Himmet UÇ
Müşahade ve Sure-i Rahman
Müşahade yani Bediüzzaman’ın gözlemciliği bahsini irdeliyorduk. Kur’an tabiat değerlendirmelerini gözlemler üzerine kurmuş. Bunlardan birisi daha önce de bahsettiğimiz “elemtere“ kelimesi idi.
Türkiye’de din anlaşılmamak ve anlatılmamak üzerine kurulmuş. Geçen camide bir imam Sure-yi Rahman’ı okudu. Harika bir tecvitle, ben yanına gittim “Bu ayetin bir icmali de olsa, manasını anlatsanız iyi olmaz mı?” dedim. Cevap alamadım, hocanın anladığı şüpheli, cemaat anlamadan belki kaç yüz keredir aynı şeyi dinlemiştir. Halbuki bu Rahman suresi, tek başına bir Kur’an felsefesi ve tebliğini anlatacak seviyede bir metin.
Metnin leitmotif tekrar bir cümlesi var “Febieyyialarabbüküma tükeziban.” “O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkar edebilirsiniz?” anlamına geliyor. İnkar bir şeyi topyekün kabul etmemek anlamına geliyor, en vahşi manası bu. Kur’an’daki kizb manası yalanlama manasına da gelir. Kelime bir mananın veya bir durumun veya insana sunulan bir nimetin gerekli itinayı görmemesi manasına da gelir. Otuza yakın yerde tekrar edilmiş, 78 ayetin neredeyse yarısında hüküm bu tekrarlanan kelime grubu üzerine kurulmuş. Adeta diğer ayetlerin tafsil ettiği, açtığı, gösterdiği, müşahade ettiği hakikatleri ve durumları, tabiat duruşlarını bu ayetle sonuçlandırır. Görüntülere ve nimetlere, tabiat tasarımlarına karşı yapılan tavırları tasnif eder. Hepsinde insanın bunları layıkı ile değerlendirmediğine, kayıtsız davranıldığına vurgu, müteaddid defalar yapılır.
Mehmet Akif, “Ölüler dini değil sen de bilirsin ki bu din/ Diri doğmuş duracak dipdiri durdukça zemin” der. Ölüler ikiye ayrılıyor, biri Camiye gelip anlamadan giden yaşayan ölüler, diğerleri de toprağın altındaki ölüler. Ölüye sayısız aşır okunur, ne okuyan anlar, anlatabilir, ne de dinleyenler.
Bediüzzaman bunları bildiği için Ehadi anlatır sonra Ehadiyeti, Samedi anlatır sonra Samediyeti, Vahidi, vahdeti anlatır sonra Vahidiyeti. Cemaata sor bu kelimelerin ve onlardan doğan kelimeleri kim bilir, kimse bilmez. Bediüzzaman eksiği görmüş ama kime ne? Benim bölümümde, Bediüzzaman’ın adını görünce hakaret için “O Saidi Kürdi var ya“ diyen var. Bir tarafta arkadaşların ilgisizliği, bir tarafta düşmanların tahribi, gel de dayan. O adam dini asrın idrakine göre anlatmak için gelmiş veya gönderilmiş veya canı istemiş gelmiş, önemli mi niçin geldiği önemli.
Rahman, Allah Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı, ona konuşmayı öğretti. Bu baştaki dört ayet, insanı yaratmak bütün kainatın organizasyonu ile paralellik gösteren bir yapma, yaratma fiili. Çünkü kainat ile insanın eylemleri, davranışları, fiilleri ve özellikle fizyolojisi, yani bedenin çalışma tarzı arasında iç içelik var. İnsan ile evrenin arasındaki uyumu bütün ilimler anlatıyor ve devam edecekler. Ve bu etten kemikten olan vücuttan konuşmayı çıkarmak, konuşmanın bilimsel izahı olanı anlatıyor ama nasıl oluşturulduğu konusunda bir şey yok.
İnsan, konuşma, davranışlarda bulunma. İnsana konuşmayı öğreten, Kur’an‘ı okumayı da öğretmiş, onu anlamayı da. Bu dört şey hakkında sayısız kitaplar yazılmış. Sonra güneş ve ayı yaratmak ve uygun yerlere koymak ve hareketlerini evrenin hayatına endekslemek, insanın ve bütün varlığın hayatlarına münasip yapmak, ölçülü hareketini sağlamak, bunu astronomi anlatır. İnsan ve diğer canlıların fiilleri ile aralarında uyum sağlamak. Yıldızlar ve bitkiler insana hizmet ederler, yani Kur’an’ın tabiri ile secde ededirler. İnsanın etrafında yer almışlardır. Sure adeta insan ve evrenin yaratılmasını bir sıralamaya göre anlatır. Geometrisini verir. Bir ev gibi göğü yükseltmek tavan çatmak ve dengelemek. Dengelemek hem estetik hem de ahenk hem de güzellik manasını ihtiva eder.
Mizan kelimesi, denge estetiğin güzelliğin ve bütün ilimlerin anası olan bir kelime, insan bedeni bir denge mizana göre yaratılmış, ağırlıkları, birbirlerine göre duruşları olan bir canlı.
Vücudun yarısı, simetrik diğer yanına, her uzvun ağırlığı dengeyi bozmayacak şekilde ayarlanmış ve ayarlanıyor. Sürekli insanın vücut dengesi korunuyor, bu bütün varlıklar için, semavi varlıklar ve kütleler için de geçerli.
İnsan mizanı terazi şeklinde anlaması dar bir anlam, bütün işler denge ile yapılıyor, mizanın evrensel telakkisi gereği böyle. Yaptığınız her işte mizana dayanan güzeli ve dengeyi koruyun demektir. Bir ev yapımından bir sofra tanzimine kadar, ev dekorasyonuna kadar hepsi mizan ile ilgili.
İnsan gözü estetik bir bakışla ilk bakışta Bediüzzaman’ın tabiri ile güzeli farkeden bir yapıda yaratılmış. ”Güzelliğin her meratibini farkeden insan gözü“ demek beyinde uyum, denge, mizanı gören ve irade eden bir merkez var. Köyde kök boyalardan halılar boyayan kadınlar estetik okumadılar ama onların beyninde öyle bir merkez var. İnsan güzellik bilimi estetik okuyarak o merkezi geliştirebilir. Allah da “innacaaalne maalelardi ziyneten leha liyeblüvehüm ahseni amela“ Yaratılışın gayelerinden biri de güzellik, ”Ben arzı güzel yarattım siz daha güzel şeyler yapasınız diye” buyurur. Demek güzel şeyler hal diliyle insana güzelliği salık veriyor.
Risale-i Nur’un önsözü Rahman suresini anlatıyor gibi. Bir güneş gibi sure, Bediüzzaman’ın bütün eserlerinin heyetine yansımış ve yansımakta. Bediüzzaman Kur’an‘ı massetmiş bir insan.
Cehalet ne kadar kötü. Hainlik, kıskançlık onulmaz bir ruhsal yara. Türkiye’deki bütün düşünceler bu Kur’an ile iç içe metinleri başının üstünde taşımalı ancak o zaman ahenk içinde yaşayabiliriz. Çünkü bunun siyasi ve dünyevi bir yanı yok ki. Bediüzzaman bu sureyi bir yasa gibi anlatmış ama cemaatlerin etkinliklerini silmek bu ülkeye büyük bir semavi azap getirebilir, kimse titremiyor.
Bediüzzaman’ın eserlerini kullanarak dünyevi şeyler talep etmek... O yapanların meselesi, yoksa Bediüzzaman’ı tanıyan onun dünyevi bir şey talep etmeyen kişiliğini görürler.
İskender Aleyhisselam surları yapar demirden ve bakır döker, sonra ona ücret vermek isterler o ise, “bana Rabbimin ücreti yeter” der. Şimdi Bütün peygamberler ve onların ulülazm takipçileri böyle düşünmüş ve yaşamışlar. Alvarlı Efe’nin bir ahır içinden geçilip gidilen bir zikir salonu varmış, birisi demişki “Efe, bir ev alalım seni buradan kurtaralım hem de sana tapu ederiz.” O mübarek zat da “Ola oğul sen beni ahirete tapu ile mi göndereceksin” demiş. Hey hey…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.