Mustafa ORAL
Hafız Ali Sistemi
Santral Sabri’nin gönderdiği Risale ve mektuplar Hafız’ın rehberliğinde Büyük Ruhlu Küçük Ali, Hafız Mustafa, Tahirî Mutlu, Kâtip Osman gibi kalemlerce yazılır. Bir zaman sonra onlarca el, fabrika gibi yazmaya başlar. Yazılanlar Isparta’ya gönderilir. Gül Fabrikası sahibi Hüsrev Altınbaşak ve elmas kalemli kardeşleri vasıtasıyla çoğaltıldıktan sonra Anadolu’ya yayılır. Hafız’ın İslamköy’de kurduğu bu çalışma metodu Üstad tarafından Hafız Ali Sistemi olarak nitelendirilir.
Risalelerin toplumda karşılığının olması, derin yapılarla beraber bazen devletin atadığı imamları ve tarikatları da rahatsız eder. Fakat Hafız Ali’nin kurduğu muhabbetle kuşatılmış dostane ilişkiler sayesinde hocalar da sisteme dâhil olur. Üstad da bu durumu teyit eder:
“Ben İslâmköy’ünü, Nurs köyü gibi biliyorum; o hocalara da akrabam nazarıyla bakıyorum, onlara da selâm ediyorum. Evet, onların insafı ve Risale-i Nur'a karşı dostluklarıyla, Nur fabrikası o köyde dağdağasız teessüs etti tahmin ediyorum.”[1]
Üstad’ın ruhundan ruh verdiği Hafız Ali Sisteminin prensiplerini Risale-i Nur’daki acz, fakr, şefkat ve tefekkür silsilesi oluşturur. Dünyanın ötelendiği, ahiretin merkeze alındığı bu çalışma şekli ihlâs, kardeşlik, samimiyet, sadakat, fedakârlık gibi insani değerlerle desteklenir. Ötekileştirmeyen, Nur’a muhtaç gönüllere ulaşmayı hedefleyen bu hizmet siteminin özelliklerini aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür:
1. İhlâs
Hafız Ali Sisteminin temelini ihlâs oluşturur. Onlar Bediüzzaman’a ve Risalelere aşkla bağlanarak dünyadan vazgeçmişlerdir. Bütün latifelerini ahirete çevirmişlerdir. İhlâsın sırrını hayatlarına sindirmişlerdir.
İhlâs bütün ibadetlerin ruhu olduğu gibi hizmetin de ruhudur. Tevazu, mahviyet, uhuvvet, kardeşinde fani olmak, sadakat, vahdet, irtibat yardımcı kuvvetleridir.
“Evet, kardeşlerim, sizler, ihlâs sırrını tam muhafaza ediyorsunuz. Bu kadar esbab-ı tefrika içinde vahdetinizi muhafaza, hakikaten bir harikadır. Hafız Ali’nin hakikaten müstesna bir mahviyet ve tevazuu içinde ihlâsı ve fena fi’l-ihvan düsturunu muhafaza etmesi ve Hüsrev’in hakikaten tedbirce bana ihtiyaç bırakmayacak bir derecede tedbir ve dirayeti ve Hafız Ali gibi yüksek ihlâsı ve mahviyeti, Hafız Mustafa’nın hizmet-i Nuriyede büyük iktidarı içinde kuvvetli bir sadakati ve fedakarâne teslimiyeti ve hem Abdurrahman, hem Lütfü, hem Hafız Ali manasını taşıyan büyük ruhlu Küçük Ali, Risale-i Nur hizmetini dünyada her şeye tercihan hayatının en büyük maksadı yapması ve sebeb-i ihtilâfa karşı kuvvetli mukavemeti bulunduğunu bu dört mektubunuz bana bildirdi.” [2]
Üstad’a göre ihlâs sırrına ermek, ciddi bir mahviyet içindeki kardeşlikten geçer:
“Hafız Ali ile Hüsrev’in birbirleriyle ciddi bir mahviyet içinde kardeşlik irtibatları, Risale-i İhlâsın tam sırrına mazhar olduğunuzu bana ihsas etti, ümitlerimi fevkalade kuvvetlendirdi.” [3]
Üstad’a göre tevazu ihlâsın tamamlayıcı cüzüdür.
“Hafız Ali kardeş, senin mektubundaki tevazuun ve ihlâsın ve Hüsrev’e ait medhin ve Risale-i Nur Talebeleri bir tek vücut hükmündeki kanaatin, senin hakkında büyük bir ümidimi ve hüsnü zannımı tam kuvvetlendirdi. Risale-i Nur’un iki Lütfü’leri ve Mustafa’ları ve Hafız Ali’leri, Küçük Sabri olan Nureddin ile beraber has talebeler dairesinde, Ramazan feyzine, manevi kazançlara inşaallah hissedar kabul edildi. Her bir sayfalarını birer kıymettar hediye hükmünde olan nüshaların yüzünden, ben sana çok, hem pek çok borçlu kaldım.”[4]
İnsan imtihan olmadığı şey hakkında konuşmamalı. Sınanmamış aşklara inanmamalı. Hafız Ali ve Hüsrev aşk ve ihlâsla Üstad’a sahip çıkarlar. Üstad hallerinden çok memnundur. Emaneti emin ellere teslim etmenin sevinci içindedir.
“Hafız Ali’nin mektubunda, Risale-i Nur şakirtlerinde sırr-ı ihlâsın ne derece yüksek bir terk-i enaniyet ve hazz-ı nefsîden teberri etmek gibi, ihlâsın en yüksek seciyeleri Risale-i Nur şakirtlerinde tezahür ediyor diye bir delil oldu.
Ezcümle: Hafız Ali diyor ki: Hüsrev kardeşimiz kendi kalemiyle yazılan “mu’cizâtlı Kur’an’ı fotoğrafla tab’ına taraftar olmaması ve demir harflerle müsaade oluncaya kadar beklemeye taraftar olması, onun fevkalade ihlâsına ve nefsin huzuzatından teberrisine kat’î delildir. Çünkü fotoğrafla tab edilse, onun kendi hattı olduğu için, binler Kur’an nüshalarını kendi eliyle yazmış gibi âlem-i İslam’ın manevi nazarında ve uhrevî sevap cihetinde büyük ve masumâne ve zararsız bir makamı terk edip, ihlâsın sırrı için, hazzını unutarak, demir harflere taraftar olmuş. Ve gösterdiği yanlışlar düşmek sebebi ise, demir harflerde üç defa tab’a girmek noktasında dahi o yanlışlar bulunabilir. Elhâsıl: Hafız Ali’nin ihlâsından gelen ifadesi ve Hüsrev’i fevkalade ihlâs noktasında takdir etmesi ve Hüsrev de, gayet büyük ve bâki bir hissesini bırakıp, benim eskiden beri tekrar ettiğim bir dâvâm ki, Risale-i Nur’un hakikî şakirtleri, hizmet-i imaniyeyi her şeyin fevkinde görür; kutbiyet de verilse ihlâs için hizmetkârlığı tercih eder- beni o dâvâda bilfiil tasdik etmesi cihetinden, bütün kuvvetimizle bu gibi kardeşlerimizi tebrik ediyoruz.”[5]
Hüsrev Altınbaşak ile Hafız Ali kalem kardeşidir. İkisi de ihlâsın zirvesinde olmakla birlikte Hafız bir adım öndedir. Üstad talebeleri arasındaki bu gibi yüce hasletleri gördükçe sevinir.
Hafız’ın ihlâsının kerametkarane olduğunu söyler.”[6]
Hafız’ın ihlâsın sırrını çözdüğünü, ihlâsın şahikasına vardığını görür. O günlerde aldığı bir mektup da bunu teyit etmektedir.”[7]
2. Uhuvvet
Hafız Ali Sisteminin ikinci özelliği uhuvvet, yani kardeşinde fani olmaktır. Hizmeti her şeyin önünde tutmak, hizmetin en güzel şekilde yapılması için zemin hazırlamaktır. Mahviyet, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enaniyetini kardeşlik ve şahs-ı manevi havuzu içine atıp eritmek, kardeşlerinin muvaffakiyeti ile şakirane iftihar etmektir. Hizmetteki başarılı kardeşinin muvaffakiyetinden ciddi olarak lezzet almak ve memnun olmaktır. Bunun temelinde eleştiriye açık olmak, takdirkar kardeş olmak, rekabet ve kıskançlıktan uzak durmak vardır. Hafız, bedeni gibi şan, şeref ve haysiyetini de Nurlara feda etmiştir. Hizmeti dikkat ve teyakkuzla takip etmiş, eksik gördüğü noktaları usulünce düzeltmiş, bir hizmeti başkası daha iyi yapıyorsa takdir etmekten, kendinden üstün gördüğünü ifade etmekten çekinmemiştir. Bunu yaparken etrafındakilere samimiyetini bütün incelikleriyle göstermiştir. Risale-i Nur’u kendisinden sonra tanımasına rağmen yazıda kısa sürede farkını ortaya koyan, üstelik kendinden yaşça küçük olan Hüsrev Altınbaşak’a karşı takdirkar ifadeleri bunun en bariz ispatıdır. Bu güzel hasletlerinin altında elbette ihlâs ve uhuvvet hissi vardır. Üstad bir mektubunda onun bu güzelliğine vurgu yapar.
“Sizler koca Isparta'yı değil, belki büyük bir memleketi tenvir edecek elektriklerin makinistleri hükmündesiniz. Makinanın çarkları birbirine muavenete mecburdur. Hem birbirini kıskanmak değil, belki bilâkis birbirinin fazla kuvvetinden memnun olurlar. Şuurlu farz ettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse memnun olur. Çünkü vazifesini tahfif ediyor. Hak ve hakikatin, Kur'ân ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zâtlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnettar olur, şükreder.
Sakın birbirinize tenkit kapısını açmayınız. Tenkit edilecek şeyler kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telakki ediyorum. Siz de Üstad’ınızın nazarıyla birbirinize bakmalısınız. Adeta, her biriniz ötekinin faziletlerine naşir olunuz. Kardeşlerimizden İslamköylü Hafız Ali Efendi, kendine rakip olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti, çok kıymettar gördüğüm için size beyan ediyorum.
O zat yanıma geldi. Ötekinin hattı kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. ‘O daha çok hizmet eder’ dedim. Baktım ki Hafız Ali kemal-i samimiyet ve ihlâsla, onun tefevvukuyla iftihar etti, telezzüz eyledi. Hem Üstad’ının nazar-ı muhabbetini celb ettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim, gösteriş değil, samimi olduğunu hissettim. Cenab-ı Allaha şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu ali hissi taşıyanlar var. İnşallah bu his, büyük hizmet görecek. Elhamdülillah yavaş yavaş o his bu civarımızdaki kardeşlere sirayet ediyor.”[8]
Hulusi Yahyagil ihlâs ve uhuvvet birlikteliğinin önemini Hafız Ali ve Hüsrev üzerinden anlatır:
“Bir Nur Talebesi, kardeşinin eksikliğini tamamlayacak, gediği varsa kapatacak, söküğü varsa dikecek, yarığı varsa tamir edecek. Allah yardım etsin. Dikkat edin, eğer bir kardeşinin yüksek sıfatları var, güzel hizmetleri var, güzel hususiyetleri var da, o kardeşinin o meziyet ve kabiliyetlerinden rahatsız oluyorsan, sen çok çiğsin. Daha doğrusu kelek ve kabaksın. Git kendini tekmil et, anlıyor musun? Kardeşinin meziyetinden, kabiliyetinden dolayı içinde bazı mikroplar nüksediyorsa senin mesleğinde, senin dünyanda nâkıslık var. Kendi niyetini düzelt. Bakın Hüsrev Abi gelmiş, Hafız Ali Ağabeyi üç ayda geçmiş. Hüsrev Ağabeyin hattı çok güzel. Hafız Ali Ağabeyin hattını Osmanlıcada üç ayda geçmiş. ‘Seni geldi geçti.’ deyince ‘Memnun oldu.’ diyor Üstad: Kalbine nazar ettim, sun’i değil, ciddi lezzet aldı ve memnun oldu. İstikbalde bu his büyük hizmet verecek.”
3. Ruh Akrabalığı
Bu sisteminin diğer bir özelliği ruh akrabalığıdır. Hafız, hizmetin mihmandarı, mümessili, tercümanı pozisyonundaki Bediüzzaman ile maddi ve manevi yönden şiddetle alakadardır. Üstad’la kurduğu bağla hissiyatına nüfuz etmiş, tavırlarını özümsemiştir. Onunla rüyaları, duaları birbirine denk düşmüştür. Bu münasebet onun hizmet tarzının sağlıklı şekilde işlemesini sağlamıştır. O günleri Bediüzzaman şöyle anlatır.
“Hafız Ali kardeşim,
Bir zaman Barla'da Cuma gecesinde dua ederken, senin "Âmin" sesini iki defa sarihan işittim. Arkama baktım, dedim: "Hafız Ali ne vakit gelmiş?" Dediler: "O burada yoktur." Ben şimdi o vâkıadan diyebilirim ki, üç dört saat mesafeden duâma âmin'ini işittirmesi, otuz günlük mesafeden buradaki zaif davet ve duama kuvvetli ve tesirli bir âmin hükmünde olan yazıların imdadıma yetişmesi çok mânidar bir tevafuktur.”[9]
4. Sadakat
Hafız Ali Sisteminin en belirgin vasıflarından birisi sadakattir. Sadakat fedakârlığı gerektirir. Onlar adanmış ruhlardır. Canlarını feda edecek derecede Bediüzzaman’a ve Risalelere sadıktırlar. Nur prensiplerinden asla taviz vermezler. Hafız Ali ve Hafız Mustafa'nın hizmet-i Nuriyede büyük iktidarı içinde kuvvetli bir sadakati ve fedakârâne teslimiyeti[10] buna şahittir.
Hafız Ali kendisi de hatırı sayılır bir ilim adamı olmasına rağmen Üstad’a ve Risalelere gönülden bağlıdır. Tam bir kanaatle Üstad’ı sahiplenir. Kendisi İslamköy’ün manevi tapusu olmasına rağmen Üstad’ı öne çıkarır. Risaleleri ve Üstad’ın mektuplarını eksiltmeksizin ve artırmaksızın çoğaltır. Taş gibi sadık olmakla beraber değişen şartlara Üstad’ın istediği şekilde ayak uydurmayı becerir. Üstad Denizli Hapsinde Risalelerin Latin harflerle yazılmasına izin verince tereddütsüzce tavsiyesine uyar.
5. Fedakârlık
Hafız Ali Sisteminin beşinci ayağı fedakârlıktır. Fedakârlık sadakatle desteklendiğinde anlamlıdır. Onlar her dakikalarını hizmete harcamaya, hatta hayatlarını vermeye ahdetmişlerdir. Şüphesiz ki bunun en büyük şahidi Hafız’dır. Hafız, Nur’larla hayatlandırdığı hayatını Üstad’ına vererek mühürler. Onun bu fedakârlığından ders alan birçok kişi Üstad’ın yerine şehit olmak ister. Hafız vefat ettikten sonra Hafız Mustafa kuvvetli sadakati ve fedakârâne teslimiyetiyle[11] bayrağı teslim alır.
6. Mesuliyet
Hafız Ali Sisteminin diğer bir özelliği mesuliyet (sorumluluk) duygusudur. Bu sistem disiplinli çalışmayı gerektirir. İhmalkârlığa pirim vermez. Azami ihlâs, sadakat ve fedakarlık gibi azami sorumluluk da vazgeçilmezdir. Hafız, Risale’ye ait en küçük hizmeti, hayatın en büyük meselesine tercih eder. Hizmetin çarklarının sağlıklı işleyebilmesi için herkesin sorumluklarına yakışır şekilde hareket etmesini ister. Risale ve mektupları zamanında ulaştırmadığında Santral Sabri’ye gösterdiği tatlı-sert tepki bunun delilidir.
Sorumluluk duygusu yüce ideallere giden yolda en önemli mihenk taşıdır. Sosyal yapıyı oluşturan fertler arasındaki güveni tesis eder. İhmalkâr ve mesuliyet duygusundan yoksun kişilerin bulunduğu sosyal yapıların hedefe ulaşması mümkün değildir. Nur Talebeleri 20. asrın ikinci çeyreğinde Anadolu’da Asr-ı Saadeti hatırlatan medeniyetin temellerini atarlar. Şüphesiz bu başarıda en önemli faktör mesuliyet duygusu ve görev sorumluluğu bilincidir. Hafız bu konuda çok hassastır. Hizmetle alakalı hususlarda ihmalkârlığı hoş karşılamaz, tatlı sert uyarmaktan çekinmez.
Barla’da telif edilen Risaleler önce Bedre’deki Santral Sabri’ye gelir. Santral Sabri nüshaları sabaha kadar yaklaşık çoğalttıktan sonra yaklaşık 20 km mesafedeki İslamköy’deki Hafız Ali’ye gönderir. Nur postacıları eliyle İslamköy, Atabey, Eğridir, Sav, Isparta gibi Nur menzillerine gönderir. Buralardaki yazıcılar Nurları çoğaltır. Daha sonra dalga dalga büyük bir gizlilik içinde Anadolu’ya yayılır. Bu şekilde 600 bin nüsha çoğaltılır.
Üstad Kastamonu’dayken Eğirdir’deki Çilingir Ali Efendi üzerinden Isparta ile haberleşir. Santral Sabri mektupları perşembe günü Çilingir Ali’den alır. Sabaha kadar temize çektikten sonra cuma günü İslamköy’e gelerek mektupları Hafız Ali’ye teslim eder. İslamköylüler bu mektuplarla nefes alıp vermektedirler. Onun için cuma günlerini iple çekerler.
Hafız hizmette çok titizdir, azıcık gecikmeyi bile naz makamında tatlı sert uyarmaktan geri durmaz. Sabri geciktiğinde evinin damına çıkıp onun köyü Bedre’ye dönerek “Keçeli İmam! İndallah mes’ulsün!” diye bağırır.
Onlar kalb ehlidir. Birbirinin kalplerinin sesini işitirler. Hafız’ın sesini yüreğinin derinliklerinde hisseden Sabri, “Yine Hafız’ı kızdırdık.’’ der, emanetleri bir an önce Hafız’a ulaştırmaya çalışır.
Bir ara birkaç gün mektuplar gecikir. Hafız bu duruma içerler. Öğle namazını kıldıktan sonra evinin damına çıkarak Santral Sabri’nin bulunduğu Bedre Köyü tarafına doğru bu sefer üç kere haykırır. “Ah Sabri Kardeş! Keçeli! Elinde mektup var da şayet göndermiyorsan Allah indinde mesulsün!”
Sabri o gün de onun sesini işitir. İkindi vakti Abdullah Çavuş, Santral Sabri’nin gönderdiği mektuplarla çıkagelir.
Tahirî Mutlu o inci dolu günleri şöyle anlatır:
“Üstad Kastamonu’da iken bir müddet muhabere kuramadık. Sebebi de emin bir vasıta bulunmadığı için… Sonra Cenab-ı Hak ihsan etti. Bedreli Santral Sabri’ye mektuplar gelmeye başladı. Onun Eğirdir’de bir yakını vardı, önce ona gelirdi. Her perşembe Eğirdir’in pazarı idi. Santral Sabri hem pazara gider, ihtiyaçlarını karşılar, hem de gelen mektubu alırdı. O akşam gelen mektubu kendi Lâhikasına geçirir, yazardı. Her hafta muhakkak Lâhika gelirdi. Sonra ertesi gün, yani cuma günü Hafız Ali’ye gönderirdi. Onun da cuma namazından evvel eline geçmesi lazım. Şayet cumadan evvel eline geçmezse, Hafız Ali’nin evinin önünde toprak bir dam vardı, oraya çıkar, Bedre’ye doğru döner, gündoğu tarafındadır, ‘Keçeli imam, indallah mesulsün!’ diye bağırırdı. O işitir işitmez, onu ikisi bilir…
Lâhikalar, İslamköy’den sonra Kuleönü’nde Küçük Ali’ye, oradan da en son Hüsrev Ağabey’e gider. O da herkese ne kadar yazması lazım geldiğini bildirir. Ondan sonra her tarafa dağıtılır. Onda gidecek yerlerin adresleri vardı. Bu adresler önceleri 20-30 iken, daha sonra 50-100’e, hatta 150’ye kadar çıktı. Bütün zarfların üzerini Hüsrev Ağabey kendisi yazardı. Mektupları muhtelif postanelerden atardık! Tabii, aynı yazıyla bu kadar mektup nereye gidiyor, diye şüphelenmemeleri için...”
7. Bütüncül Kişilik
Hafız Ali Sisteminin bir diğer özelliği onun amelen, kalemen, lisanen, bedenen, mânen, mâlen bütün hâllerde örnek şahsiyet olmasıdır. Bu kompleks yaşantısıyla Risale-i Nur’daki hakikatlerin bütün hâlinde hayata uygulanabilirliğini göstermiş, bu vesileyle cazibe merkezi olmuş, etrafında hâlelenen âli ruhlarla İslamköy’ü Nur Fabrikası hâline getirebilmiştir.
8. Kişiye Özel Muhatabiyet
Hafız Ali Sisteminde karşıdakinin ruh hâletine, fıtratına, yaşına, eğilimine, eğitimine ve sosyal statülerine uygun olarak muhatap olmak önemlidir. Yedi yaşındaki bir çocuğa da, yetmiş yaşındaki bir alime de seslenebilinmelidir. Bu metoduyla muhatabın ikna edilmesi, itiraz ve tenkitlerin en aza indirilmesi mümkün olabilecektir. Hafız şahsında bunu başarabilmiş örnek insandır. Çocuklarla muhatap olabildiği gibi hocalar ve âlimlerle de muhatap olabilmiştir. Hoca Vehbi ile olan diyalogu buna bir örnektir.
“Hafız Ali demiş: Risale-i Nur'un bir kerametidir, öküze et ve arslana ot atmaz. Öküze ot verir, aslana et verir.”[12]
*Daha fazla bilgi için 8 ay önce HİCBİŞEY yayınlarından yayımlanan Gökyüzü Rahlesinde Hafız Ali Ergün’ün Sonsuzluğa Uzanan Hikâyesi isimli kitabımızı okuyabilirsiniz.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/gokyuzu-rahlesinde-amp-hafiz-ali-ergun/619798.html&publisher_id=10964
[1]Kastamonu Lâhikası / 123. Mektup.
[2] Kastamonu Lâhikası / 156. Mektup.
[3] Kastamonu Lâhikası / 1. Mektup.
[4] Kastamonu Lâhikası / 28. Mektup.
[5] Kastamonu Lâhikası / 161. Mektup.
[6]Kastamonu Lâhikası / 51. Mektup.
[7]Kastamonu Lâhikası / 161. Mektup.
[8]Kastamonu Lâhikası / 120. Mektup.
[9]Kastamonu Lâhikası / 23. Mektup.
[10] Kastamonu Lâhikası / 156. Mektup.
[11]Kastamonu Lâhikası / 156. Mektup.
[12]Kastamonu Lâhikası / 162. Mektup.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.