Muhteşem Yüzyıl- Vampir Avcısı Abraham Lincoln Ve Anakronizm

Muhteşem Yüzyıl- Vampir Avcısı Abraham Lincoln Ve Anakronizm

Ulaş Bingöl'ün yazısı...

                                                       “Bütün köleler özgür olana kadar hepimiz köleyiz”
Abraham Lincoln

Başbakanın geçen hafta, Türkiye ve Ortadoğu’da 150 milyondan fazla kişinin izlediği ve haftalık 2,5 milyon dolarlık kazanç sağlayan Muhteşem Yüzyıl dizisini tarihi gerçekleri saptırması nedeniyle eleştirmesi medyada uzunca süredir sözü edilen tartışmayı yeniden alevlendirdi. Muhteşem Yüzyıl dizisinin konu aldığı dönem, Osmanlı Devleti’nin mimariden edebiyata, savaştan devlet yönetimine hemen her alanda en mükemmel yıllarını yaşandığı Kanuni Sultan Süleyman’ın tahta olduğu 16. yüzyıldır. Bu devrin edebiyat ve sinema için oldukça zengin malzeme barındırdığı ortadır. Nitekim edebiyat ve sanatın ilham aldığı temel konular arasında tarihi olay ve kişilerin büyük bir yerinin olduğunu vurgulamakta fayda var. Tarihi olayları ve şahsiyetleri konu alan birçok edebi metin ve sanat eserinin mevcut olduğunu, biraz bu alanlara yakın olan birisi bilir. Muhteşem Yüzyıl yapımcılarının konu seçiminde isabetli bir karar verdikleri aşikârdır. Lakin konunun sanat düzleminde her ne şekilde işlenirse işlensin bazı tepkileri alacağını da ön görmek gerekir. Geçen aylarda, gene tarihi bir şahsiyet olan Abraham Lincoln’un hayatını beyazperdeye aktaran “Abraham Lincoln, Vampir Avcısı”  filmi de gerçeklik ile kurmaca arasındaki sınırın ne olması hakkında bir tartışma zemini meydana getiriyor. Biz Muhteşem Yüzyıl dizisi ile “Abraham Lincoln, Vampir Avcısı”  filmini anakronizm çerçevesinde inceleyip karşılaştıracağız.

Arkadaşımın tavsiyesi ile izlediğim  “Abraham Lincoln, Vampir Avcısı” adlı filmden epeyce etkilendiğimi itiraf edeyim. Öncelikle arkadaşım beraber izlemeyi tavsiye ettiğinde, isminden olsa gerek filme biraz mesafeli yaklaşmıştım. Sonuçta tarihsel gerçekliği olan bir kişi hayal ürünü olan bir isimle adlandırılıyordu: Vampir Avcısı Lincoln. Bu da benim filme şüpheyle yaklaşmama neden olmuştu. Çünkü gerek romanda gerek sinemada tarihi şahsiyetlerin birinci kahraman olarak işlenmesinin bazı sakıncaları vardır. Öncelikle bu kişiler edebiyat ve sinemaya aktarılırken gerçeklikten kopmalar şüphesiz kaçınılmazdır. Bu da bu türden eserlerin sıkça eleştirilmesine yol açmakta, uzun uzadığa tarihi şahsiyetlerin özel hayatları ile ilgi spekülasyonların dolaşmasına zemin hazırlamaktadır. Zaten sinema veya romanın temelinde her ne kadar gerçekliği yansıtma gayretleri söz konusu olsa da kurmaca vardır. Kurmaca metinlerden tarihi gerçekleri yakalama çabasına girmek de bence boşuna bir uğraş olacaktır. Çünkü metnin sadece bu amaca hizmetle yazıldığını söylemek zordur. Öyle olsaydı her roman ve sinema senaryosunun tarih kitabından farkı olmazdı. Bu perspektiften baktığım için, romanda ve sinemada tarihi şahsiyetlerin eğer işleneceklerse birinci kahramanlar değil de üçüncü kişiler şeklinde bir yer edinmeleri gerekir. Böyle bir düşünceye sahip olmam hesabıyla sinemaya bazı ön yargılarımla beraber gittim, fakat film bitikten sonra gerçek ile kurmacanın barış içinde bir arada olabileceğini öğrendim.

Köleliği kaldıran, özgürlük ve eşitlikle özdeşleştirilen Amerikan başkanı Abraham Lincoln neden vampir avcınsa dönüştürülmüştü? Kan emen kişileri öldüren bir başkan neye hizmet ediyordu ve kan emiciler neyi simgeliyordu? Filmin hemen başında beyaz bir çocuk (Lincoln) zenci bir çocuğu, efendisinden kırbaç yediğini gördüğünde buna engel olmaya çalışıyor ve ikisi birden kırbaç yiyor. Irk ayrımının getirdiği zulümden hem beyaz hem zenci beraber etkileniyor. Filmin başında böyle bir sahnenin verilmesiyle, herhalde zencilere eziyet edenlerin farklı türden beyazlar olduğu tezi ortaya atılmış oluyor. Lincoln’un fakir ailesinin borçlarını ödeyebilmek için yanında çalıştığı zengin kişi bir vampir olarak tasvir edilmiş. Aynı zamanda bu vampir Lincoln’un annesinin ölümüne de neden olacaktır. Lincoln, annesinin öcünü alabilme hırsıyla büyür ve korkularını yenerek annesini ölümüne neden olan vampirin peşinden gider. Fakat vampiri öldüremez, onu vampirden kurtaran başka bir vampir olacak. Bu vampir, iyi niyetli ve diğer vampirler ile mücadele edecek kişileri yetiştiren biridir. Nitekim Lincoln’u da kan emici vampirleri öldürmesi için eğitir. Lincoln’un sahip olduğu güçleri ortaya çıkarmasına yardımcı olur.

Bu arada Lincoln bir esnafın yanında çalışmaya başlar. Aynı zamanda hukuk eğitimini alır. Arkadaşı ilk av olarak kan emici bir esnafı gösterir. Dikkat çekici olan filimde bütün vampirler ya bir bankacı ya bir tefeci ya da bir hayduttur. Lincoln teker teker vampirleri öldürür. Fakat aynı zamanda siyasete girer, ta ki başkan olana kadar mücadele eder. Annesinden öğrendiği “bütün köleler özgür olana kadar hepimiz köleyiz” sözünün arkasından giderek zencilerin özgürlüğe kavuşması için çaba gösterir. Ama karşısında köleliğin kalkmasını istemeyen aristokratlar ve onlarla işbirliği yapan vampirler vardır. Vampirlerin Güneylilerle beraber olmaları filmin en ilginç yönlerinden biridir. Aslında verilmek istenen mesaj “siz zencileri ezenler Amerikalılar değil, vampirlerdi”. Filmin yapımcılar, bu şekilde kara bir leke olan ırk ayrımının izlerini Amerika tarihinden silineceğini düşünüyorlardır herhalde. Her neyse Lincoln, Güneylileri yendikten sonra köşesine çekilir. Kendisine ısrarla ölümsüzlüğü seçmesini isteyen vampir arkadaşına karşı çıkarak, tiyatroya gider ve öldürülür. (yani insan olmayı seçer)

Amerikan burjuvazisinin eleştirildiği bu film, kurmaca olarak mükemmel ama kendi gerçekliğini oluşturmaya çalışan bir kurmaca. Beyaz ile zencinin aynı prangalara vurulduğu iddiası belki zorlama olabilir. Fakat geçmişte yaşanan problemden derslerin çıkarıldığı herhalde en güzel böyle anlatılırdı: “ben de seninle aynı acıyı çektim” (gerçekte olmasa da). Bir nevi günah çıkartmaya benzeyen bu filmi, kendi gerçeğini oluşturmaya çalışan anlayışın bir tezahürü olarak görmek gerekir.

Gelelim Muhteşem Yüzyıl dizisine. İlk gösterime girdiği sezonda setine saldırılan ve çoğu muhafazakâr kesimler tarafından yerden yere vurulan bu dizi neye hizmet ediyor?  Bu sorunun cevabı aslında filmin haftalık kazandığı parayla ilişkilidir. Kapital düzende sanat Marx’ın deyimiyle bir emtiadır ve asıl gayesi para kazandırmaktır. Yoksa filmin yapımcılarının oturup da “biz Osmanlı devletini nasıl kötü gösterebiliriz” diye fikir jimnastiği yaptıklarını zannetmiyorum. Ama para kazanma gayesi ile girişilen sanat kendiliğinden bazı problemleri beraberinde getirir ki bunun sonucuna da sanatı icra edenin katlanması elzemdir. Muhteşem Yüzyıl, Kanuni’nin hareminde meydana gelen birtakım entrikalar ve çıkar çatışması üzerine kurulan bir dizidir. Kanuni’nin dizideki imajı, Hürrem Sultan’a duyduğu aşkla gözünün kör olduğu, burnun dibinde olup bitenleri bile fark edemediğidir. Bunlar, bir cihan imparatoru için tabiî ki kötü imajlardır. Dizide Kanuni’yle ilgili iyi imajlarında verildiği doğrudur. Savaş dehası, problemleri çözmedeki kabiliyeti gibi. Fakat filmi izleyen kitlenin zihninde bu özelliklere sahip Kanuni imajının oluşmadığını görmekteyiz ki filmi eleştirenlerin çoğu, bunlar arasında başbakan da var, bu sebeple filmi suçlamaktadırlar.

Filmin yapımcılarının ve filmi beğeniyle seyreden güruhun eleştirilere tepkisiyse hayli ilginçtir: “bu bir kurmaca eserdir, ister istemez gerçeklikler tam olarak yansıtılamıyor”, “Hem Kanuni de bir insandır, onun da zevkleri, tutkuları ve hataları vardır. Hataları olmasaydı, Şehzade Mehmed’i neden öldürdü?” Evvela birinci cevapları üzerinde duralım. Evet, Vampir Avcısı Abraham Lincoln filmini anlatırken bahsettiğimiz gibi, gerçek olaylar sanat metinlerine aktarılırken ister istemez gerçeklikten kopuşlar yaşanır. Öncelikle gerçeği olduğu gibi metne aktarmak sanatın asıl işlevi değildir. Öyle olsaydı en güzel sanat eserleri fotoğraflar olurdu. Sanat gerçeği yeniden inşa eder ve muhatabının haz almasını hedefler. Ama söz konusu bir tarihi olay ve şahsiyetse o zaman ciddi sorunlarınız vardır. Çünkü tarihi şahsiyetler-hepsi değil- milletlere mal olan kişilerdir. Milletler bu gibi kişilerle gönül bağı kurmuştur. Onların maceraların, aşklarını idealize ederek anlatılmasından mutluluk duyarlar. Yaptıkları hataları ya da bilinmeyen kötü yönlerini kolay kolay benimsemezler. Bu durumdan çıkmak oldukça zor gibi görünüyor; yukarı tükürsen bıyık aşağı tükürsen sakal misali. Hem para kazanmak için kitleleri ekran başına çekeceksiniz hem de milletlerin gönüllerini kırmayacaksınız. Medyanın bunu kabul etmesini istemek saflık olur. Kitleleri-millet demiyorum- ekranın önüne zincirleyen kadının bir cinsel obje olarak tasvir edildiği, erkeğin şehvani duygularının peşinde koştuğu, hayatın bir cidal meydanı olarak gösterilmesidir. Bu gibi temler tarihi şahsiyetlerin üzerinde toplanınca bir de dizideki oyuncular kabiliyetli olunca milyonların ekran başına koşmasına hiçbir engel kalmamıştır.

Muhteşem Yüzyıl tabiî ki gerçekliği işleyecek ve kurmaca bir metin meydan getirecek ama anakronizme girmemek şartıyla. Anakronizm bugünün değer yargılarıyla geçmişi yorumlamak demektir. Dizinin, olay örgüsünden kullanılan kıyafetlere kadar hemen hemen her şeyde anakronizm göze çarpıyor. Birincisi, Hürem Sultan ile Mahi Devran Sultan arasındaki Kanuni’ye sahip olabilme yarışı bugünkü dizilerde sıkça kullanılan bir konudur ve bunu o döneme uygulama çabası açıkça görünmektedir. Halbuki, o dönemde haremde böyle bir mücadelenin en azından dizide anlatıldığı gibi yaşanamayacağını tarih kitaplarına bakınca öğreniyoruz. (bk. Büyük Osmanlı Tarihi Yılmaz Öztuna) Aynı şey Pargalı İbrahim Paşa ile Kanuni arasındaki ilişkide görünüyor. Devleti Kanuni değil de İbrahim Paşa yönetiyor mesajı da yaşadığımız devirden çalınmış bir temdir. Ya devleti ele geçirmeye çalışan şeyh, Kurtlar Vadisi’ndeki derin devlet yapılanmasını akla getirmiyor mu?

Dizide, kullanılan elbiselere gelince tamamen anakronik bir durumla karşı karşıyayız: sultanların dekolte giyinmesi acaba nereden alınmış, hangi medeniyete öykünmüş merak ediyoruz. (19. yüzyılda Avrupa’da bile dekolte giyinilmediğini hatırlatayım) İbrahim Paşa’nın keman çalması tamamen tarihi bir saptırma. Dizide kullanılan günümüz kemanı 19. yüzyılda en son şeklini aldı hâlbuki dizi 16. yüzyılı anlatıyor. Sözü kısa kesmemiz icap eder lakin bu gibi örnekleri devam ettirirsem yirmi sayfalık bir yazı ortaya çıkar. O zaman burada gerçekliğin sanat gayesi ile saptırıldığı ve derin bir anakronizmin söz konusu olduğu sonucunu çıkarabiliriz.

Şimdi gelelim dizinin yapımcılarının ikinci savunmalarına; “Hem Kanuni de bir insandır, onun da zevkleri, tutkuları ve hataları vardır. Hataları olmasaydı, Şehzade Mehmed’i neden öldürdü?” Evet biz de size katılıyoruz, Kanuni’nin de hataları var tutkuları söz konusudur. Bu tutkuları bazı hatalar da yapmasına neden olmuştur. Lakin tarihi bir olay değerlendirilirken yargılamaktan kaçınılır ancak onun yorumu yapılır. Ayrıca tarihi bir olay kendi devrinin şartları göz önünde bulundurularak değerlendirilmeli ki anlamlı olsun. Yoksa 21. yüzyılın değer yargılarına göre 16. yüzyılı yorumlamak bizi tarihi gerçeklerden tamamen koparır. Çünkü iki yüzyıl arasında uçurum denebilecek kadar fark vardır. Evvela o zamanlar devletler ve toplumlar monarşiye göre örgütlenmişken şimdi demokrasi ve cumhuriyete göre örgütlenmiştir. Bu örgütlenme biçimlerinin üreteceği siyasi ve ahlaki değerler (dini değerleri ayrı tutuyorum) birbirinden tabikî farklı olacaktır. 16. yüzyılda bir padişahın devletin bekası için tehdit gördüğü oğlunu öldürmesi siyaseten uygun görünmüş olabilir. Ama bugün böyle bir siyasi değeri savunan birine rastlamak zordur. O yüzden Şehzade Mehmed’in infaz edilmesini sadece Kanuni’nin bir hatası olarak ele alıp onun yaptığı asıl büyük işleri gölgelendirmek iyi niyetli bir çaba olmasa gerek. Muhteşem Yüzyıl, bu noktada ne sanatın kurallarına uymuş ne de milletin geçmişine duyduğu muhabbete kulak asmıştır.

Şimdi gelelim iki filmi karşılaştırmaya: Yukarıda bahsedildiği üzere Amerikalılar geçmişlerinde işledikleri suçların kefaretini ödeyebilmek için tarihi olayları saptırıp anakronizme girerken bizim film yapımcılarımız geçmişten intikam almak niyetiyle hareket etmekteler. Niyetiyle demek biraz ağır olabilir fakat sanatlarının ortaya çıkardığı sonuç bu maalesef. Kanuni’nin savaşlarının dizide oldukça az işlenmesi de ayrıca eleştirilmesi gereken bir nokta. Madem para kazanma niyetindesiniz insanların sadece aşk ve entrikalar için ekranın karşısına geçmediğini unutmayın. Gişe rekoru kıran Holywood filmlerinin kaçı sadece aşk ve entrika konusu işlemiz ki. Yoksa Kanuni’nin savaşlarını ve fetihlerini işlemek işinize mi gelmiyor?

Amerika’nın köleliği kaldıran başkanlarına duydukları minnet duygusunun dışavurumu Vampir Avcısı ismiyken acaba bizim Kanuni’ye atfettiğimiz isim nedir. Dizi bir isim vermemiş ama kitlelerin zihninde bir Don Juan’ın oluştuğu kesindir. Tarihler milletlerin hafızasıdır, ama o hafızaya uygun olmayan ve yalan olan bilgileri yerleştirmeye kalkarsanız milletler hafızalarını kaybederler. Başbakan günlerdir sözlerinden dolayı eleştiriliyor. Ben de şimdi size iki filmi karşılaştırmanızı ve başbakanın haklı olup olmadığını soruyorum?