Mustafa Miyasoğlu’nun Ardından
Şahin Doğan'ın yazısı...
Üniversite yılları. Vıcık vıcık ızdırap…
‘Müthiş bir yalnızlık duygusu.’ Tatlı bir vehim…
Bir ‘insten tavahhuş, bir ‘vuhuşa ünsiyet’, bir merdümgirizlik hali…
Aldatıcı ve ayartıcı bir melenkoli. Bir rüyada taaşşuk…
Müpheme ve bilinmeye karşı duyulan esrarlı özlem… Ve kitaplar dünyası.
Reel dünyadan kaçıp onların teskin edici daha doğrusu avutucu alemine sığınış…
Tabiat kıyıcı, insan kıyıcı, toplum kıyıcı. Kitaplar daha dost, daha munis, daha dürüst…
Dostları, yazarlar, roman kahramanları ve şairler…
Onlarla konuşur, onlarla hemhal olur, onlarla hemdem olur, onlarla hemdert olur…
Her kitap masal dünyasından çıkıp ona misafir olmuş gibi sevimli, çekici ve ürperti verici…
Hafızası ‘kavram ve isim leşleri’ dopdolu. Bir müzeden daha çok bir antikacı dükkanı gibi…
Aradığını kitaplarda bulabilmiş miydi?
Belki evet belki hayır…
***
Mustafa Miyasoğlu öldü. Bir buçuk ay geçti aradan.
Soldan çıt yok; sağdan ise birkaç taziye mesajı. Hepsi o kadar.
Sol zaten malum. Biz de yani sağ cenahta ise üstadı okuyan kaç talihli var, daha doğrusu tanıyan?
Ha bir sanatçı ölmüş ha bir kundura boyacısı; arada hiçbir fark yok sanki…
Hem şair, hem romancı, hem hikayeci, hem de bir parça araştırmacı…
Miyasoğlu, muhafazakar roman geleneğinin en etkin, en yetkin ve en oturaklı kalemlerinden biri. Belki de birincisi.
Bu meyanda, Bahadıroğlu, Hekimoğlu, Şenlikoğlu, Sepetçioğlu, Şule Yüksel üstada birer şakirt olabilirler ancak…
Necip Fazıl’ın gözde bir tilmizi.
Ancak üstadına ve diğer dava arkadaşlarına göre daha sağduyulu, daha duyarlı ve daha temkinli.
İslami roman geleneğinin inşası için en fazla emek harcayan fedakar bir sima.
Bu alanda kabul etmek gerekir ki sadra şifa olabilecek birçok kaliteli ve kıvamlı esere imza attı:
Geçmiş Zaman Aynası, Kaybolmuş Günler, Dönemeç, Güzel Ölüm, Bir aşk Sayfası…
İnançla sanat arasında ince bir hat çekmeyi başarabilmiş yani dengeyi ayarlayabilmiş belki de tek muhafazakar romancımız.
Necip Fazıl’ın hırslı ve mağrur edası onda sevimli bir mütevaziliğe bürünmüş gibi.
Miyasoğlu için tek klasik miyar: Tanpınar ve Peyami çizgisi. Yani klasizm. Daha ölçülü, daha mütecanis daha müeddep ve daha az öfkeli.
Ancak üstadın üslubu bir parça mat, renksiz ve hantal tıpkı ‘Devlet Ana’ yazarı Kemal Tahir gibi.
‘Halis Türkçenin son ustası’ gibi ithaflar, bir hak değil, fazlaca abartılmış birer iltifat sadece.
İşin nazari kısmı yani edebiyatın İslami bir çerçeve içine yerleştirilmesi meselesi onu pek ilgilendirmez.
Zira üstat, böyle bir teşebbüsün beyhude bir çaba olduğunun pekala farkındadır.
***
‘Dönemeç’ yazarı ile üniversite yıllarında tanıştım.
Isındık birbirimize. Tanıdık birbirimizi. Ve anlaştık.
Oturdum rahle-i tedrisine. Günlerce. Bütün kitaplarını bitirene kadar. Özümseyene kadar.
Ama ben tatsız bir rüyanın içindeydim. Bu rüyanın içinden okuyordum. Onun için uzun sürmedi mülakatımız.
Gülümsedi ve kayboldu aniden. Sudaki akis gibi.