Mustafa ORAL
İki Bakalım, Bir Görelim
İsmini insana ana-babası yani velisi verir. Çocuk çok kıymetliyse bir de çağın velisi verir. Çağın velisi verince anne-babanın verdiği isim unutulur. Bediüzzaman çağın velisidir. O da varlığa kendinden adlar verir. Öküzü adam yerine koyar, “Efendi” diye hitap eder. Eşeğin çalışkanlığını sever, “İşlek” diye över.
Isparta ve civarındaki onlarca Nur Talebesi fabrika gibi Risale yazar. Binlerce nüsha buradan Anadolu’ya yayılır. Burada en önemli aktörler şüphesiz ki Hafız Ali Ergün ve Hüsrev Altınbaşak’tır.
Gül Fabrikası
Veliler gül alırlar, gül satarlar, gülden isim takarlar. Hüsrev Altınbaşak gülden anlar. Hizmetle şereflenmesinden birkaç yıl önce rüyasında kendini gül yağı fabrikasının kâtibi olarak görür. O da tıpkı rüyalardaki gibi Rüştü Çakın ve Refet Barutçu gibi kalemdaşlarıyla gül kokuları içinde hizmete koyulur. Üstad onun şahsında Isparta’ya Gül Fabrikası, ona da Gül Fabrikası Sahibi diye seslenir.
Nur Fabrikası
Hafız Ali, Risaleleri tanıdıktan sonra kendini tamamen hizmete verir. Evinde inzivada gibi yaşar. İstiğna ve takva içinde hayatını sürdürür. Yüzünün bir yanında Bediüzzaman diğerinde Risale’ler vardır. Bakanlar onda Küçük Bediüzzaman’ı görür.
Hafız, Bediüzzaman’ın İslamköy’e giriş yaptığı kapıdır. İslamköy ve civarındaki bir çok kişi onun vesilesiyle Nur’ları tanır. Onun önderliğinde İslamköy Nur hizmetinde kısa zamanda önemli kademe kaydeder. Birçok kalem bitmek tükenmek bilmeyen enerjileriyle Risale yazar. İman tekniğe meydan okur. İslamköy Nur’ların en çok çoğaltıldığı yerlerden biri olur. Üstad, İslamköy’ün hizmetlerinden memnundur. İslâmköy’ün Nurs karyesine arkadaş olduğunu, umum manevî kazancına hissedar olduğu söyler.[1] İslâmköy’ün sadık, gayretli ve kesretli talebelerine selâm ve dualar gönderir.[2]
Hafız Ali, ihlâs, irtibat ve sağlam itikadıyla İslamköy’deki hizmetleri fabrika gibi işletir. Değil mi ki arkasında dağ gibi Bediüzzaman vardır.
“Nur Fabrikası sahibi Hafız Ali Kardeş! Senin Risale-i Nur’a karşı harika ihlâs ve irtibat ve itikadın, inşallah o nurları o havalide daima parlattıracak. İşitmemen ve zelzeleyi hissetmemen, tokadını yiyen hoca gibi, Risale-i Nur'un bir nevi kerametidir. Demek, değil şakirtlere zarar vermek, belki inâyetkârâne vücudunu da bazı haslara bildirmiyor, korkutmuyor.”[3]
Hafız nurlarla bezenmiştir. Kalbinde nur dokur. Bir dakikasını bile boş geçirmez. Denizli Hapsine kadar 14 yıl boyunca evinden çıkmadan Risale yazar, talebe okutur. Karanlık geceler kaleminin aydınlığında ağarır. Uykusuz gecelere kalemle dayanır.
Kastamonu Lâhikası’nda yayımlanan 204. mektupta Nur derslerini insan sarayını aydınlatan “Nur fabrikasının elektrik lambaları” şeklinde tarif ettiğinden Üstad bu ibareden hareketle ona “Nur Fabrikası Sahibi” unvanını verir. Hafız Ali serrehberliğinde Büyük Ruhlu Küçük Ali, Hafız Mustafa, Tahirî Mutlu gibi kalemkardeşlerinin eşliğinde fabrika gibi faaliyet gösteren İslamköy’ü biraz da bu yüzden “Nur Fabrikası”, Hafız’ı da o fabrikanın sahibi olarak niteler. Yetmez Hafız’ı yeğeni Abdurrahman’a, İslamköy’ü Nurs Köyüne eşitler.[4]
Risale-i Nur’un birçok yerinde Hafız “Nur Fabrikasının Sahibi” olarak anılır.[5]
“Nur Fabrikası nam sahibi Hafız Ali kardeş…”[6]
Bazı yerlerde ise Nur ve Gül fabrikalarının sahibi olarak anılır.
“Nur ve Gül fabrikalarının sahibi Hafız Ali'nin mektupları, çok ince ve çok yüksek hissiyatını ve kerametkârâne ihlâsının derecelerini gösterdiğinden, pek uzun bir mukabele ister. Fakat şimdilik bu kadar deriz: O, umumun hesabına bizlerin bayramını tebrik ettiğine, biz de onu tevkil edip, umumumuz namına herbir kardeşimize tebriki tekrar ediyoruz…
Hafız Ali'nin mektubunda yazdığı iki âyetin işaretine dikkat ettik. Bizler dahi Nur fabrikasının sahibi gibi çok mesrur ve müferrah olduk.”[7]
Nur Ve Gül Fabrikasının Hademe Ve Sahipleri
Nur ve Gül Fabrikaları isimli iki nurlu cereyanı Üstad beden ve ruh gibi birbirini tamamlayan varlıklar olarak görür.
“Nur ve Gül fabrikasının hademe ve sahipleri insanın başındaki iki göz gibidir. Görünüşte ikidir fakat bir görürler. Ancak şaşı gözlü olan iki görür. Lillahilhamd bu iki cerayan-ı nurani kemal-i ittihattadır.”[8]
Bir ara Nur ve Gül Fabrikası Sahipleri arasında mizaç farklılığından kısa süreli soğukluk olur. Hafız hizmette iftirak olabileceğini hissedince ihlâsın gereğini yapar. Kalem, divit, mürekkep ve kağıtları yanına alarak kendinden kıdem ve yaşça daha küçük olan Hüsrev’in hizmetine girer. Tahirî Mutlu o günlerin canlı tanığıdır.
“Hüsrev Ağabey, Isparta'da Gül Fabrikası heyetini teşkil ederek, İslâmköy’ündeki Nur fabrikası tarzında çalışmaya başladıktan sonra Isparta civarındaki umum talebelerin çalışma nizamını kendisine bağlamak ve kendisinin direktifleri istikametinde hizmet hareketlerini idare etmek istiyordu. Hafız Ali Efendi onun bu hâlini uygun bulmamaktaydı. Dolayısıyla bir rekabet meselesi mevzu-u bahis olmuştu. Hazret-i Üstad Kastamonu’da olduğu hâlde, bu hâli hissediyor ve bazı mektuplarında işaretlerle ihsas ediyordu. Rekabet ve ikilik istemiyor, birlik ve beraberlik, ihlâs ve vifak içinde rekabet istiyordu. Tâbii bu durumda, Hüsrev Ağabeyin hususi meşrebi, hâli ve yaşayışı itibariyle, gelip de Hafız Ali'ye iktida etmesi mümkün değildi. Bunun üzerine, Hafız Ali Efendi beni çağırdı. “Kardeşim gel, Isparta’ya gideceğiz.” dedi. Ve bütün yazı malzemelerini, kâğıtları, mürekkepleri ne varsa hepsini topladık ve ikimiz geceleyin onları yanımıza alarak doğruca Isparta’ya, Hüsrev Ağabeyin evine gittik. Hafız Ali Efendi ondan hem kıdemli hem de yaşlı olduğu hâlde, kalktı onun elini öptü. Ben de öptüm ve bütün yazı malzemelerini kendisine teslim ederek, "Artık sizin emrinizdeyiz." dedik. Böylece Hafız Ali ihlâs ve samimiyetteki yüksek derecesini bir daha göstermiş oldu. Üstad’ımız da bu hadiseye fevkalâde memnun olmuş ve tebrik etmişti.”
Nur ve Gül fabrikasının hademe ve sahipleri kendilerine özgü hizmet ve yaşam tarzlarıyla Asr-ı Saadetten esintiler taşıyan bir dünya kurarlar. Üstad onların bu güzel vasıflarına sık sık vurgu yapar.
“Aziz, sıddık kardeşlerim,
Sizin, yani Nur fabrikasının sahibi ve mübarek cemaatin imamının Atabey’den gelen mektupları bizi çok mesrur eyledi. Üç dört ay zarfında, üç dört köyde ümmîlerden elli adet kalem Risale-i Nur’u yazmaya muvaffak olmaları, elbette Ali’lerin ve Mustafa’ların şüphesiz harika bir keramet-i sadakatleridir. Kerametkârâne bu vakıa, bu havalide Risale-i Nur şakirtlerini çok kuvvetle ümitlendirdi, ziyade şevk verdi. Size de ve o ümmî kâtiplere de yüz bin barekallah!
Nur fabrikasının, Gül fabrikasının Risale-i Nur'a derece-i hizmetlerini merak edip sormuştum. Ümit ve tahminimin pek fevkinde olarak Hüsrev'in mektubundan bin kalemle Risale-i Nur'a hizmet haberini ve bilhassa sizin de yalnız ümmîlerden birkaç köyde elli kalemin imdada yetişmesi, bâki bir hazinenin müjdesi kadar bizi memnun etti. Allah sizlerden ebedî razı olsun. Âmin. Ve sizi, hizmet-i imaniye ve Kur'âniyede muvaffak eylesin, âmin. Büyük Hafız Ali'nin tevafuku ve tetabuku, yalnız bir iki cihetle değil, çok cihetlerle mabeynlerinde tevafuk var.”[9]
“Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim,
Cenâb-ı Hakka hadsiz şükrediyorum ki, bu acip zamanda, sizin gibi hâlis, muhlis, mahviyetli, fedakâr kardeşleri bize ihsan eylemiş.
Bu defa Hüsrev'in, Hafız Ali'nin, Hafız Mustafa'nın, Küçük Ali'nin birbirine hitaben yazdıkları dört mektuplarını okudum. En derin kalbimde bir sürur, bir hiss-i şükran, bir memnuniyet hissettim. Bu çok kıymettar kardeşlerimin ne derece âli himmet ve yüksek ruhlu, Risale-i Nur hizmetinde ne derece fedakâr olduklarını anladım. Ve Risale-i Nur böyle kuvvetli ve hâlis evlere tevdi edildiğinden bize kat'î kanaat verdi ki Risale-i Nur mağlup olmayacak. Bu kuvvetli tesanüt onu daima yaşattırıp parlattıracak.
Evet, kardeşlerim, sizler, ihlâs sırrını tam muhafaza ediyorsunuz. Bu kadar esbab-ı tefrika içinde vahdetinizi muhafaza, hakikaten bir harikadır. Hafız Ali’nin hakikaten müstesna bir mahviyet ve tevazuu içinde ihlâsı ve fenafil'ihvan düsturunu muhafaza etmesi ve Hüsrev'in hakikaten tedbirce bana ihtiyaç bırakmayacak bir derecede tedbir ve dirayeti ve Hafız Ali gibi yüksek ihlâsı ve mahviyeti Hafız Mustafa’nın hizmet-i Nuriyede büyük iktidarı içinde kuvvetli bir sadakati ve fedakârâne teslimiyeti ve hem Abdurrahman, hem Lütfü, hem Hafız Ali mânâsını taşıyan büyük ruhlu Küçük Ali, Risale-i Nur hizmetini dünyada herşeye tercihan hayatının en büyük maksadı yapması ve sebeb-i ihtilâfa karşı kuvvetli mukavemeti bulunduğunu bu dört mektubunuz bana bildirdi.
Aynı sistemde, meselede alakadar kahraman Tahirî ve kahraman Rüştü'nün dahi aynı hakikatte ve aynı ahlâkta bulunduklarını hiç şüphe etmiyoruz. Bu altı rüknün, bu muvakkat sarsıntıdan hakikî bir tesanütle birbirine el ele, omuz omuza, baş başa vermesi, altı yüz, belki altı bin kıymet-i mâneviyeyi alıyor diye, Cenâb-ı Hakka Risale-i Nur hesabına hadsiz şükür ediyoruz ve sizi de tebrik ediyoruz.”[10]
Nur ve Gül Fabrikaları eşgüdüm hâlinde Isparta’daki manevi havayı yükseltmektedir. Bu vesileyle Nur’lar Isparta’nın dem ve damarlarına kadar girmektedir. Hüsrev Isparta’nın bu güzel havasını bir mektupla Üstad’a özetler.
“Aziz Üstad’ım,
Yüksek ve ciddî irşadlarınızla adım atmayı en büyük bir maksat bilen talebeleriniz, son zamanlarda şâyân-ı şükran bir vaziyete girdiler. Hulusi-i Sâni, beş-on arkadaşıyla; Hafız Ali, civarındaki yirmi-yirmi beş arkadaşıyla; Mübarekler, otuz-otuz beş refikleriyle ve bilhassa Hacı Hafız Köyünde Ahmed'ler ve Mehmed'lerin çok hâlis gayretleriyle umumiyet itibarıyla, hem hiç mübalâğasız bin kalemle, belki daha fazla, en geride kalan Isparta'da ise kahraman Rüştü'nün ve Risaleleri kendine tamamen yazan Mehmed Zühtü'nün ve Küçük Ali'nin ve Osman Nuri gibi faal talebelerin gayret ve himmetleriyle otuz ile kırk arasında, hattâ bir cihette mümtaziyet kazanan Mehmed Zühdü'nün Küçük Hafız Ali gibi hem Risaletü'n-Nur'u yazarak hem kendi evinde yüz elli kadar çocuğu serbest olarak üç aydan beri okutmasıyla ve civarında diğer köylerde bulunan on beş yirmişer arkadaşlarıyla talebeleriniz, Kur'ânî hizmetlerinde gayretli bir surette çalışmaktadırlar.”[11]
“Salisen: Hazret-i Zât-ı Ahmediye (aleyhisselâm) nasıl bir şecere-i tûbâ olduğunu ve asfiya ve evliya ve sıddıkîn, o şecere-i nuraniyenin meyveleri ve mesâlik ve turuk onun dalları olduğunu gösterir bir silsile-i azîme, eskiden kalma ve eskimiş bir silsilename yanımda var. Onu güzelce tebyiz etmek için hattı güzel, cetvelde mehareti bulunan zâtları istiyorum. Şimdilik Hüsrev'le Tenekeci Mehmed Efendi, Bekir Ağada bulunan ölçüyle on beş tabaka kâğıt beraber, Hafız Ali'nin haber gönderdiği vakit gelsinler.”[12]
Hizmette zaman zaman muzır maniler çıkmaktadır. Karakter farklılıkları bazen kırgınlıklara sebep olabilmektedir. Üstad farklı yaş, eğilim ve eğitim gruplarından müteşekkil talebelerini eş güdüm hâlinde ihlâs ve uhuvvet çizgisinde istihdam etmeyi becerir. Talebelerine, birbirilerini hoş görmelerini, kusurlarını büyütmemelerini söyleyerek itidale davet eder.
“Aziz, sıddık, müteyakkız, samimî, müttehit, mübarek kardeşlerim,
Ben de sizi tebrik ediyorum ki, şeytan-ı cinnî ve insînin desiselerini akim bıraktınız. Cenab-ı Hak sizi bu hizmet-i Nuriyede daima muvaffak eylesin, âmin. Ve sizden ebeden razı olsun, âmin.
Eskide, bir zaman Barla'da, bütün tarikatların şecere-i külliyesini tanzim ve istinsah etmek için Hafız Ali ile Hüsrev o vakit o işte bulundular, çalıştılar. Tâ o vakitte bu iki zât, ileride Risale-i Nur'a ehemmiyetli hizmette bulunacaklarını ve başta iki göz gibi, iki bakar bir görür diye kuvvetli bir temenniyle ümit etmiştim. Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, o ümidim o zamandan beri tahakkuk etti ve ediyor ve şimdi tam oldu.
Kardeşlerim, sizde vuku bulan küçücük kusurları çok i’zam etmeyiniz. Yalnız ben değil, belki zannediyorum ki, hakikate muttali olan herkes tasdik eder ki, Isparta ve havalisindeki Risale-i Nur şakirtlerinde fevkalâde bir sadakat ve sebat ve uhuvvet ve ihlâs ve kahramanlık var ki, bu acip zamanda binler esbab-ı fesat ve ifsat içinde vahdetlerini ve ittifaklarını ve hizmette ciddiyetlerini muhafaza ediyorlar.
Bu kadar fırtınalı hadiseler içinde Risale-i Nur’u muattal bırakmadınız, söndürmediniz; belki öyle parlattırdınız ki, bizi de ışıklandırıp gayrete getirdiniz. Ve bilhassa bahar mevsiminde, umumî gaflette ve derd-i maişetin verdiği dehşetli bela içinde böyle kemal-i şevk ve gayretle Risale-i Nur’a çalışmak, hakikaten bir inayet-i ilahiyedir. Sizleri bütün ruhumuzla tebrik ediyoruz. Ve kalemlerini bizim hesabımıza çalıştırmaya karar veren altı müttehid, kahraman bir ruh, altı ceset ve altı yeni Said yerinde ve yirmi bir kardeşimi, yirmi bir Abdurrahman ve Abdülmecid yerinde kabul ediyorum. Cenab-ı Hak o kalemlerin siyah nur olan mürekkeplerini, hadis-i sahihin nassıyla, her bir dirhemini, yüz dirhem şehit kanı kıymetinde yevm-i haşir ve mizanda defter-i hasenatlarına ilâve eylesin. Âmin.”[13]
“Aziz, sıddık, sarsılmaz kardeşlerim,
Sizi ruh u canımla tebrik ederim ki, çabuk yaramızı tedavi ettiniz. Ben de bu gece şifadan tam ferahlandım. Zaten Medresetü'z-Zehrâ tevessü edip, hakikî ihlâs ve tam fedakârâne terk-i enâniyeti ve tevazu-u tâmmı daire-i Nurda aşılıyor, neşreder. Elbette gayet cüz'î ve muvakkat hassasiyet ve titizlik ve nazlanmak, o kuvvetli dersini ve uhuvvet alâkasını bozamaz ve İhlâs Lem'ası bu noktada mükemmel nâsihtir. Şimdi en ziyade bizi ve Nurları vurmak ve sarsmak için en fena plân, Nur Talebelerini birbirinden soğutmak ve usandırmak ve meşreb ve fikir cihetinde birbirinden ayırmaktır. Gerçi gayet cüz'î bir nazlanmak oldu. Fakat göze bir saç düşse, başa düşen bir taş kadar incitir ki, büyük bir hadise hükmünde, mataram haber verdi. Merhum Hafız Ali'nin (r.h.) küçücük böyle bir hâlden, vefatından bir parça evvel şekvâsı, o vakitten beri belki yüz defa hatırıma gelip beni müteessir etmiş.”[14]
[1]Kastamonu Lâhikası / 68. Mektup.
[2]Kastamonu Lâhikası / 3. Mektup.
[3] Kastamonu Lâhikası / 165. Mektup.
[4] Kastamonu Lâhikası / 123. Mektup.
[5] Kastamonu Lâhikası / 16. Mektup.
[6] Kastamonu Lâhikası / 2. Mektup.
[7] Kastamonu Lâhikası / 82. Mektup.
[8] Kastamonu Lâhikası /16. Mektup.
[9]Kastamonu Lâhikası / 43. Mektup.
[10] Kastamonu Lâhikası / 156. Mektup.
[11] Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî / Yirmi Yedinci Mektubun Lâhikasından Alınmış Mühim Parçalar / S. 59.
[12] Barla Lâhikası / 229. Mektup.
[13] Kastamonu Lâhikası / 157. Mektup.
[14] Şuâlar / On Altıncı Mektup / S.634.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.