Cezmi HUYUT
Musibette teceli eden lütuf
Deprem ve benzeri musibetlerde her bir musibetzedenin her bir günü on gün ibadet kadar bir ibadet kazandırabilir. Fani saatleri baki saatlere çevirebilir. Bir iki senelik sıkıntılı bir hayat binler sene Cehennem hapsinden kurtulmaya vesile olabilir.
Tabi bunun şartı musibete sebebiyet veren gizli aşikâr kusurlarımızdan ve günahlarımızdan istiğfar etmek ve sabır içerisinde şükretmektir.
Lezzetlerin gitmesi elem verdiği gibi elem ve ızdırap veren hallerin geçmesi neticede lezzetler verdiğini, mazideki hayat da bunun böyle olduğunu katiyen bilen ehli hakkın bu sıkıntılı devrenin de çabuk geçeceğini düşünerek, bu elemli vakitlerini daha ziyade sevabı kazanacak şekilde kullanmaya çalışmayı azım etmelidir.
Aziz üstadı dinleyelim.
“Ve madem geçmiş musibet saatleri elemleriyle beraber mâdum ve yok olmuş; ve gelecek belâ günleri şimdi mâdum ve yoktur. Ve yoktan elem yok; ve mâdumdan elem gelmez. Meselâ, birkaç gün evvel aç ve susuz olmasından, bir iki gün sonra aç ve susuz olmak ihtimalinden, bugün onlar niyetiyle mütemadiyen ekmek yese ve su içse ne derece divaneliktir. Aynen öyle de, geçmiş ve gelecek elemli saatleri-ki hiç ve mâdum ve yok olmuşlar-şimdi onları düşünüp sabırsızlık göstermek ve kusurlu nefsini bırakıp Allah'tan şekvâ etmek gibi "Of! Of!" demek divaneliktir.
Eğer sağa sola, yani geçmiş ve geleceğe karşı sabır kuvvetini dağıtmazsa ve hazır saate ve o güne karşı tutsa, tam kâfi gelir, sıkıntı ondan bire iner. Hattâ, şekvâ olmasın, ben bu üçüncü medrese-i Yusufiyede, birkaç gün zarfında, hiç ömrümde görmediğim maddî ve mânevî sıkıntılı, hastalıklı musibetimde, hususan Nurun hizmetinden mahrumiyetimden gelen meyusiyet ve kalbî ve ruhî sıkıntılar beni ezdiği sırada, inâyet-i İlâhiye bu mezkûr hakikati gösterdi. Ben de sıkıntılı hastalığımdan, hapsimden razı oldum. Çünkü, benim gibi kabir kapısında bir bîçareye, gafletle geçebilir bir saati, on saat ibadet saatleri yapmak büyük bir kârdır diye şükreyledim.
Ey hapis şimdi (ZELZELE) musibetine düşen bîçareler! Madem dünyanız ağlıyor ve tatlı hayatınız acılaştı. Çalışınız, âhiretiniz dahi ağlamasın ve hayat-ı bâkiyeniz gülsün, tatlılaşsın. Hapisten (şimdi bu deprem musibetinden) istifade ediniz. Nasıl bazen ağır şerait altında, düşman karşısında bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmüne geçebilir. Öyle de, sizin ağır şerait altında herbir saat ibadet zahmeti, çok saatler olup o zahmetleri rahmetlere çevirir.
Vücut ve içerisinde bulunduğumuz bu dünya bizim değildir. Onun mâliki ancak Mâlikü'l-Mülktür. Ve bizden daha fazla bizim vücudumuza şefkatlidir. Binaenaleyh, Mâlik-i Hakikînin daire-i emrinden hariç o vücuda karıştığın zaman zarar vermiş olursun: ümitsizliği netice veren hırs gibi.Hırs,merak,şekva,şikayet,haline şükretmemek ve sair haletler vücut emanetine zarar vermektir.Buna hakkımız olmasa gerek.
Belâ ve musibetler ki bunlar zaildir, devamları yoktur. Zevalleri düşünülürse, zıtları zihne gelir, lezzet verir.
Bir de, musibetze de de bizde hepimiz burada misafiriz. Ve buradan da diğer bir yere yani önce berzaha ve saadeti ebediye ye inşallah gideceğiz.. Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığımız gibi, bu şehirden de çıkacağız.. Ve keza, bu fâni dünyadan da çıkacağız. Öyleyse, aziz olarak çıkmaya çalışmak lazım. Vücudumuzu Mûcidimize bila tereddüt feda etmeliyiz. Mukabilinde büyük bir fiyat alacağımızı başta Kur’an’ı hâkim, Server-i Kâinat (ASM) ve bütün enbiya (AS) evliya ve asfiya (R.A) müjde veriyorlar.
Bu keşmekeş âlemde hayata sel gibi hücum eden musibet ve olumsuzluklar karşısında biçare insana gerçek dayanak noktası Allah’ı bilmekten maada ne olabilir?
Her şeyi intizam ve hikmet dairesinde tedbir ve idaresini gören Sani-i Hâkime dayanmayan ve iman ile ona istinadın ehemmiyetini derk edemeyen insan nihayet derecedeki acz ve zaafıyla bu beliyyelere kaştı nasıl mukabele edecek.
Evet, Sultan-ı Kâinata iman ile bağlanan ve Kudret ve Hikmet ve Rahmatine itimad ile tevekkülle bağlanan bir insanı mümin ne kadar bu dünyada da saadet ehlidir. Keşki gafiller bu sırrı biraz bilselerdi.
“Zahirî musibetler altında ve neticesinde inayet-i İlâhiyenin çok tatlı neticeleri var.”
“Senin başına gelen zulümler ve musibetlerin altında kaderin adaleti var. İnsanlar, senin yapmadığın bir işle sana zulmediyorlar. Fakat kader, senin gizli hatâlarına binaen, o musibet eliyle seni hem terbiye, hem hatâna kefaret ediyor.
Düşün ki, fâni zevkler, sana mânevî elemler, teessüfler bırakıyor. Sıkıntılar, elemler ise, bilâkis, mânevî lezzetler ve uhrevî sevaplar veriyor. Sen divane olmazsan, muvakkat lezzeti yalnız şükür için arayabilirsin. Zaten lezzetler şükür için verilmiş.
Musibetlerin neticesi olan sevap ve mükâfât-ı uhreviye ve kısa ömrü musibet vasıtasıyla uzun bir ömür hükmüne geçmesini düşünse, sabırdan ziyade, şükreder.
Arkadaş! Mâsum bir insana veya hayvanlara gelen felâketlerde, musibetlerde, beşer fehminin anlayamadığı bazı esbab ve hikmetler vardır. Yalnız, meşiet-i İlâhiyenin düsturlarını hâvi şeriat-ı fıtriye ahkâmı, aklın vücuduna tâbi değildir ki, aklı olmayan birşeye tatbik edilmesin. O şeriatın hikmetleri kalb, his, istidada bakar. Bunlardan husule gelen fiillere, o şeriatın hükümleri tatbikle tecziye edilir. Meselâ, bir çocuk, eline aldığı bir kuş veya bir sineği öldürse, şeriat-ı fıtriyenin ahkâmından olan hiss-i şefkate muhalefet etmiş olur. İşte bu muhalefetten dolayı düşüp başı kırılırsa müstahak olur. Çünkü, bu musibet o muhalefete cezadır.
Veya dişi bir kaplan, öz evlâtlarına olan şiddet-i şefkat ve himâyeyi nazara almayarak, zavallı ceylânın yavrucuğunu parçalayarak yavrularına rızık yapar. Sonra, bir avcı tarafından öldürülür. İşte, hiss-i şefkat ve himâyeye muhalefet ettiğinden, ceylâna yaptığı aynı musibete mâruz kalır.
Bize nisbeten musibetli ve elîm hadiseyi, Cenab-ı Hak inâyet ve rahmetiyle başka surete çeviriyor. Evet, Cennet ucuz olmadığı gibi, Cehennem de lüzumsuz değil. Bu hadisenin bize karşıki veçhi, rahmet görünüyor. Ehl-i dünyaya karşı veçhi, Cehennemin lüzumunu gösteriyor.
Madem hastalıkların ( MUSİBETLERİN) böyle menfaati var. Ondan şekvâ değil, tevekkül, sabır ile, belki şükredip rahmet-i İlâhiyeye itimad etmektir.
Maddî musibetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür. Meselâ, gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehacüm göstermeleri, lâkayt kaldıkça dağılmaları gibi, maddî musibetlere de büyük nazarıyla, ehemmiyetle baktıkça büyür. Merak vasıtasıyla o musibet cesetten geçerek kalbde de kökleşir, bir mânevî musibeti dahi netice verir, ona istinad eder, devam eder. Ne vakit o merakı, kazâya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musibet hafifleşe hafifleşe, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider. Bu hakikati ifade için bir vakit böyle demiştim:
Bırak ey biçare feryadı belâdan kıl tevekkül,
Zira feryat belâ ender hatâ ender belâdır bil.
Eğer belâ vereni buldunsa, safâ ender atâ ender belâdır bil.
Eğer bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.
Tevekkülle belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.
Nasıl ki mübarezede müthiş bir hasma karşı gülmekle, adâvet musalâhaya, husumet şakaya döner, adâvet küçülür, mahvolur, tevekkül ile musibete karşı çıkmak dahi öyledir.
Siz, küçük mektuplar risalesinde medar-ı teselli ve sabır ve tahammül için yazılan parçaları dikkatle ve tekrarla okuyunuz. Ben, en zayıfınız ve bu sıkıntılı musibetten en ziyade hissedarım. Çok şükür tahammül ediyorum ve bütün suçu bana yükleyenlerden hiç gücenmedim ve vahdet-i mes'ele itibariyle yalnız kendini müdafaa ederek zımnen cemiyet ve suçu bize tahmil edenlerden dahi sıkılmadım. Madem kardeşiz, beni bu sabırda taklit etmenizi sizden rica ederim.”(Bediüzzaman)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.