemlidir. Yani siperimiz, mevziimiz, cephemiz.
Kısaca, kutsalları ile bağını koparan bir aydının kimseye söyleyebileceği bir hakikati yoktur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.