Münazarat bugün nasıl yol gösterebilir-Video
Konuşmayı görüntülü olarak yayınluyoruz
Risale Haber-Haber Merkezi
Doç. Dr. Ahmet Yıldız'ın Mardin Artuklu Üniversitesinde gerçekleştirilen Münazarat Sempozyumunda yaptığı konuşma da dikkat çekmişti. Konuşmayı görüntülü olarak yayınluyoruz.
Konuşmama, değerli mütefekkir Cemil Meriç’in Said Nursi ile ilgili takrizlerinden bir kolajla başlamak istiyorum. Şöyle diyor Meriç:
"Üstad Bediüzzaman'ın eserlerini şayet ilk gençlik yıllarımda tanımış, okumuş olsaydım, büyük ihtimalle gözlerimi bu kadar erken yaşlarda kaybetmezdim... Önce Batı'ya yönelerek peşine düştüğüm hakikati, yine Doğu'da buldum. Doğu'da ise, en parlak yıldız olarak Said Nursî'yi tanıdım... Tanzimat'tan bu yana, "... 'Müslüman mütefekkir' deyince, celâdetiyle, cihadetiyle onu tanıdım, başka tanımadım."Tanzimat'tan sonra büyük İslâm mütefekkiri yok. Olsaydı, zaten bu hale gelmezdik. Yani olsaydı, bir mücadele olurdu... Hiçbir mücadele olmadı. Giyin dediklerini giydik, atın dediklerini attık. Dili de mahvettik..." Bütün bu cinayetler olurken, herkes pustu, sindi... Tek sesini çıkaran Said Nursî oldu, o kadar."
“Said Nursî kavliyle fiilini birleştirmiş insan. Mücâhit insan. …Adamı inceledikçe hürmetim artıyor.”
“Üslûb kesif ve izahlar inandırıcı. Asırları kucaklayan bir tefekkürün çağdaş idrâke seslenişi, yaralanan bir idrâke, yabancılaşmış bir idrâke. İrfanımızın madde-i asliyesi olan bu fikirleri ne kadar anlayabiliyoruz? Heyhat; ne meselenin kendisine âşinâyız, ne mefhumlara.”
“Said, dağ başında va'az eden bir mürşit. Hor görülenler, her şeyini kaybedenler, mukaddesleri çiğnenenler ona koştu akın akın. “Nass'ların yalçın duvarları arkasından geliyordu bu ses, târihin içinden geliyordu: Kabuğuna çekilmiş yüz binlerce insanı uyandırdı. Bu hayalî insanlar o konuştukça gerçekleşti.” …“ Aydının görevi fildişi kulesini yıkarak bu mazlum kitleyi muhabbetle bağrına basmak, acısını anlamağa çalışmak.”
İşte Mardin Artuklu Üniversitesi, sevgili rektörünün şahsında bugün bunu yapıyor. Bediuzzaman’ın 1910’da kavlen ve fiilen gerçekleştirdiği “birlikte düşünme çağrısına” icabet ediyor. Bir Sünneti yerine getiriyor. Söz hakkını, bugün, üstünde Arap abası, altında Türk pantolonu, başında Kürt külahı olan adama veriyor. Şimdiye kadar verilmedi, ne kazandık? Verilseydi, ne kaybederdik?
Liberal düşüncenin abidevi isimlerinden J. S. Mill, hakikat ve hürriyet arasında bir zorunluluk ilişkisi kurar. Hakikat ancak hürriyetin kanatlarında nefes alabilir, yoksa yeşeremez, ölür. Onun için, doğru ya da yanlış, her fikrin serbestçe ifade edilmesi, toplumsal faydayı azamileştirir. Yeni bir fikir yanlış olabilir; o zaman var olan doğru güçlenmiş olarak hayatına devam eder. Yeni bir fikir doğru olabilir; o zaman var olan yanlışla yaşamaktan kurtulmuş oluruz. Bir fikir kısmen doğru olabilir. O zaman, biz de kendi doğrularımızı kısmen tashih ederek tam doğrular haline getiririz. Onun için, Mardin Artuklu, kürsüyü Bediuzzaman’a vererek, insanın hakikat arayışına konulmuş köhne rezervleri bugün kaldırıyor.
Üniversiteler, fikrin toplumsal fayda ve hakikat hatırına serazad kılındığı ortamlardır. Bu ortamların fikri şizofreniye kapılarak tekçi düşüncenin bekçiliğinin yapıldığı “kale”ler olmaktan çıkarak, kendisini beşeri çoğulculuğun hür maviliğinin enginliğine açması, ülkemiz ve insanlık için büyük bir kazançtır. İşte, gerçek üniversite budur; yerelle evrenseli, tarihle bugünü eşzamanlı olarak kucaklayabilen basiret ve açık görüşlülük, üniversitenin olmazsa olmazıdır.
Bugün güzel bir ilki yaşıyoruz. Bu topraklarda yetişen ama insanlık çapında bir tefekkür ve tahassüsün temsilcisi olan, hürriyet, adalet ve şefkat abidesi Bediuzzaman’ın, bu toprakların barışına yaptığı katkıyı güncelleyecek bir müzakereyi başlatıyoruz.
-Münazarat gibi bundan yüzyıl önce kaleme alınmış bir metni nasıl değerlendirmeliyiz? Ya da değerlendirirken nelere dikkat edilmeli?
Bir metin, yazıldığı dönem, yazarın kişiliği ve ne söylediği açısından etüd edilebilir. Münazarat, henüz değeri teslim edilememiş ve küresel bilgi paylaşım ağına yeterince dahil olamamış olsa da, siyasi düşünce tarihinin klasikleri arasında gösterilmeye değer bir eserdir. Bu eser, hem dönemi, hem yazarı, hem de muhtevası açısından ayrı ayrı değerlendirilebilir. Siyasi rejimin değiştirilerek saltanattan anayasal monarşiye geçilen bir dönemde kaleme alınan bu eser, o dönem itibariyle Osmanlı devletinin sosyo-politik gündemi açısından öne çıkan ve halk katında da önemli yansımaları bulunan problem alanlarını konu edinmektedir. Meşrutiyet-İslam ilişkisi, hürriyetin İslam açısından nasıl konumlandırılacağı, adem-i merkeziyet ve ana dilde eğitim ekseninde geniş toplumla bütünleşmeye dayalı İslam ve milliyetçilik ilişkisinin zemini olarak İslam milliyeti anlayışı, ittihad-ı İslam’a ilişkin engeller ve vesileler, maddi terakkinin nasıl sağlanacağı, adem-i merkeziyet gibi konular, İslam referans alınarak, Şark aşiretlerinin ileri gelenleri kadar diğer mensuplarının da soruları ve Bediuzzaman’ın cevapları ile tartışılmaktadır. Tartışma metodu Kürt medreselerinde izlenen “geleneksel” münazara metodudur. Aktarıcı ve dinleyici ilişkisinden çok aktif sorgulayıcı ve fa’al cevap verici ilişkisini esas alan bu müzakere metodu, “ağam bilir” ataleti ve dun-himmetliliği ile malul, samimi ve ateşin bir topluluğu hem kendilerinin hem de İmparatorluğun problemlerine çözüm ortağı yapma gibi bir sonuca sahiptir.
Münazarat değerlendirilirken dikkat edilmesi gereken en önemli noktalar şunlardır: O zaman kullanılan kavramların bugünkü karşılıklarını doğru koymak, dillendirilen soruların tarihi arka planına nufuz etmek ve dile getirilen hususların, İslam’ın devlet dini olduğu, devletin de bir ulus devlet olmadığı bir siyasi referansa dayandığını unutmamak.
Münazarat Kürt meselesini hangi temel prensipler üzerinden tanımladı? Bugün problem onun tanımladığı dönemle ne tür benzerlikler ya da farklılıklar içeriyor?
Münazarat, Kürt meselesini üç ana problem etrafında ele alır: Modern eğitimin yokluğu, medreselerin yozlaşmışlığı ve ihtiyaçlara cevap veremeyişi, okullaşma oranının düşüklüğü gibi gösterenlerden hareketle cehalet meselesi bu üçün en önemlisidir. Kürtlerin büyük çoğunluğunun ticaret ve zanaatkarlıktan uzak oluşu, sadece tarım ve hayvancılıkla meşgul olması, eğitimlilerin de memuriyete kapılanması, teşebbüs kültürünü yok etmiş ve maddi gelişmeyi engelleyerek yoksulluğu yaygınlaştırmıştır. Nihayet, bu ikisinin de beslediği, aşiret bağlanmasına dayalı himmet darlığının yol açtığı sürekli çatışma hali yani ihtilaf, hem ekonomik geri kalmışlığı, hem de önemli bir güvenlik açığını ortaya çıkarmıştır. Merkezi idarenin ve Kürtçe bilmeyenlere dönük eğitim verebilecek kurumların yokluğu da dikkatle üzerinde durulan iki husustur.
Bugün de Kürt meselesi bir insan hakları meselesi olarak ele alındığında karışımıza, kimlik, kültür ve dille birlikte eğitim konusu çıkmaktadır. Bediuzzaman’ın İslam camiasının bir parçası olarak kalmayı veri olarak alan yaklaşımında, milliyetçi odaklı bir problem tanımlaması ve çözüm perspektigi bulunmaz. Bu sebeple, Medresetü’z-Zehra yoluyla, Kürt meselesinin kimlik ve dil boyutları serbestiyet temelinde çözüme kavuşturulurken, siyasi adem-i merkeziyetçiliğin kopuşa yol açma ihtimali, Bediuzzaman’ı idari adem-i merkeziyetçi bir bakış açısına götürür. Federatif nitelik taşımayan kültürel çoğulculuğu mümkün kılacak bir adem-i merkeziyet perspektifi bu konuda kanaatimce Bediuzzaman’a atıfla söyleyebileceğimiz bir perspektiftir. Bediuzzaman, o zaman da üç boyutuyla var olan, bugün çok daha güçlü milliyetçi bir boyut kazanmış olan Kürt meselesini, insanlık ve İslamiyet paydalarında temellendirir ve milliyetçi çerçeveyi, hem problem alanlarının tanımlanması, hem de çözüm perspektifi olarak reddeder. Bu çerçeve, bugün, dün olduğu kadar güncel bir çerçevedir.
Münazarat sorunun çözümü adına ne vaad ediyor? Bugün nasıl yol gösterebilir?
Münazarat, Kürtlerin kendi kimlikleriyle var olduğu, anadilleriyle konuşabildiği, isterlerse Kürtçeyi eğitim dili olarak kullanabilecekleri, etnik çoğulculuğa federal nitelik taşımayan idari adem-i merkeziyetçi bir çerçeveden bakılan, kardeşlik duygusunun yeniden tesisi için çok dilli-tek tek kimlikli (İslam) bir tasavvuru esas alan, milliyetçi aidiyetin İslami bağlanmayı ötelemediği dolayısıyla, her millete bir devlet fetişizminin reddedildiği çoğulcu, adil ve barışçı bir çözüm vaadetmektedir. İslami bağlanmayı dışlayan her türlü çözüm yaklaşımı, liberal olanlar dahil, milliyetçi temelde siyasal toplumun ayrışarak kopmasını önleyebilecek bir kapasiteye sahip değildir.
Şimdi, Münazarat’a ilişkin birkaç belirleme ile konuşmama devam etmek istiyorum.
1)Tarihi Bağlam
1907’de Medresetü’z-Zehra projesini Padişaha anlatmak ve bunun finanse edilmesini sağlamak üzere geldiği İstanbul’da, Üsküdar’daki Toptaşı Tımarhanesinde kendisini bulan, 31 Mart hadisesinden sonra ise idamla yargılanırken Bekir Ağa Bölüğü Nezarethanesinde tutulan Bediuzzaman, bu musibetlerin verdiği derslerin ikmaline dayanan “iki mektepten” diplomasını aldıktan sonra, İstanbul siyasetinin tarafgir ve zalim karakterinin kararttığı manevi atmosfere daha fazla dayanamaz ve kendisini Kürdistan’ın “dağ ve ovalarında” kurulu olan ders kürsüsüne atar. 1910 yılında döndüğü Van’ı merkez tutarak, tüm Doğu-Güneydoğu Anadolu illerini dolaşır.
Bölge, Bediuzzaman’ın “Temmuz’un inkilab-ı mesud”u olarak andığı anayasal monarşiye geçişi sağlayan Kanun-ı Esasinin yürürlüğe konması, yaygın tanımlamasıyla “inkılab-ı azim” olarak adlandırılan Hürriyet’in ilanının doğurduğu zihni karışıklık ile çalkalanmaktadır. İmparatorluğun Avrupa vilayetlerinde sevinçle karşılanan bu büyük değişiklik, Anadolu’da, özellikle de Kürtlerin meskun olduğu bölgelerde büyük istifhamlar doğurmuştur. “Kürtlerin babası” olarak anılan Sultan Abdulhamid’in tahttan indirilmesi ve sonrasında gelişen olaylar, hem aşiret liderleri ve şeyhlerin, hem de sade insanların Hürriyet’in ilanı ile kendi aralarına koydukları mesafeyi arttırmıştır.
2) Metod ve Üslup
Türkçe olarak 1911’de yayımlanan Münazarat, Meşruti geleneğe uygun olarak, sade insana katılımcı bir ruh üfleyerek onlarla “birlikte düşünme”yi temsil eder. Soru ve cevaplara dayalı diyalog dilini kullanan eski Yunan düşünürleri, mesela Plato, bunu kendi pozisyonunu her durumda haklı çıkaracak bir örgü içinde yapar. “Cedel” olarak adlandırılan bu yaklaşımın aksine, yine iddia sahibinin (muallil) tezini ortaya koyması ve savunması, buna karşılık dinleyenlerin (sail) de açık, samimi, dürüst ve kendi pozisyonlarını ve tezlerini tahkim etmek yerine yalnızca gerçeği bulma kaygısıyla soru sordukları bu diyalog, bir “birlikte düşünerek” doğruya ulaşma çabasıdır. Bu yüzden Münazarat olarak adlandırılmıştır.
Bu anlamda Münazarat, sade insanı siyasi karar verme sürecinin meşru ve ehil bir aktörü olarak değerlendirmenin, dolayısıyla Meşrutiyetin katılımcı ruhunun pratik bir temsilidir. Urfa’da problemlerini sorduğu bir köylünün; “Ağam bilir” cevabı üzerine, “O zaman ben de, senin ağanın cebindeki aklınla konuşuyorum” diyerek, Kürtleri akıllarını kullanmaya çağırır ve bir sözü kim söylerse söylesin akıl süzgecinden geçirmeye davet eder. Kürtler nezdinde İslami Aydınlanmanın öncülüğünü yapar. Böylece, aşiret, tarikat, cemaat, şef, ideoloji, örgüt ya da devlet adına geliştirilen önermelerin bireysel aklın süzgecinden geçirilmesinin önemini vurgular. Problem alanları da, bunların çözümleri de birlikte düşünülüp tartışılmakta, “sahipsiz bir kavmin” sahipsizliğinin nasıl giderilebileceği somut olarak ortaya konmaktadır. Bediuzzaman’ın Münazarat’ı, demokratik düşünce tarihinin paha biçilmez klasiklerinden biridir. Bu klasik eserde milliyet fikrinin İslam ve meşrutiyet/demokrasi ekseninde tanımlanarak kavranması, bize bugün bir arada barış içinde yaşamak için gerekli “birlikte düşünme” sürecinin ana parametrelerini de ortaya koymaktadır. Yeni Anayasa, böyle bir sürecin ürünü olduğunda umumi kabule mazhar olacaktır.
Münazarat’ın ilk sorusu, İstanbul’da bunca yaşadıklarından sonra kendilerine getirdiği şeyin ne olduğudur. Bediuzzaman’ın cevabı sadedir: ”Müjde getirdim.” “Meşrutiyetin ne miktarı bize gelmiş? Ve niçin bütün gelmiyor?” sorusuna karşılık da, “Şimdi olmasa bile yüz sene sonra tamamen cemalini göreceksiniz” diyerek 1908 den günümüze işaret eder. Münazarat’ın müjdesine, tüm akillerin ihtiyacı bulunmaktadır. O yüzden, yayımlanışının üzerinden yüz yıl geçmiş olsa da, şimdi Münazarat zamanıdır.
3) Temalar
“Azametli Bahtsız Bir Kıt’anın (Asya), Şanlı Tali’siz Bir Devletin (Osmanlı), Değerli Sahipsiz Bir Kavmin (Kürt) Reçetesi” yahut Bediuzzaman’ın Münazarat’ı iki aylık bir süre içinde te’lif edilmiş ve 155 soru ve cevaptan oluşmuştur. Münazarat isimli eserin muhtevasını, meşrutiyetin ve hürriyetin İslam’a uygunluğu, gayrımüslimlere tanınan haklar, Müslüman toplumların sosyo-ekonomik gelişmelerinin nasıl sağlanacağı, milliyet fikrinin İslam ve meşrutiyetle nasıl ilişkilendirileceği ve İttihad-ı İslam’ın temini gibi konular meydana getirmektedir.
SONUÇ
1-1911 tarihli Münazarat eseri, modernizmin ve etnik milliyetçiliğin Osmanlı Devletini çözücü etkilerinin Kürtler özelinde nasıl önlenebileceğine ilişkin İslam merkezli bir bakış açısı sunar.
2-Milliyet duygusunu bir üst aidiyet olarak kabul edip Kürtleri aşiret bağlanmasını aşan bir hamiyete davet eder. Milli hamiyeti de İslami hamiyetin içine oturtarak, Kürt-Türk-Arap aynasından İslam hamiyetini yansıtır.
3-Kürtlerin Türklerle bir arada yaşama ortak paydasını meşrutiyet-i meşrua olarak tanımlar.
4-Birlikte yaşama sürecine Kürtlerin katkıda bulunabilmesi için, onlara, husumet hastalığını İslamiyet’in tanımladığı milliyet duygusuyla aşmayı ve cehaleti izale için de marifet-fazilet ekseninde çok dilli bir eğitimi merkeze alan Medresetü’z-Zehra modelini önerir. Türkçe ve Arapça gibi bir dil olarak Kürtçenin varlığını da veri olarak alır.
5-Kürtlerin hem merkezi, hem de mahalli istibdat kayıtlarından kurtulabilmesi için bir kemalat pınarına ihtiyaç vardır. Milliyet duygusu vasıta kılınarak marifet ve faziletle bu istibdat kayıtları çözüldüğünde Kürt aidiyeti de kendisini ibka edeceği hür bir zemin bulacaktır. Kürt milliyetçi hareketinin Kürtleri araçsallaştıran ve maduniyete iten yaklaşımı, Kürtlerin, bu hareketin şiddetle siyasallaşan istibdadına Bediüzzaman’ın önerdiği “kemalat pınarına”sahip olmasıyla mümkündür.
6-Münazarat, telif süreci, muhakeme üslubu ve istibdat-meşrutiyet-i meşrua eksenindeki tematik yaklaşımlarıyla bugün de hem Türkiye’nin demokrasisinin derinleştirilmesi, hem Arap baharının kalıcılaşarak İslam birliğini tetikleyecek bir sürece dönüşmesi ve milliyetçiliğin (Türk-Arap-Kürt) siyasal kimliğe temel oluşturmasını tashih edici bir niteliğe sahiptir.
7-Yeni anayasanın fikri arka planında Münazarat’ın meşrutiyet-demokrasi-milliyet ve İslam arasında kurduğu ilişki biçiminin yansıma bulması, toplumsal ve siyasal barışın sağlanmasına katkıda bulunacaktır.
8-Müslümanlar, “fikre tevhid, hayata istikamet veren” İslam kardeşliğini teşkil eden hukuku öğrenerek, etnik/ulusal kimliklerin ayırıcı ve dağıtıcı fitnesini aşabilirler. Müslümanlara unsur/ulusal kimlik olarak İslamiyet kafidir.
9-Sayıları 200’e yaklaşan devlet ve vakıf üniversitelerinin, en azından Kürtçe’nin yoğun olarak konuşulduğu bölgelerde Medresetü’z-Zehra modelinin çok dilli ve tevhid eksenli bilim anlayışına dayalı yerellik-evrensellik ekseninde yapılandırılması, Münazarat’tan bugüne taşıyabileceğimiz temel önerilerden biridir.
Münazarat müellifi Bediuzzaman, ortak kültür hafızamızın temel değerlerinden biri olarak sivil eğitim sürecine yansıtılmalı, onun temsil ettiği evrenselliğin Kürt ya da Türk kisvelerine hapsedilmesi önlenmelidir.