Himmet UÇ
Münacaat Şinasi ve Bediüzzaman
Divan şiirinde bir münacaat nazım şekli vardır. Allah’a kurtuluş ve sığınma olarak yapılan dualar. Divan şiirinde münacaat sadece kendini aciz ve zavallı göstermek suretiyle Allah’a itiraflarda bulunmak ve onun yardımını talep etmektir. Şinasi Tanzimat döneminin önemli bir yazar ve şairidir, onun yazdığı Münacaat lise kitaplarında üniversitede metin olarak okutulur. Bu münacat klasik münacaatın dışında özellikler taşır. Şiirin ilk sekiz beytinde Allah’ın icraatını sayar ve büyüklüğüne delil olarak gösterir. Bu bilgiler 18-19 yüzyıllarda gelişen bilimlerin verileri ile değil de klasik divan münacaatına göre sıralanmışlardır. Bunları yazmak dinden haberi olan bir kişinin yazdıklarıdır, çünkü birçoğu ayet ve hadislerin mealleri ile örtüşmektedirler.Onbirinci beyitte klasik düşünceye aykırı bir ifade vardır.
Vahdet-i zatına aklımca şehadet lazım
Van u gönlümle münacaatı ibadet lazım.
Bediüzzaman son yüzyıllarda aklın tatmin edilmesini gerektiğini ve aklın hasta olduğunu söyler.” Bediüzzaman bir büyük bir hastahane külliyesidir. Özellikle bütün kitaplı dinlere ait olan itikadı konulardaki hastalanmış olan aklın gördüğü dejenere telakkilerin hepsini gözden geçirmiş sağlıklı ve vahyin terbiyesini almış olan aklın ışığında itikadı bir teşrih-i bedeni insani masasına anatomi masasına yatırmış ve kişiyi, ve itikadi temayı tedavi etmiştir. Mesela Onuncu söz bir teşrihat masasıdır, Bediüzzaman orada yanlış olan haşir konusundaki itikadi yanlışları tedavi eder . Klasik dinde hasta insan yoktur, herşey sağlam bir insana hitap eder. Ama Bediüzzaman ise hasta insana ve hasta topluma , hasta Müslümanlık uygulamalarını tedavi eder. Mesela melaike konusundaki ifadeleri ne kadar hastalığı geniş boyutta gördüğünü gösterir.”
İkinci Esas Melâikenin vücuduna ve ruhânîlerin sübutuna ve hakikatlerinin vücuduna bir icmâ-ı mânevî ile-tâbirde ihtilâflarıyla beraber-bütün ehl-i akıl ve ehl-i nakil, bilerek, bilmeyerek ittifak etmişler denilebilir. Hattâ, maddiyâtta çok ileri giden hükemâ-i İşrâkiyyunun Meşâiyyun kısmı, melâikenin mânâsını inkâr etmeyerek, "Her bir nevin bir mahiyet-i mücerrede-i ruhâniyeleri vardır" derler. Melâikeyi öyle tâbir ediyorlar. Eski hükemânın işrâkiyyun kısmı dahi melâikenin mânâsında kabule muztar kalarak, yalnız yanlış olarak "ukùl-ü aşere" ve "erbâbü’l-enva" diye isim vermişler. “Bu cümleyi kuran şahıs felsefe tarihi içinde melaike hakikatına bakışları bilmeden bu emmuzec eleştiriyi yapamaz, sentezi kuramaz. Bu sadece melekler konusunda değildir daha çok konuda Bediüzzaman hastalığı tedavi eder. Bediüzzaman ve hasta toplumun aklını çok yönlü tedavi bir büyük çalışma olur. Aslında artık genel temalardan değil özel temalardan Bediüzzaman’a gitmek gerekir. Mesela yüzyılın hasta toplumu ve melekatı akliye ve Bediüzzaman diye bir sempozyum yapılabilir. Nübüvvet ve haşir vs meselelerden ziyade ayrıntıda genele gidilmesi gerekir. Toplumun gündemine hasta aklın tedavisinden girilebilir, çünkü kimse aklının hasta olduğunun farkında değil. Dikkat edilirse Bediüzzaman namaz bahislerinde de namaz konunusundaki hasta telakkilerden bahsi anlatır.”Namaz kılmayan insan ve namazdan hoşlanmayan nefsim” bir hastalık sözdüdür. Daha başkaları da öyle . Toplum anlama özürlüdür. Dolayısıyla Bediüzzaman leitmotif tekrarlar gibi “ anlamak istersen “ cümlesini çok tekrar eder, burada anlamakta özürlü olan bir insan vardır. Nasıl Allah leitmotif tekrarlar ile vurgu yapar ve kizbinüzerinde durur aynen öyle de Bediüzzaman sürekli belli hasta kavramları nazara arzeder.
Şinasi Münacaat
Hak-teala azamet aleminin padişehi
La-mekandır olamaz devletinin taht-gehi
Hasdır zat-ı ilahisine mülk-i ezeli
Bi-hudud anda olan kevkebe-i lemyezeli
Eser-i hikmetidir yerle göğün bünyadı
Dolu boş cümle yed-i kudretinin icadı
İzzet ü şanını takdis kılar cümle melek
Eğilir secde eder piş-i celalinde felek
Emri vech üzre yer eyler gece gündüz hareket
Değişir tazelenir mevsim-i feyz ü bereket
Pertev-i rahmetinin lemasıdır ayla güneş
Tab-ı hışmından alır alsa cehennem ateş
Şerer-i heybet-i ulviyyesidir yıldızlar
Anların şulesi gök kubbesini yaldızlar
Kimi sabit kimi seyyar be-takdir-i Kadir
Tanrı'nın varlığına her biri bürhan-ı münir
Varlığın bilme ne hacet küre-i alem ile
Yeter isbatına halk ettiği bir zerre bile
Göremez zatını mahlukunun adi nazarı
Hisseder nurunu amma ki basiret basarı
Vahdet-i zatına aklımca şehadet lazım
Can ü gönlümle münacat ü ibadet lazım
Şinasi aklın tatmin edilmesini ister, Avrupa’da Paris’te oğust comte ile görüşmüştür, o filozofa Kırkıncı Hoca Efendi Hazretleri “ öküz kont “ derdi. Yıllar sonra bu öküzü görünce hatırladım. Şinasi ondan etkilenmiş ama yine de itikadını korumuştur, bazı arızalarla. Şinasi o günün Avrupasından ülkesine döndüğünde şiirlerinde hasta aklın bozduğu bir kısım mesaile temas eder, ama genel değil. Bediüzzaman da aklın tatmin edilmesi gerektiğini söylerken hastalığı daha büyük çapta görmüş, hastalığın cemiyet ve itikad ve sosyal bünyede görüldüğü yerleri bir din sosyoloğu ve patolojisti gibi görmüş ve tamir etmiştir.
Neşe-i şevk ile âyâtına tapmak dilerim
Anla var Hâlik'ıma gayrı ne yapmak dilerim
Bu beyitte Şinasi aklım tatmin olursa neşe ve şevk ile sana tapmak isterim der ki doğrudur, Bediüzzaman’ın etrafında yer alanlar bu neşe ve şevki izahların sonunda edinmişlerdir.
Bediüzzaman ilim tarihinin cerbeze ile bozduğu atom konusunda da bahsi vahyin ışığında tamir eder ve der “ Daha bu beş numûne gibi belki beş bin hikmetle tahrik olunan zerrâtın tahavvülâtını, oakılsız feylesoflar hikmetsiz zannetmişler “ Bediüzzaman ‘ın aklı öğle yerlerde dolaşır ki adeta hastahanenin teşrih odalarında dolaşan bir insan gibi toplumun hastalıklı her yerini görmüş ve gerek kitaplar gerek insanlar ile görüşmelerinde tedaviyi görmüştür. Çok çoğrafya ve çok insan , çok devir ve zulüm görmek işte hastalıkları belirlemek içindir.
Ey Şinasi içimi havf-ı ilahi dağlar
Suretim gerçi güler kalb gözüm kan ağlar
Eder isyanıma gönlümde nedamet galebe
Neyleyim yüz bulamam ye's ile afvım talebe
Ne dedim tövbeler olsun bu da fi'l-i şerdir
Benim özrüm günehimden iki kat bed-terdir
Nur-ı rahmet niye güldürmeye ruy-ı siyehim
Tanrı'nın mağfiretinden de büyük mü günehim
Bi-nihaye keremi aleme şamil mi değil
Yoksa alemde kulu aleme dahil mi değil
Kulunun za'fına nisbet çoğ ise noksanı
Ya anın kahrına galib mi değil ihsanı
Sehvine oldu sebeb acz-i tabii kulunun
Hem odur alem-i manide şefi'i kulunun
Beni afvetmeğe fazl-ı ilahisi yeter
Sanma hâşâ kerem-i na-mütenahisi biter
Bediüzzaman’ın Münacaatına gelince, Bediüzzaman eserinde bütün kainatı konuşturur, onların ilimlerle sabit olan hakikatlarını ve fonksiyonlarını sayar , onlara o görevleri yükleyen Allah’ı anar ve onların fonksiyonlu halleri ile dua eder. Divan şiiri ve daha sonraki dönemlerde yapılan münacaatlarla bu metin çok yönden ayrılır. Bediüzzaman bu konuda da tecdid yapmış yeni bir dua şekli getirmiştir. Ama geleneği ve gelinen yeri ve asrı, görmüş ona göre bir dua şekli meydana getirmiştir.
Şinasi semavatı anlatırken
Hasdır zat-ı ilahisine mülk-i ezeli
Bi-hudud anda olan kevkebe-i lemyezeli
Özetle bir semavat ve yıldızlardan bahseder.
Bediüzzaman semavattan bahseder. Ama bahsin içinde o kadar çok yönlülük var ki , astronominin bilgileri ile donatılmış, mukayeseli ve akli bir yol izlenmiştir.
“Ben imanın gözüyle ve Kurân’ın talimiyle ve nuruyla ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın dersiyle ve ism-i Hakîmin göstermesiyle görüyorum ki, semâvâtta hiçbir deveran ve hareket yoktur ki, böyle intizamıyla Senin mevcudiyetine işaret ve delâlet etmesin.
Ve hiçbir ecram-ı semâviye yoktur ki, sükûtuyla, gürültüsüz vazife görerek direksiz durmalarıyla, Senin rubûbiyetine ve vahdetine şehadeti ve işareti olmasın.
Ve hiçbir yıldız yoktur ki, mevzun hilkatiyle, muntazam vaziyetiyle ve nuranî tebessümüyle ve bütün yıldızlara mümâselet ve müşabehet sikkesiyle Senin haşmet-i ulûhiyetine ve vahdâniyetine işaret ve şehadette bulunmasın.
Ve on iki seyyareden hiçbir seyyare yıldız yoktur ki, hikmetli hareketiyle ve itaatli musahhariyetiyle ve intizamlı vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle Senin vücub-u vücuduna şehadet ve saltanat-ı ulûhiyetine işaret etmesin.
Evet, gökler sekeneleriyle, her biri tek başıyla şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, derece-i bedahette, ey zemin ve gökleri yaratan Yaratıcı, Senin vücub-u vücûduna öyle zâhir şehadet, ve ey zerrâtı muntazam mürekkebatıyla tedbirini gören ve idare eden ve bu seyyare yıldızları manzum peykleriyle döndüren, emrine itaat ettiren, Senin vahdetine ve birliğine öyle kuvvetli şehadet ederler ki, göğün yüzünde bulunan yıldızlar sayısınca nuranî bürhanlar ve parlak deliller o şehadeti tasdik ederler.
Hem bu sâfi, temiz, güzel gökler, fevkalâde büyük ve fevkalâde süratli ecramıyla muntazam bir ordu ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir saltanat donanması vaziyetini göstermek cihetiyle, Senin rububiyetinin haşmetine ve her şeyi icad eden udretinin azametine zâhir delâlet ve hadsiz semâvâtı ihâta eden hâkimiyetinin ve her bir zîhayatı kucağına alan rahmetinin hadsiz genişliklerine kuvvetli işaret ve bütün mahlûkat-ı semâviyenin bütün işlerine ve keyfiyetlerine taallûk eden ve avucuna alan, tanzim eden ilminin her şeye ihatasına ve hikmetinin her işe şümûlüne şüphesiz şehadet ederler. Ve o şehadet ve delâlet o kadar zâhirdir ki, güya yıldızlar, şahit olan göklerin şehadet kelimeleri ve tecessüm etmiş nuranî delilleridirler.
Hem semavat meydanında, denizinde, fezasındaki yıldızlar ise, mutî neferler, muntazam sefineler, harika tayyareler, acip lâmbalar gibi vaziyetiyle, Senin saltanat-ı ulûhiyetinin şâşaasını gösteriyorlar. Ve o ordunun efradından bir yıldız olan güneşimizin seyyarelerinde ve zeminimizdeki vazifelerinin delâlet ve ihtarıyla güneşin sâir arkadaşları olan yıldızların bir kısmı âhiret âlemlerine bakarlar ve vazifesiz değiller; belki bâki olan âlemlerin güneşleridirler.
Ey Vâcibü’l-Vücûd, ey Vâhid-i Ehad,
Bu harika yıldızlar, bu acîp güneşler, aylar, Senin mülkünde, Senin semâvâtında, Senin emrinle ve kuvvetin ve kudretinle ve Senin idare ve tedbirinle teshir ve tanzim ve tavzif edilmişlerdir. Bütün o ecram-ı ulviye, kendilerini yaratan ve döndüren ve idare eden birtek Halıka tesbih ederler, tekbir ederler, lisan-ı hal ile Sübhânallah, Allahu Ekber derler. Ben dahi onların bütün tesbihatıyla Seni takdis ederim. “
Semavattan sonra yukarıdan aşağı sema boşluğu, yıldızlar, güneşler , aylar, bulut, berk , rad, rüzgar, yağmur, hava, su, nur , ateş , toprak, bir talimgah, meşher, orduğah olan arz, bahirler, nehirler, çeşmeler ırmaklar. Denizler, dağlar, ağaç , nebat, yaprak, çiçek, insan ve hayvanlar. Bahsin sonunda da enbiya, evliya , asfiya , hepsini bir seremonu tarzında anlatıma sokar . Fenni bilgilerle, çoğrafya, astronomi , nebatat ve hayvanat bilimlerinin verileri ile anlatır ve onların özelliklerini sayar dua eder. Bu eserler sınıflara girmeli Şinasi ‘nin metni yüz yıldır sınıflarda işte keyfiyeti ortada, Diyanet kitapları basıyor bababiyiğitler lazım Bediüzzaman sınıflara girmeli edebiyat, sanat, felsefe, fen bilimleri , psikoloji, antropoloji, fizik , kimya , metamatik , daha nice ilimler. Yoksa o metinleri klasik din algısı ile toplumun göndemine getirmek mümkün mü ?
Şiirleri var Bediüzzaman’ın kurmaca eserleri var hikaye roman ve tiyatro türünde eserler kaleme almış, aforizmaları var, Niçe aforizmaları ile yüzyıllardır insanları zehirliyor. Medresenin dört duvarı arasında kendini büyük bir zaferin mübdii gibi görmek güzel asıl zafer bunların sınıflara girip edebiyatın meseleleri haline gelmesinde.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.